MEDYA VE SAĞLIĞA YÖNELİK PROGRAMLAR

       Genel olarak medyada sağlık ve hastalık olgusuyla ilgili kavramların, oldukça farklı amaçlarla işlendikleri görülmektedir. Bunlardan bir bölümü, bir hastalığın tanı ve tedavi yöntemlerinin anlatılması, yeni tedavi yöntemlerinin kamuoyuna duyurulması, tıbbi uygulamalar karşısında 'mağdur' duruma düşen hastalara dikkat çekilmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu son durumda kimi zaman gerçekten uygulama hatalarına yer verilirken, kimi zaman da olası komplikasyonların hekim ya da sağlık personelinin suçlanması amacıyla kullanıldığı da görülmektedir.

       Medyada bu konuların işlenme biçimlerinden birisi de, hekimlerin televizyon ekranlarından hasta ya da hasta olduğu kanısını taşıyan kişilere danışmanlık hizmeti vermesidir. Bu biçimde bir 'hizmet' çok uzun yıllardan beri gazete sütunlarında 'sessiz sedasız' sürüp giderken, görsel iletişimin ön plana çıktığı günümüzde, bazı program yapımcıları tarafından biraz daha farklılaştırılarak sunulması uygun görülmektedir. Bu farklılaşma yapımcıların çoğu kez 'kadın kuşağı' adını vererek, kadın izleyicilere yönelik hazırlamış oldukları programlarda sağlığın korunması, hastalık belirtilerinin tanıtılması ve bu durumlarda nereye başvurulacağının belirtilmesi biçiminde bir yönlendirmeyi içermektedir. Benzer programların, hekimlerin yanısıra nerdeyse çoğu kez 'kadrolu astrologlar' da çalıştırıyor olmaları, onların potansiyel izleyicilerini bilime mi, yoksa bilim dışı avuntulara mı yönlendirdiği konusunda ciddi kaygılar uyandırmaktadır. Bu kaygıların yanı sıra bu tür programların bir ölçüde aydınlatıcı hizmet verdikleri de düşünülebilir. 'Hastaların' çoğu zaman canlı telefon bağlantılarıyla katıldıkları bu programların, insanlarımıza yine bir ölçüde 'kendilerini ifade etme deneyimi ve özgürlüğü' kazandırdığı bile savunulabilir.

       Ancak tüm bu programlarda, etik açıdan dile getirilmesi gereken sorun insan onuruna ve kişiliğine saygı duyulması konusunda gereken duyarlılığın gösterilmediğidir. Kendi gelecekleri açısından umut beklentisi içinde olan 'hastaların', izleyicilerde duygu sömürüsü yapacak biçimde 'teşhir edilmeleri' kabul edilemez bir durumdur. Benzer saptamalar ruh hastalıklarının konu edildiği programlar için de yapılabilir. Bu tür yayınların benzerleri arasından öne çıkaran özelliği, sosyokültürel bağlamımızda ruh hastalıklarına yönelik genel algıların ve önkabullerin bulunmasıdır. 'Hastaların ilk isimleri ve nereden aradıkları' bilgisi tüm izleyiciler tarafından bilinirken, yakınmalar başvuranların kendi seslerinden dile getirilmektedir. 'Herkesin gözü önünde cereyan eden' bu hekim-hasta ilişkisinde hasta gizliliğinin zedelenmesi söz konusu olmaktadır. Bu zedelenme olasılığının özellikle küçük yerleşim birimlerinde yaşayan insanlar için daha belirgin olması kaçınılmazdır.

       Çağlar boyunca hekim-hasta ilişkisi güven temeline dayalı sürdürülen bir ilişki biçimi olmuştur. Bu güvenin ağırlıklı olarak üzerinde durduğu temel, başvuran kişinin hastalığı dolayısıyla dile getirdiği bilgilerin gizliliğine saygı duyulacağı ön kabulüdür. Teknolojinin iletişim biçimlerini çeşitlendirerek farklılaştırması ve bu arada insan topluluklarının geçirdiği kültürel değişim, elbette hekim-hasta ilişkisinin de biçim değiştirmesine neden olmaktadır. Bu gerçeğin farkında olarak, özellikle ruh hastalıklarının söz konusu edildiği durumlarda, çok daha duyarlı ve çok daha titiz olunması gereklidir. Aksi takdirde, 'hastaların uğrayacağı zarar', onlara yönelik yarar beklentisinden daha fazla olabilecektir. Program izleyicilerinden benzer yakınmaları olan kişilerin, o çerçevede o hasta için dile getirilen önerileri yeterli bularak hekime başvurmaktan vazgeçebilecekleri ve böylece bilimsel tıbbın ve psikiyatri hastasına özgün hekim-hasta ilişkisi ortamının dinamiklerinden yararlanamayacak olmaları da hatırda tutulması gereken önemli bir başka boyuttur.

       Bütün bunların yanı sıra sağlık alanında ülkemizde yaşanan medya kaynaklı sorunların ana başlıkları özetle şöyle sıralanabilir:

       1-Olmayan bir tedavi yönteminin varmış gibi gösterilmesi,

       2-Daha az etkin ya da artık kabul edilmeyen yöntemlerin halen etkin bir yöntem olarak gösterilmesi,

       3-İşlenen konularda eksik haber verilmesi,

       4-Bilinçli olarak konunun saptırılması,

       5-Kişisel kusurların tüm meslek çalışanlarına mal edilmesi,

       6-Bilimin ve günün gerisinde kalmış haberlerin verilmesi,

       7-Toplumda yanlış rol modellerinin benimsenmesinde yönlendirici olunması

       Medya çalışanlarının kendi özdenetimini sağlayabilmesi için, her alanda, özellikle sağlık gibi medyaya sıkça konu olabilen öteki alanlardan medyaya güncel ve sağlam bilgi akışının sağlanması gerekmektedir. Bunu sağlamak için şunlar önerilebilir:

       1-Sağlık çalışanları, bireysel çabalarıyla yürütebilecekleri meslek örgütleri tarafından da, medya kuruluşlarına doğru bilgileri yoğun biçimde aktarmaları yönünde özendirilmeli ve desteklenmelidirler.

       2-Meslek gruplarının yönlendirmesi altında medya çalışanlarının da katılımlarıyla ortak çalışma grupları oluşturulmalıdır. Bu gruplar yayımlanan haberleri gözden geçirip, yine medya aracılığı ile yanlışları düzeltme ve doğru haberleri özendirme yoluna gitmelidirler.

       3-Sağlık alanında uzman olan kişilerin, medya kuruluşlarında bu konularla ilgili haberlerin yapımında etkin olmaları amacıyla eğitim programları geliştirilmelidir. Hatta bu iki sektörün birlikte yürüteceği çalışmalar ve kurslarla 'sağlık haberleri konusunda uzmanlaşma' sağlanmalıdır.

       4-Zaman zaman sağlık çalışanlarının olumsuz örnekleri medyada yer almaktadır. Bunları sergileyen doğru haberler doğrultusunda, sağlık çalışanlarının kendi özdenetimlerini ve özelleştirilerini yapmaları gereklidir. Bu konu sağlık meslek örgütlerince sık sık gündeme getirilerek, uyarılar yapılmalı, gerekirse izleme ve yaptırımlara başvurulmalıdır.