Yeryüzündeki tüm varlıklar için yaşamsal önemi olan su, iklim krizinin etkilerini her geçen gün daha fazla hissettiğimiz son yıllarda eksikliği, kirliliği, fazlalığı üzerinden önemini derinden hissettiriyor. Dünyanın su kaynaklarının kısıtlılığına dikkat çekmek, su kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve verimli kullanılması konusundaki çalışmaları duyurmak ve desteklemek amacıyla Birleşmiş Milletler (BM) tarafından, 1992’de, her yılın 22 Mart gününün Dünya Su Günü olması kararlaştırılmıştı. Bu nedenle 1993’ten bu yana 30 yıldır, her yıl belirlenen farklı temalar ile BM üyesi tüm ülkelerde Dünya Su Günü etkinlikleri yapılıyor. 2023 yılının Dünya Su Günü etkinliklerine diğerlerinden farklı olarak 22-24 Mart tarihlerinde New York’ta yapılacak olan BM Dünya Su Konferansı da denk geliyor. Bu yılın etkinliklerinin merkezinde ise “su ve sanitasyon” var. 2023 yılı etkinlikleri kapsamında su ve sanitasyon alanında “değişimin” hızlandırılması için tüm dünyada kampanyalar düzenleniyor.
Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre; yetersiz ve güvenilir olmayan su nedenli hastalıklar her yıl dünyada 1,4 milyon insanın ölümüne yol açarken, 74 milyon insanın da yaşam yılı kaybına neden oluyor. Yine DSÖ’nün açıklamalarına göre; dünya nüfusunun ¼’ünü oluşturan 2 milyar insan güvenli ve yeterli suya ulaşamıyor. Tüm dünyada evsel atık suların %44’ü hiçbir arıtma işleminden geçmeden doğaya veriliyor; yeraltı ve yer üstü su kaynaklarını, toprağı kirletiyor. Bu rakamlar bile 1993’ten bu yana gerçekleştirilen Dünya Su Günü etkinliklerinin sağlıklı ve güvenilir suya erişim için ciddi katkısı olamadığını gösteriyor. Üstelik OECD’nin 2012’de yaptığı bir çalışmaya göre ise; dünyadaki tatlı su kaynakları azalırken, 2050 yılına kadar suya talep ise %55 artacak. Diğer yandan BM tarafından 2015’te belirlenip Ocak 2016’da uygulamaya konan “sürdürülebilir kalkınma hedeflerinin” altıncı hedefi ise 2030 yılına kadar tüm dünyada “temiz su ve sanitasyon” konusunun çözülmesini amaçlıyor. 2030 yılına ulaşmamıza 7 yıl kaldı. Bu hedefin ne kadar uzağında olduğumuzu, güvenli suya erişim için “değişimi ne kadar hızlandırırsak hızlandıralım”; 2030’da dünya genelinde yaşanan güvenilir suya erişim ve sanitasyon sorununu çözemeyeceğimizi DSÖ’nün birkaç verisi bile ispatlamaya yetiyor.
Diğer yandan TÜİK’in resmi rakamlarına göre; ülkemizde de belediye sınırları içinde yaşayanların ancak %61’ine içme ve kullanma suyu arıtma tesisinde arıtılmış, güvenilir su verilebiliyor. Başka bir anlatım ile belediye bölgelerinde yaşayan nüfusumuzun %39’una ise yerüstü ve yeraltı su kaynaklarından gelen su, basit fiziksel arıtmadan bile geçirilmeden tükettiriliyor. O nedenle ülkemiz hâlâ zaman zaman sudan geçen dizanteri, ishal, tifo, hepatit A gibi bulaşıcı hastalıklarla boğuşuyor. Oysa içme ve kullanma suyu kaynaklarının yarısını barajlar, göl ve nehirlerin oluşturduğu bir ortamda içme ve kullanma suyunun; fiziksel ve konvansiyonel arıtılması bile insan sağlığı açısından güvenilir değil. Toplumumuzun tüketimine sunulacak suyun artık gelişmiş arıtmaya tabii tutulması gerekiyor. 2020 TÜİK verilerine göre; Türkiye’de belediyeler tarafından arıtılarak içme suyu sistemine verilen içme suyunun sadece %7’si gelişmiş arıtmaya tabii tutulabiliyor. Atık su arıtımında da TÜİK’in verilerine göre; belediye sınırları içinde yaşayan nüfusun sadece %78’inin çıkarttığı atık sular arıtılabiliyor. Üstelik arıtılan atık suların yaklaşık %22’si basit fiziksel arıtmaya tabii tutularak doğaya veriliyor. TÜİK’in bu temel resmi verileri bile insanımıza güvenilir su sağlama, sanitasyon altyapısını oluşturma konusunda ne kadar yetersiz kaldığımızı, dünya ortalamasının bile altında olduğumuzu göstermeye yetiyor.
Son yaşadığımız 6 ve 20 Şubat depremleri de içme suyu ve atık arıtım sistemlerimizin ne kadar kırılgan ve yetersiz olduğunu adeta yüzümüze çarptı. 6 Şubat depreminin üzerinden 40 günden fazla bir süre geçmesine rağmen hala deprem bölgesinin büyük bir kısmında içme suyu arıtım ve dağıtım sistemleri onarılıp depremzedelere güvenilir su sağlanamadı. Kanalizasyon ve atık su arıtım sistemleri de depremden büyük hasar gördü. Üstelik Hatay dışında deprem bölgesi atık su arıtımı açısından deprem öncesi de sorunlu bir bölgelerimizdi. O nedenle tonlarca evsel atık su 6 Şubat depreminden bu yana bölgedeki tarım alanlarını, yer altı yerüstü su kaynaklarını kirletiyor.
Özellikle deprem bölgesindeki tüm bu su ve sanitasyon sorunlarına mevsim normallerinin üzerindeki yağış eklenince, bölgedeki güvenli içme ve kullanma suyu, atık arıtım sistemleri ve alt yapı sorunları adeta devleşti. Bölge halkı güvenli içme ve kullanma suyu, kanalizasyon ve arıtma sorunu çözülmeden yaşamı tehdit eden miktarda, barınma ortamlarına kadar giren su taşkını ve sel kaynaklı biyolojik ve kimyasal olarak kirli su ile ikincil bir afet yaşıyor, yaşam mücadelesi vermeye çalışıyor.
Güvenilir su sağlama ve sanitasyon koşullarını düzeltme, temelde bir kamu sorumluluğudur. 1993’ten bu yana yapılan Dünya Su Günü etkinlikleri ülkemizde ve dünyada birçok ülkede kamunun bu sorumluluğunu yerine getirmesini sağlayamadı. Şimdi ise, bu yıl yapılan etkinliklerle su ve sanitasyon açısından değişimi başlatma sorumluluğu, bireylerin omuzlarına yüklenmek isteniyor. TTB 2030 yılına 7 yıl kala ülkemizdeki su kaynakları yönetiminin ve sanitasyon sorunu çözümünün kamusal sorumluluk olduğunu bir kez daha hatırlatarak, suyun ticarileştirilmesinin karşısında durmaya devam edecektir. Güvenli ve sağlıklı suya erişim her vatandaşımızın temel insan hakkıdır.
Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi