Birleşmiş Milletler (BM) Genel Kurulu’nun kararı gereği, 1993’ten bu yana her yılın 22 Mart günü, çeşitli etkinliklerle yeryüzünde günden güne büyüyen su sorununun önemine toplumların dikkatini çekmek için “Dünya Su Günü” olarak kutlanmaktadır. Her yıl su ile ilgili ayrı bir tema ile kutlanan Dünya Su Günü’nün 29’uncusu için belirlenen tema ise “Suyun Değeri”… Suyun ülkeler ve toplumlar için ne anlama geldiği, gerçek değeri ve günden güne daha da zarar verilen bu yaşamsal kaynağın nasıl daha iyi korunabileceği; dünyanın çeşitli bölgelerinde düzenlenecek etkinliklerle tartışılıyor.

Dünyadaki suların yalnızca %2,5-3 kadarı tatlı sudur ve %1’inden daha azı kullanılabilir niteliktedir. Tatlı suların ise büyük bölümü buzullardadır. Yerin üstünde ve altında da tatlı su kaynakları bulunmaktadır. Yerküredeki su, doğanın dengesine içkin bir biçimde, dolaşımını sürdürmektedir. Sanayi Devrimi’nden sonra, son 200 yılda, insanlık tarihindeki en büyük doğa tahribatı yapılarak, doğa ve su dengesi geri dönüşü zor şekilde bozulmuştur. Kapitalist sistemin neden olduğu karbon salınımındaki artışla birlikte sıcaklık artarken, tatlı su depomuz olan buzullar erimektedir. Buharlaşan su; birçok yerde sel felaketleri meydana getirirken, birçok yerde de su kıtlığına neden olmaktadır. 2001 ve 2018 yılları arasındaki doğal afetlerin yaklaşık %74'ü kuraklık ve seller de dahil olmak üzere su ile ilgiliydi. Kısacası iklim krizi, hava koşullarını bozmakta, su kıtlığını şiddetlendirmekte, su kaynaklarını kirletmektedir. Karbonu ve suyu tutacak yeşil alanların ve toprağın yerinde ise asfalt ve beton yapılar mevcuttur. Son 100 yılda, dünyadaki sulak alanların yarısından fazlası yok olmuştur.  Kullanılan suyun yaklaşık olarak %80’i herhangi bir şekilde arıtılmadan ekosisteme salınmaktadır. Bunlarla birlikte kapitalist sistem, ormansızlaşma ve hayvanların üzerinde kurduğu tahakkümle COVID-19 gibi zoonozların artışına da neden olmaktadır. COVID-19’dan korunmak için el yıkama ve hijyen öğütlenmesine karşın, BM’nin yayımladığı Dünya Su Raporu’na göre dünyada yaklaşık 2,1 milyar kişi evlerinde temiz suya ulaşamamaktadır. Başka bir anlatımla dünya nüfusunun 10’da 3’ü evlerinde temiz sudan yoksundur. Dahası, dünya nüfusunun yaklaşık 10’da 6’sı güvenli sanitasyona erişememektedir. BM’nin 2018’de yayımladığı raporunda; su kıtlığından ve kirliliğinden en fazla yoksullar, kadınlar ve çocukların etkilendiği ve yaşam mücadelesinde geride kaldıkları belirtilmiştir. Üstelik iklim değişikliği şiddetlenirken, dünya nüfusunun artması ve su talebinin büyümesiyle bu durumun daha da kötüleşmesi beklenmektedir.

Dünya Sağlık Örgütü’ne (DSÖ) göre her yıl yaklaşık 829.000 kişi, temiz su erişimi olmadığı için hayatını kaybetmektedir. Bu sayının COVID-19 salgını ile birlikte arttığını tahmin edebilmek zor değildir. Yaklaşık 450 milyon çocuk, su hassasiyetinin yüksek veya aşırı derecede yüksek olduğu bölgelerde yaşamaktadır. Bu, günlük ihtiyaçlarını karşılamak için yeterli suya sahip olmadıkları anlamına gelmektedir. Artan sıcaklıklar, tatlı su kaynaklarında ölümcül patojenlere yol açarak suyu insanların içmesi için tehlikeli hale getirebilir. Kirlenmiş su, çocukların yaşamları için büyük bir tehdit oluşturmaktadır. Su ve sanitasyonla ilgili hastalıklar, 5 yaşın altındaki çocuklarda önde gelen ölüm nedenlerinden biridir. Her gün 5 yaşın altındaki 700'den fazla çocuk yetersiz su, sanitasyon ve hijyene bağlı ishalden ölmektedir. İklim değişikliği, su kaynaklarının son derece sınırlı olduğu bölgelerdeki su stresini şiddetlendirmektedir ve bu da su için artan rekabete, hatta çatışmalara yol açmaktadır. 2040’a kadar her 4 çocuktan 1’inin, su stresi aşırı derecede yüksek olan bölgelerde yaşayacağı öngörülmektedir.

Her insanın temel hakkı olan, BM Genel Kurulu tarafından da 2010 yılında tanınan temiz su ve güveli sanitasyona ulaşım hakkının, tüm insanlara yeterli olarak sunulabilmesi olanaklıyken, kapitalist sistem; suyu metalaştırarak, insanlığa bir baskı aracı olarak kullanmayı tercih etmiştir. Küresel su tekelleri ve bunlarla bağlı kuruluşlar, bağımlı ülkelerin su politikalarını belirler hale gelmiştir.

Su bütün canlılar için yaşamsal bir öneme sahiptir. Ancak yaşam için bu kadar önemli olan tatlı su kaynakları gerek dünyada gerekse ülkemizde küresel iklim krizi, endüstriyel kirlilik, doğaya kontrolsüz bırakılan kimyasal ve tehlikeli atıklar gibi çevresel nedenlerle git gide kirlenmekte ve tükenmektedir. Her yıl milyonlarca ton plastik atıklar, su kaynaklarını kirletmektedir. Önümüzdeki 30-40 yıl içerisinde, bu atıkların ağırlığının, balıkların ağırlığından daha fazla olacağı öngörülmektedir.

Ülkemiz yetersiz su kaynakları nedeniyle su sıkıntısı çeken ülkeler grubunun içindedir. Ülkemizin yıllık tüketilebilir su potansiyeli 115 milyar m3 olduğu düşünüldüğünde, kişi başına yıllık tüketilebilir su potansiyelimizin yaklaşık 1.500 m3 olduğunu görebiliriz. Bu değer ise uluslararası ölçütlere göre ülkemizin “su azlığı” yaşayan veya diğer bir anlatımla “su stresi” içindeki ülkeler arasında olduğunu göstermektedir. Küresel iklim krizini de göz önüne alarak yapılan, geleceğe dönük tahminlere göre 2030 yılında, kişi başına yıllık tüketilebilir su potansiyelimizin 1000 m3 civarına düşeceği ve “su fakiri” ülkeler sınıfında yer alacağımız ortaya konmaktadır. Buna karşın, ülkemizin zaten yetersiz olan içme suyu kaynakları gerektiği gibi korunmamakta; madenciliğe, endüstrileşmeye ve çarpık kentleşmeye feda edilmektedir. Çok sayıda bölgemizde içme suyu havzalarının üzerinde maden ruhsatları verilmiş, endüstriyel tesislerin kurulmasına göz yumulmuş; hatta içme suyu havzaları imara bile açılmıştır. Diğer taraftan Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) verilerine göre 2021 Türkiye’sinde belediye sınırları içinde yaşayanların ancak %60’ına içme ve kullanma suyu arıtma tesisinde arıtılmış; güvenilir içme suyu sağlanabilmektedir. Belediye bölgelerinde yaşayan nüfusumuzun %40’ına ise yerüstü ve yeraltı su kaynaklarından gelen su basit fiziksel arıtmadan bile geçmeden tükettirilmektedir. Bu durum nedeniyle ülkemizde su kaynaklı salgınlar görülmektedir. Oysa içme ve kullanma suyu kaynaklarının yarısını barajlar, göl ve nehirlerin oluşturduğu bir ortamda içme ve kullanma suyunun bırakın doğrudan içme suyu sistemlerine verilmesini; fiziksel ve konvansiyonel arıtılması bile insan sağlığı açısından güvenilir değildir. Toplumumuzun tüketimine sunulacak suyun gelişmiş arıtmaya tabi tutulması şarttır. Ayrıca kentsel atık suyun ise kirliliğe neden olmayacak düzeyde arıtılarak doğal ortama geri verilmesi şarttır.

Suyun metalaşması, suya erişememe, su kaynaklarının kirletilmesi, suya dayalı dengesiz üretim gibi sorunların kaynağı; dünya kapitalist sistemidir. Dolayısıyla kapitalizmin sunduğu çözümler, kapitalizmin kendi yarattığı krizleri ranta çevirmesinden öteye gitmeyecektir. Su kaynaklarının bütün canlılar için korunması, insanların güvenli ve parasız suya erişimi; ancak küresel çapta bir “su hakkı mücadelesi” ile mümkün olabilecektir.  

Yaşadığımız pandemi günleri, suyun önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Maske kullanımı, mesafe ve ellerin sık sık yıkanması önerileri yapılırken yeterli, güvenilir ve parasız suyun insanlara sağlanması gerekir. Oysa yine TUİK’in verilerine göre yıllık su tüketimi ülkemizde kişi başına bölgelere göre değişmekle birlikte; 35-40 m3’ü geçmemektedir. Buna karşın üyelik görüşmelerini sürdürdüğümüz Avrupa Birliği ortalaması yıllık 100 m3’ün üzerindedir. Üstelik birçok Avrupa kentinde çeşmelerden akan güvenilir su ücretsizdir. O nedenle artık belediyelerimiz içilebilir suyu çeşmelerden akıtmalı, damacana şirketlerine de para ödemek zorunda bırakılmamalıyız. Ayrıca son yıllarda bazı büyük kentlerimizde hazırlıklarını gördüğümüz “suyun özelleştirilmesi ve ticarileştirilmesi” ile ilgili girişimlerden de derhal vazgeçilmelidir.

Ülkemizde yaşayan her bireyin güvenilir ve temiz suya kolay ve parasız ulaşım hakkı olmalıdır. Bunun için planlı ve ihtiyaca yönelik su, gıda ve enerji politikaları oluşturulmalıdır. Ayrıca zaten yetersiz olan tatlı su kaynaklarımız madencilik, endüstrileşme ve çarpık kentleşme tehditlerinden korunmalı, su havzalarımız her türlü imara kapatılmalıdır.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Türk Tabipleri Birliği Halk Sağlığı Kolu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi