PSİKİYATRİK SORUNU OLAN ASKERLİK YÜKÜMLÜLERİYLE İLGİLİ PROTOKOL

Sağlık Bakanlığı ile Milli Savunma Bakanlığı arasında imzalanan ve imzalandığı andan itibaren yürürlüğe girmiş olan “Psikiyatrik Sorunu Bulunan Askerliğini Yapmamış Vatandaşlarımızın Kimlik ve Hastalıklarının Askerlik Şubelerine Bildirilmesine İlişkin Protokol” 2. 8. 1999 tarihinde ve Sağlık Bakanlığı Tedavi Hizmetleri Genel Müdürlüğü’ nün 12639 sayılı genelgesiyle Valiliklere gönderilmiştir. Sözü edilen protokole ve uygulamalarında çıkabilecek durumlara ilişkin, son derece önemli etik kaygılar duyan TTB Etik Kurulu bu konuda görüşlerini dile getirmeyi hem hekim hakları, hem de hasta hakları açısından bir zorunluluk olarak görmektedir.

Söz konusu protokolde bir çok kez psikoloji ve psikiyatri kavramlarının birbirine karıştırılarak, farklı biçimlerde ve farklı anlamlar atfedilerek kullanıldığı dikkat çekmektedir. Protokolün hazırlanması sürecinin oldukça kısa tutulduğu ve teorik bir temelden oldukça uzakta bulunulduğu göze çarpmaktadır. Bu noksanlık, aynı zamanda, böyle bir protokolün bu şekilde hazırlandığını ve başta hekimler olmak üzere tüm taraflar ve kamuoyu için bir dayatma niteliği taşıdığını da düşündürtmektedir.

TTB Etik Kurulu’ nun 1994’ ten bu yana, çeşitli vesilelerle dile getirdiği temel noktalardan biri, “hekim - hasta ilişkisinin gizlilik boyutunun, titizlenilerek korunması gereken bir öğe” olduğudur. Tıbbın evrimi boyunca varlığını koruyan bu özellik, günümüzde hasta kayıtlarının bilgisayar ortamlarında tutulması, ya da medyanın hastalara ait bilgilere yayınlarında yer vermesi gibi, bir çok farklı görünüme bürünmüştür. Ancak, “güven temeline dayalı bir hekim - hasta ilişkisi” nin varlığını sürdürebilmesini ve bir ölçüde tıp kurumunun saygınlığını korumasını sağlayan önemli etkenlerden biri, gizliliğe sadık kalınmasıdır. Gerek ulusal düzeydeki, gerekse uluslararası düzeydeki pek çok metnin, bildirgenin ya da mevzuat örneğinin hem içeriğinde, hem de ruhunda bu özelliğe rastlamak mümkündür. Oysa sözü edilen protokol ile, tıp kurumunun ön kabullerinden birisi olan, hastaların mahremiyetine saygı duyulması ve korunması dikkate alınmamıştır. Protokolün ve ilgili genelgenin içeriğinde yer verdiği, “tüm kayıtların gizli ibaresiyle tutulacağı” biçimindeki açıklamalarının teoride kalacağı ve gerçekleşmeyeceği, ülkemizdeki genel yazışma işleyişi göz önüne alınırsa, hemen kestirilebilir bir sonuçtur. Bu nedenle, ilgili protokolün hekim - hasta ilişkisinde mahremiyete saygı gözetmeyen ve buna pek önem vermeyen bir tutum sergilediği söylenebilir. Bu durum, söz konusu protokolün tıp etiği açısından kabul edilemez niteliklerinden birisidir. Bir başka deyişle, dünyada ve ülkemizde bazı hastalıkların bildirimini zorunlu kılan uygulamaların temel amacı, özellikle toplum sağlığı açısından önem taşıyan hastalıkların belirlenmesidir. Epidemiyolojik değerlendirme, hastalık bildirimlerinde asıl amaç olmalıdır. Oysa bu protokolde amaç “askerliğe elverişli olmama kararının önceden alınması” ve bu insanların “stigmatizasyonu” dur.

Askerlik hizmeti gibi, belirgin hiyerarşinin egemen olduğu ve yaratacağı gerginlik ile psikotik nitelikteki kişilerin bu ortamda bazı tehlikeli durumlara neden olabileceği ve bu durumun, özellikle askeri yetkililer açısından, önlenmesi gereken bir tablo olarak değerlendirilebileceği açıktır. Ancak, ordunun silah altına alacağı “sağlıklı” bireyleri seçmesinde, bu protokol ile, hekimlere yüklenen rolün hem abartılı olduğu, hem de yer yer hekim kimliğine ters düşecek yönler içerdiği açıktır. Böyle bir protokolü işletmek yerine, Milli Savunma Bakanlığı’ nın kendi içerisinde ruh sağlığı hizmeti veren / verecek birimlerini sayısal açıdan arttırması ve gerekiyorsa niteliksel açıdan donanımlı hale getirmesi daha işlevsel ve çok daha “sağlıklı” olacaktır kanısındayız.

Askerlik çağındaki gençlerde “gelip geçici” karakter taşıyan kimi ruhsal kökenli hastalıkların, hekimler eliyle ihbar ediliyor olmasının yaratacağı bir başka olumsuz durum da, bu gençlerin kalıcı olmayacak kimi ruhsal sıkıntılar için etik dışı bir biçimde damgalanmış olmalarıdır.

Psikiyatriye yönelik haksız önyargının beslenmesi de, yukarıda dile getirilen protokol ile birlikte doğacak, arzu edilmeyen ancak kaçınılmaz sonuçlardan biri olabilir. Toplumsal düzeyde ruhsal sorunlara ve ruhsal sorunu olanlara ilişkin yersiz çekinmeler, önyargılar varken ve bu durum zaten insanların psikiyatri uzmanlarına   başvurusunu sınırlandırırken, böyle bir protokolün varlığı başvuruları daha da kısıtlayacak ve güven sarsıcı olabilecektir. Tıp dışı yöntemlere yönelme, bilim dışı akımlara ve kişilere başvurulması gibi hiç arzu edilmeyen bir mecraya sapılması da, psikiyatri özelinde, karşılaşılabilecek sorunları ağırlaştıracaktır.

Söz konusu protokolün “3. Esaslar” bölümünde A maddesinde bildirimin “hasta, veli veya vasilerinin rızası alınarak” yapılmasına ilişkin bir ifade bulunmaktadır. Burada genel olarak tıp etiğine ve hasta haklarına uygunmuş gibi bir izlenim alınmaktadır. Oysa, hekim - hasta ilişkisinin başlangıcında, hekim daha muayeneye başlamadan, saptayabileceği rahatsızlığa göre, rıza alınarak veya alınmadan bildirimde bulunmak durumunda olduğunu hastaya veya velisine , vasisine söylemek zorundadır. Böyle bir zorunluluk; bir hasta hakkı olarak hastanın görüşmeye devam etmemesine, bir başka deyişle hekim - hasta ilişkisini bitirmesine neden olabilir. Uzmanların “güven kazanmanın ve olumlu tedavi edici ilişki kurmanın son derece güç olduğunu” belirttikleri bu yaş grubunda, daha muayeneye başlamadan bu tür olumsuzlukların yaşanmasının “ bireylerin tedavi olma hakkı” nı zedeleyeceği açıktır. Bu açıdan da Etik Kurulumuz protokolün ciddi bir sakınca taşıdığı kanısındadır. Yine 3. Bölümün B Maddesindeki “askeri ortamda kendisinin ve bulunacağı toplumun can ve mal güvenliğini tehlikeye sokabilecek hastaların rızası alınmaksızın hekim tarafından re’ sen bildirimi yapılacaktır” ifadesi hekimden hekime farklı algılanabilecek, dolayısıyla öznel olarak değerlendirilebilecek bir durumu anlatmaktadır.

Sonuç olarak; “Askerlik Çağı Öncesinde Ruhsal Sorun Yaşayan Gençlerin Sağlık Bakanlığı Aracılığıyla Milli Savunma Bakanlığı’na Bildirilmesi Konusunda İmzalanmış Bulunan Protokol” hekim - hasta ilişkisinin temel ve gerek koşullarından birisi olan mahremiyeti ortadan kaldıran, psikiyatriye yönelik varolan yersiz toplumsal önyargıyı besleyen ve tıp dışı uygulamalara yöneltebilecektir. Ayrıca, askerlik öncesi yaş döneminde görülebilecek birtakım kalıcı olmayabilecek bozukluklar nedeniyle, gençler haksızlığa ve damgalanmaya (stigmatizasyona) maruz kalacak ve ayrıca tüm bu etik sakıncaların yanı sıra, askerlik hizmetinden kurtulma düşüncesi olan çeşitli düzeydeki ve farklı olanaklara sahip aileler için bu durum kötüye kullanılabilecektir. Bütün bu görünür sakıncalarından dolayı, Türk Tabipleri Birliği Etik Kurulu olarak, “Askerlik Çağı Öncesinde Ruhsal Sorun Yaşayan Gençlerin Sağlık Bakanlığı Aracılığıyla Milli Savunma Bakanlığı’ na Bildirilmesi Konusunda İmzalanmış Bulunan Protokol” ün, bu biçimiyle kabul edilemez olduğu kanısındayız.