Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi, Olağan Dışı Durumlarda Sağlık Hizmeti Kolu ve İzmir Tabip Odası ile birlikte Seferihisar körfezi açıklarında meydana gelen deprem nedeniyle ilk gününden bugüne bölgede gözleme dayalı incelemeler yapmış; elde ettiği bilgiler ışığında tespitlerini, çözüm önerilerini kamuoyu ve ilgililerle paylaşmıştır.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi ve İzmir Tabip Odası'nın üyelerinden oluşan heyetler bölgede zarar gören sağlık kurumları ve yaşam alanlarındaki tahribatlarla ilgili inceleme ve tespitlerde bulunmuşlardır. Kurulan geçici yerleşim alanlarında barınan yurttaşların sağlık sorunları; COVID-19 pandemisi nedeniyle alınması gereken önlemler; depremin ne derece etkilediği ve salgının İzmir ilindeki durumuna ilişkin bilgiler yine kamuoyu ile paylaşılmıştır.
Depremde yıkılmış-acil yıkılması gereken-ağır hasarlı 4293; orta hasarlı yaklaşık 6400 ev ve işyeri olduğu bilgisi edinilmiştir. Hafif hasarlı bina sayıları kat be kat fazladır. Hasar gören binaların tespiti için yerelde çalışma yürüten deneyimli uzmanlardan destek almak yerine; Türkiye’nin birçok bölgesinden mühendislerin görevlendirildiği bilgisine ulaşılmıştır. Yine bu sürecin yönetilmesinde yereldeki meslek kurumlarından, taleplerine rağmen, destek alınmadığı; organizasyona katılmalarının sağlanmadığı öğrenilmiştir.
Bayraklı’daki konteynerlerden oluşan geçici barınma alanında 493 konteynerden 102’sinin dolduğu ve başvuruların yerleştirilmeye devam edildiği öğrenilmiştir. Yaklaşık 21 metrekare olan konteynerler 1 oda, 1 banyo-tuvalet ve 1 mutfak ve salondan oluşmaktadır. Konteyner ve tuvalet girişlerinde engelliler için gerekli düzenlemelerin yapılmadığı gözlemlenmiştir. Alaturka tuvaletler yaşlı ve engelliler için uygun değildir. Temiz su, şehir şebeke sisteminden sağlanmakta; atık su kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.
Depremden sonra hızla kurulan çadır alanları bir aylık süreçte çoğunlukla boşaltılmış ve depremzedelerin bir kısmı konutlara bir kısmı konteynerlerden oluşan geçici barınma alanına yerleştirilmişlerdir. Yalnızca bir hastane bahçesinde kurulan geçici barınma alanında 13 çadır ve yaklaşık 42 kişi kalmıştır. Konteyner kente yerleşme talep edenlerden evlerinin öncelikli ağır hasarlı olması istenmektedir. Ancak hastane bahçesindeki çadırlarda halen yaşayanların bir kısmı konteyner kente geçme şartlarını da sağlayamamakta ve çadır kenti de yoksulluk nedeniyle terk etmek istememektedir. Bu durum sosyal ve ekonomik adaletsizliğin giderek derinleştiğinin, depremde ortaya serdiği bir diğer örnektir.
Yaklaşık 2050 depremzedenin, belediyenin bir yıllık kira yardımından faydalandığı öğrenilmiştir. Uzundere’deki 224 konuta ve bir otelin yaklaşık 380 odasına ağır hasarlı konut sakinleri yerleştirilmeye başlanmıştır. Ayrıca Gaziemir’de 56 konutluk yerleşim alanı yapılmaktadır. Mevcut barınma programlamasının dahi, binaları orta ve daha kötü etkilenenlerin ancak yaklaşık üçte birine yettiği görülmektedir. Görece küçük bir bölgede meydana gelen depremde dahi kış öncesi barınma ihtiyacının karşılanamadığı açıkça görülmektedir. Depremde barınma hakkının yalnızca evlerin hasar durumuna göre belirlenmesi sağlığın psikososyal belirleyenlerinin görmezden gelinmesi anlamına gelir ve temel insan haklarına aykırıdır. Deprem anında ve ilk günlerde yerel yönetimlerle iş birliği yapmaktan kaçınan merkezi planlamanın, deprem sonrası barınma ve rehabilitasyon süreçlerinde çok kısıtlı katkı sunarak sessiz kaldığı iafde edilmektedir.
Geçici yerleşim bölgesi olarak belirlenen alanlarda, çadır ve konteynerler geniş bir yeşil alan üzerine kurulmuştur. Ancak unutulmamalıdır ki her yeşil alan toplanma alanı veya geçici barınma alanı olamaz: Toplanma alanları, yalnızca merkezî yapılanmalarla belirlenemez ve Türkiye’nin birçok şehrinde olduğu gibi İzmir’de de toplanma alanlarının yeniden belirlenmesi gerektiği bu depremde bir kez daha ortaya çıkmıştır. Toplanma alanlarının belirlenmesinde İzmir’deki yerel yönetimler, demokratik kitle örgütleri ve meslek kuruluşları ile birlikte çalışmak, olası yeni felaketlere hazırlıkta en gerçekçi ve hayati önlemlerden biridir.
Enkaz çalışmalarında kurtarma ekiplerinden daha çok lojistik ekiplerinin olması, fiziksel mesafe, maske ve hijyen tedbirlerinin zorlaşması, hem ekipler hem de depremzedeler için salgında ek yük oluşturmuştur. İhtiyaç ve insan gücünün yanlış organizasyonu, gereksiz yığılmalar, deprem sonrası pandeminin İzmir’de ağırlaşmasındaki en önemli nedenlerden biri olmuştur. Acil yıkılması gereken ve ağır hasarlı binaların yıkımında, çalışanlarda gerekli koruyucu ekipmanların olmaması uzun sürede yaşanacak akciğer hastalıklarına neden olabilecektir. Halen devam eden bu çalışmalarda acilen gerekli denetimler sürekli yapılarak koruyucu ekipmanların kullanımı sağlanmalıdır.
Yardım organizasyonu, deprem ve geçici barınma alanlarına giriş çıkışlar için önceki raporlarda ifade ettiğimiz uyarılar; depremzedelerin pandemi döneminde öncelikle sağlıklarının korunması amacıyla yapılmıştır. Ancak mevcut durumda görülmektedir ki bu uyarımız polisiye bir tedbir halini almıştır ve giriş çıkışlar polis kontrolüyle yapılmaktadır. Konteyner kentte depremzedeler ve yaşam alanları sosyal izolasyona maruz bırakılmıştır. Depremzede ailelerin barınma alanları nedeniyle toplumla iletişimi bu kez de koparılma noktasına gelmiştir.
İlk günden beri deprem bölgesine plansız bir personel istihdamı ve organizasyonu olduğu anlaşılmaktadır. Bu durum pandemi döneminde il dışından gelen personelin özellikle ilk haftalarda barınma ve beslenmelerinde kalabalık ortamlarda kalma riskini de beraberinde taşımaktadır. Daha önce de ifade ettiğimiz gibi diğer bölgelerden gelen kurtarma ekipleri enkaz kurtarmada kritik olan ilk üç saatte intikal etmede yetersiz kalmıştır. Kritik müdahale için hızlı planlama, hareket ve yakın bölgelerin organize olması sağlanamamıştır. Tüm Türkiye’den çok sayıda ekibin deprem bölgesine gelmesi beklenen hızlı ve yeterli müdahalenin yapıldığı anlamına gelmemektedir. Afetlerde kritik sürelerde müdahaleler için yerel yönetimlerin daha güçlü arama-kurtarma-sağlık organizasyonları olması gerekmektedir. İzmir için de profesyoneller ve gönüllüleri de kapsayacak sürekliliği sağlanacak kapsamlı bir organizasyona ihtiyaç olduğu açıktır.
Ülkemizde felaketler, genellikle deprem olarak algılanmaktadır. Ancak Seferihisar’da olduğu gibi depreme ikincil tsunami de bir çok doğal felaketten birisidir ve buna yönelik hazırlıkların da İzmir depreminden ders çıkarılarak yapılması gerektiği çok açıktır. Fay hattı üzerine kurulmuş İzmir Şehir Hastanesi yukarısındaki ağaçlandırma bölgesinin deprem sonrası imara açılmasının Laka deresi çevresinde su taşkınlarına ve sellere neden olacağı ortadadır. Aynı bölgede yakın tarihlerde sel felaketleri de yaşanmıştır. Bu örnek de ne yazık ki sorumluların sağlığa ve afetlere bakış açılarındaki çarpıklığı işaret etmektedir. Doğa tahribatı sonrası yaşanan her felaketin sorumlusu doğa değil, tahribatı yaratanlar ve buna zemin oluşturanlardır.
Önceki raporlarımızda belirttiğimiz gibi deprem, birçok sağlık kurumunda da hasara sebep olmuştur. Bunlardan üç Aile Sağlığı Merkezi ve bir ilçe Sağlık Müdürlüğü için de hasarlı raporu verilmiştir. Ancak iki Aile Sağlık Merkezi binası sağlıkta dönüşüm programı sonucu artık özel mülkiyet kabul edildiğinden, aile hekimleri sağlık hizmetlerinde yalnız bırakılmıştır. Bu tutum pandemi döneminde hasta takibi, koruyucu sağlık hizmetlerini engellemektedir. Sağlık çalışanlarının yeni bir bina bularak hızla taşınması, hasar görmüş binlerce binanın olduğu o bölgede neredeyse imkansızdır. Sağlık çalışanlarının bu binalarda çalışmaya zorlanması da ciddi bir toplum sağlığı riski taşımaktadır. Ayrıca hasarlı Aile Sağlığı Merkezinde görev yapan iki aile hekiminin konteyner kentte sağlık hizmeti vermesi planlanmıştır. Ancak burada görev alacak sağlık çalışanlarının henüz ödeme ve özlük hakları net değildir. Mevcut durum, sağlığın temeli olan birinci basamağa özelleştirilmiş gözüyle bakıldığı ve koruyucu sağlık hizmetlerinin ne kadar pamuk ipliğine bağlı olduğuna dair bir örnektir. Birinci basamakta sağlık hizmetlerinin organizasyonu COVID-19 salgınıyla ile tüm Türkiye’de krizdeyken İzmir’de depremle beraber krizin derinleştiği aşikardır. İzmir’de sağlık emekçilerinin de aynı zamanda birer depremzede olduğu çevre illerden gönüllülük esasıyla sağlık çalışanı görevlendirilmesi gerektiği uyarılarının ciddiye alınmadığı görülmektedir. Pandeminin ortaya çıkardığı sağlık sorunları deprem ile birlikte katmerleşmiştir.
Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı'na bağlı çadırlarda sosyolog, psikolog ve diğer görevliler dönüşümlü olarak çalışmaktadır. Kızılay çadırında yardım gönüllüleri yardım çalışmalarını organize etmektedir. Ancak bir aylık süreçte, plansız bir personel istihdamı olduğu ve gönüllü yönetiminde zorlanıldığı izlenimi edinilmiştir. Psikolojik danışmanlık ve rehberlik çalışmaları gibi ciddi katkılar sunabilecek sivil toplum kuruluşlarının çalışmaları için Büyükşehir Belediyesi yönetiminde düzenleme ve koordinasyon yapılması; STK'ler arasında iletişim ve koordinasyonun sağlanması gerekli iken, aynı çalışmaların farklı kurumların çadırlarında tekrarlanması da kaynağın doğru yönetilmediğini düşündürmektedir.
Ekim ayı başından itibaren tüm ülkede daha da ivme kazanan COVID-19 hasta sayısı, Ege bölgesinde de pandeminin başındaki sayıların çok üzerine çıkmıştır. Pandemi açısından inkübasyon süreleri de göz önüne alındığında deprem bölgesinde vakaların Sağlık Bakanlığı verilerinin en az 2 katı olduğu görülmektedir. Belediye çalışanlarında da COVID-19’a yakalananlardaki artış oranı ise ortalama 3 kattır. Yine deprem bölgesindeki sağlık kuruluşlarında görev yapan sağlık çalışanlarında da COVID-19 hastalığındaki artış çok ciddi boyutlardadır. Deprem yoğun etkilenmiş alanlarda da tarama testlerinin yapılmaması, COVID-19 izolasyon alanlarının oluşturulamaması, temaslı takibinin yapılamamasıyla deprem mağdurlarının salgından etkilenmesini arttırmıştır. Birinci basamakta aile hekimliği sisteminin bölge tabanlı olmaması da COVID-19 tanılı veya temaslı takibini deprem sonrası sürecin yönetilmesini zorlaştırmıştır.
İzmir depreminin ardından bir ay geçti. Depremzedeler depremin yarattığı sorunlar ile birlikte yaşamını sürdürmeye çalışmaktadır. Türk Tabipleri Birliği olarak olağan dışı durumlarda çocuk, kadın, engelli, hamile, kanser ve yoğun bakım hastalarının özel bakım ve dikkat gerektirdiğini bir kez daha hatırlatırız. Sağlık Bakanlığı’nı İzmir’de depremden etkilenen sağlık çalışanlarının sorunlarıyla daha yakından ilgilenmeye ve sorumluluklarını yerine getirmeye davet ediyoruz. Bölgenin gereksinimleri temelinde oluşturulan bir sağlık insan gücü planlamasında, sağlık hizmeti sunma ve sağlık çalışanlarına travma sonrası destek verme konularında iş birliğine açık olduğumuzu tekrar vurguluyoruz. İzmir Tabip Odası ve TTB Olağandışı Durumlarda Sağlık Hizmetleri Kolu ile birlikte hazırlanan ayrıntılı İzmir Depremi Değerlendirme Raporu ayrıca kamuoyuyla paylaşılacaktır. Deprem nedeniyle kaybettiklerimizin yakınlarına bir kez daha başsağlığı diler, tedavisi devam eden yaralılara acil şifalar dileriz.
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi
30 Ekim 2020