HEKİMLERİN VE KİMİ TANI - TEDAVİ KURUMLARININ TIBBİ BELGELERDE DİNSEL NİTELİKTE İBARELER KULLANMASI

Tıp Meslek Etiği Tüzüğü’nün “Hekimin Yansızlığı” başlığını taşıyan 7. maddesi, hekimin hastasında “siyasal görüş, sosyal durum, dini inanç, milliyet, etnik köken, ırk, cinsiyet, yaş, toplumsal ve ekonomik durum ve benzeri farklılıkları gözetmeksizin” davranması gerektiğini dile getirmektedir. Bilindiği gibi, aslında bu belirleme, hekimliğin ikibinbeşyüz yıllık akılcı,bağımsız ve ayrımcılığa karşı duran yapısının yeniden sözlere dökülmesinden başka bir şey değildir. Hekim - hasta ilişkisinde, benzer durum, hasta açısından da tıbba duyulan güveni belirleyen, bu güven duygusunu sağlamlaştıran ve pekiştiren bir nitelik taşımaktadır. Bir başka deyişle, herhangi bir hekime ya da kuruma sağlık hizmeti almak için başvuran hastaların da o hekimin dinsel inancını, etnik kökenini, siyasal görüşünü bilmek gibi bir zorunlulukları bulunmadığı gibi, bu nitelikler onun seçiminde belirleyici ya da zorlayıcı da olmamalıdır. Bu tür ayırdettirici anlatımların kullanılması, bunlar ister dinsel olsun, isterse politik ya da etnik bir görüşü ifade ediyor olsun, tıbbın ayrımcılığı kabul etmeyen yapısını göz ardı etmek demektir. Tıbbi belgelerde yer verilmekte olduğuna tanık olduğumuz “Gayret bizden, şifa Allah’tan” biçiminde bir anlatım, tıp kurumunu bağlayan bilimsel yapıyla ve çağdaşlıkla bağdaşamaz. Kişisel ilişkilerde dinin yerini ancak bireyler belirleyebilir ve bu hiç bir biçimde müdahale konusu olmaması gereken bir durumdur. Tıbbın ve sağlık hizmeti sunan kurumların sağlam gelenekleri olan bir yapı olarak, kendi uygulamasına yönelik kimi sınırlamalar getirmesi ve saptamalar yapması mesleğin yapısının bozulmadan sürebilmesi açısından doğaldır. Bu açıdan, yukarıda dile getirilen ibarenin bir sağlık kurumuna ait tıbbi belgelerde kullanılması, çağdaşlığa ve meslek etiğine aykırı bir durumu da göstermektedir.

Yukarıda dile getirilen ifade ile ilgili olarak üzerinde durulması gereken bir başka nokta da, bilimsel bir disiplin olma özelliğini yüzyıllardır taşıyan tıp uygulamasının, din olgusu ile karşı karşıya getirilerek mağlup gösterilmiş olmasıdır. Tıbbın tarihsel gelişimine bakarsak, benzer bir ifadenin “Yarasını ben sardım, şifasını Allah verdi” (Je le pansait, Dieu le guairit) biçiminde 16. Yüzyılın ünlü cerrahlarından Ambroise Paré tarafından kullanılmış olduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Bu durum bizi şaşırtmamalıdır; çünkü o dönemde ne mikroorganizma kavramı, ne de asepsi - antisepsi kavramları bilinmediğinden, hekim yaptığı etkinliği tam olarak açıklayamamakta; sadece uyguladıklarının ampirik olarak işe yaradığını söyleyebilmektedir. Özellikle tıbba bilimsel - deneysel yaklaşımın egemen olmasından sonra, bilinmeyenler her geçen gün biraz daha azalmış, neden - sonuç ilişkisini açıklamaya yönelik “nedensellik ilkesi” her geçen gün biraz daha sağlam kurulabilmiştir. Bilinemezlik ya da bir başka deyişle o ana kadar tam olarak açıklanamamış durumların varlığı, tıp gibi hemen tüm öteki bilimsel alanlarda da geçerlidir. Ancak şu zaman diliminde hala bilemediklerimizin bulunması, nedensellik bağıntısını inançla doldurmamızı değil, aksine bilimsel yöntemle ve bakış açısıyla çalışarak tamamlamamızı gerektirmektedir. Bu nedenle yukarıdaki ifadenin dinsel bir bakış açısıyla bilimsel bakış açısını karşı karşıya getirdiği, sonuçta da, bilimi, kabul edilemez bir biçimde yenik ilan ettiği söylenebilir.

Bu tür anlatımların hekimlerin ve tanı - tedavi kurumlarının tıbbi belgelerinde yer almasının dile getirilmesi gereken bir başka yönü daha bulunmaktadır. O da ideolojik görünümü bir tarafa bırakılsa bile, bu tür bir deklarasyonun, belli bir gruba şirin görünmek kaygısı da olan bir reklam niteliği taşımasıdır. Bu nitelik oldukça açık olup, toplumdaki potansiyel hastaların bir bölümünü ve aynı zamanda sağlık hizmeti üretenleri de ister istemez hedeflemekte, böyle bir mesaj vererek tıp uygulaması için haksız bir rekabet ortamı yaratmaktadır.

Sonuç olarak hekimlerin ve tanı - tedavi kurumlarının tıbbi belgelerde dinsel nitelikte ibareler kullanmaları, her tür ayrımcılığı reddeden ve bilimselliğe dayanması gereken tıp kurumunun işleyişi, genel olarak insanların tıptan ve hekimlerden beklentilerini yanlış bir biçimde yönlendirmeleri ve belirgin reklam niteliği taşımaları nedeniyle etik açıdan hiç bir biçimde kabul edilemez. (15 Mart 1999)