Eski adı “çıraklık eğitim merkezi” olan MESEM (mesleki eğitim merkezi); Milli Eğitim Bakanlığı ile özel sektörün birlikte yürüttüğü, öğrencilerin haftada bir gün okulda eğitim alıp dört gün işyerlerinde çalıştığı dual bir sistem olarak tasarlanmıştır. “İşbaşında eğitim” yaklaşımıyla savunulan, 14 yaştan başlayarak çocukları kayıtlı ancak güvencesiz şekilde işgücü piyasasına zorlayan bu model; çocukların eğitim haklarını yok saymanın yanı sıra, onların bedensel, duygusal, zihinsel ve sosyal gelişimlerini de tehdit eden bir uygulamaya dönüşmüştür.

Birleşmiş Milletler Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin 1. maddesi, özel durumlar dışında 18 yaşına kadar olan bireyleri çocuk olarak tanımlamaktadır. Türkiye 1990 yılında bu sözleşmeyi imzalamış ve 27 Ocak 1995'te Resmî Gazete'de yayımlayarak yürürlüğe koymuştur.

Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 6 Haziran 1973 tarihinde kabul edilen ve Türkiye tarafından 30 Ekim 1998 tarihinde kabul edilip yürürlüğe sokulan 138 nolu Asgari Yaş Sözleşmesi’nin 3. maddesi ise çalışmaya başlama yaşı için şu düzenlemeyi getirmiştir:

“Doğası veya yapıldığı koşullar bakımından genç kişilerin sağlığını, güvenliğini veya ahlakını tehlikeye düşürebilecek her türlü istihdam veya çalışmaya kabul için asgari yaş 18'in altında olmayacaktır.”

MESEM’lere kayıt yaptıracak öğrencilerden istenen koşullar içinde “öğrencinin herhangi bir sağlık sorununun bulunmaması” maddesi yer almaktadır. Oysa bir çocuk kendi yaş dönemine özgü sağlıklı bir yapıya sahip olsa bile bedensel, ruhsal ve zihinsel açılardan gelişimi tamamlanmamıştır ve devletler, çocukların yetenek ve yaratıcılığının olağan gelişimi için gerekli asgari koşulları sağlamakla yükümlüdürler. Ergenlik dönemi soyut muhakemede bulunabilme, dikkatin etkili kullanımı, dürtü kontrolü, risk analizi gibi işlevlerin nörobiyolojik olarak yeterince gelişmediği ancak ödül ve motivasyonla ilişkili bölgelerin oldukça aktif olduğu bir dönemdir. Bu durum onların riskli durumları algılamalarında, dikkat ve beceri gerektiren durumlarda zorlanmalarına, ayrıca düşünmeden hareket etmelerine yol açmakta ve dolayısıyla işyerlerinde kaza geçirme risklerini artırmaktadır.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği (İSİG) Meclisi’nin verilerine göre; 2013’ten 2024’e kadar 713 çocuk çalışırken hayatını kaybetti, 9 çocuk ise MESEM kapsamında çalışırken öldü. Yine İSİG Meclisi verilerine göre, ağustos ayında hayatını kaybeden 192 işçinin 13’ü 14-18 yaş aralığındaydı.

Diğer yandan MESEM’lere kaydolan çocukların büyük çoğunluğunun orta ve dar gelirli ailelerden geldiği bilinmektedir. Sosyoekonomik düzey düştükçe çocukların bilişsel gelişim açısından daha geriden geldiği düşünüldüğünde, akranlarını yakalayabilmeleri için özel çabaya gereksinim duyan çocukların, işyeri ortamında bu farkı kapatabilmeleri mümkün görünmemektedir.

3308 sayılı kanunda “Tehlikeli ve çok tehlikeli işler veya özellik arz eden mesleklere alınacak çırakların öğrenim ve yaş durumu, ilgili kuruluşların görüşü alınarak Bakanlıkça belirlenir” hükmü yer almaktadır. Çocukların değil “tehlikeli ve çok tehlikeli işlerde”, bunların dışındaki işlerde bile çalıştırılmaması gerekir. Çünkü bütün işyerlerinde belli ölçülerde her türlü risk vardır. Çocuklar için riskin olmadığı bir işyerinden söz edilemez.

ILO belgelerinde “çocuk işçiliği”, çoğu kez çocukları çocukluklarını yaşamaktan alıkoyan, potansiyellerini ve saygınlıklarını eksilten, fiziksel ve zihinsel gelişimleri açısından zararlı işler olarak tanımlanır. Bu tanımlar kapsamında çocuk işçiliğinin çocukları köleleştireceği ailelerinden ve eğitimlerinden koparacağı, onları ciddi tehlikelerle, hastalıklarla karşı karşıya bırakacağı aşikardır.

MESEM kapsamında çocukların;

  • Asgari ücretin altında maaş aldığı,
  • Çalıştıkları işyerlerinde sık sık iş kazalarına maruz kaldığı (ölümlü, ciddi yaralanmalı)
  • Sigorta kapsamlarının iş kazalarını ve meslek hastalıklarını karşılamadığı,
  • Eğitim yerine üretime odaklandığı son iki yıllık uygulamalarla açıkça ortaya konmuştur.
     

Programla birlikte çocukların yetkin yetişkinlerin süpervizyonu ve gözetimi olmaksızın, tek başına veya bir iki arkadaşıyla tüm yılını bir işyerinde geçirmesi, her tür istismara ve arkadaş grubundan kopuk halde, yalnız ve savunmasız kalmasına doğrudan yol açmaktadır. Diğer yandan çocukların ticaret ve piyasaya yönelik bir işte ucuz ve güvencesiz şekilde uzun süreli (1-4 yıl) çalıştırılmaları, ticari ve piyasa faaliyetinin bir parçası haline getirilmeleri de ekonomik sömürü olarak bir istismar çeşididir.

En önemlisi de bilgi-bilim öğretiminden uzak, bir mesleğin rutinleri ile sınırlı, doğrudan işçiliği esas alan bu model eğitim-öğretim sayılamaz. Platon’dan, Aristoteles’ten, Farabi’den bugüne eğitim-öğretimin iki temel amacı, çocukların beceri ve bilgi edinimini sağlamaktır. Beceri edinimi bir işin rutin sürdürümü değil, çocuğun her tür potansiyelinin açığa çıkarılması ve geliştirilmesidir. Bilgi edinimi ise hayatın ve dünyanın işleyiş tarzlarını, ontojenisini/oluşunu, mekanizmalarını/sistemini, tarihlerini ve değişim/dönüşümlerini kavrayabilmek demektir. Gerek beceri edinimi gerekse bilgi edinimi bakımından MESEM’ler, olumlu bir model olmadığı gibi, aksine farklı beceri ve bilgi edinimlerini örseleyici, çocuğu bir sınırlı ve savunmasız bir ortama zorlayıcı, her tür tehdit ve riske açık hale getirici bir özelliktedir.

Eğitim ortamının yerini işyeri ile değiştiren, sınıfsal eşitsizlikleri derinleştiren, çocukları ihmal ve istismar riskine açık hale getiren MESEM’ler en yakın zamanda kaldırılmalı, çocuk işçiliğiyle mücadele kararlı biçimde sürdürülmeli, çocuk işçiliğinin tamamen yasaklanması sağlanmalıdır. Eğitim politikalarında çocuğun üstün yararı, katılım hakkı ve gelişim potansiyeli esas alınmalıdır. Çocukların örgün eğitim dışına çıkmasına neden olan bütün, bireysel, toplumsal ve ekonomik sorunlar ortadan kaldırılmalı, herkesin eşit ve özgürce, akıl ve bilime dayalı eğitim olanaklarına kavuşması sağlanmalıdır.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Türk Tabipleri Birliği Okul Sağlığı Çalışma Grubu