Çocuk ve Ergenlere Başörtüsü Düzenlemesi Bir Özgürlük Konusu Değildir, Önemli Sakıncaları Vardır

Türk Tabipleri Birliği ve Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Derneği, ortaöğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin düzenlemeyle ilgili olarak ortak basın toplantısı düzenledi. TTB'de bugün (29.09.2014) düzenlenen basın toplantısında, çocuk ve ergenlere yönelik başörtüsü düzenlemesinin bir özgürlük konusu olmadığı ve çok ciddi sakıncaları olduğu vurgulandı. Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Başkanı Dr. Bayazıt İlhan, TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Özden Şener, TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Şeyhmus Gökalp ile Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Derneği Başkanı ve aynı zamanda Avrupa Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi Derneği YK üyesi ve Uluslararası Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi ve İlişkili Meslekler Birliği Genel Sekreteri Prof. Dr. Füsun Çuhadaroğlu Çetin katıldılar. 

 

29.09.2014

BASIN AÇIKLAMASI

Çocuk ve Ergenlere Başörtüsü Düzenlemesi Bir Özgürlük Konusu Değildir, Önemli Sakıncaları Vardır

Ortaöğretim kurumlarında başörtüsünün serbest bırakılmasına ilişkin düzenlemenin kamuya bir özgürlük olarak açıklanması, ülkemizde çocuk ve ergenlerin ruh sağlığını korumak ve sağlıklı gelişmelerinden sorumlu olan bir meslek  grubu olarak konuya ilişkin bilimsel veriler ışığında açıklama yapmak ve kamuoyunu aydınlatma gereğini doğurmuştur.

Çocukluktan erişkinliğe geçişteki büyüme ve olgunlaşma ergenlik döneminin sonuna kadar sürer. Ergenlik dönemi erişkin kimliğinin oluşumuna hizmet eden bir gelişim basamağıdır. Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi 18 yaşın altındaki herkesi çocuk kabul etmektedir. Aslında ruhsal gelişim bakımından, ergenlik daha ileri yaşlara kadar sürmekte, ülkemizde yapılan çalışmalar bu sürecin 24-25 yaşlara kadar devam ettiğini göstermektedir. Ergenlik döneminde çocuğun kendini nasıl algıladığı ve akran grubu içinde nasıl algılandığı yaşam boyu kimliği ve ruh sağlığı açısından çok önemlidir.

Çocuk ve ergenlerin ruhsal gelişimini inceleyen bilimsel araştırmalar göstermiştir ki; beşinci sınıfa başlayan çocukların (ortalama10 yaş) henüz soyut düşünme becerileri gelişmemiştir. Bir ergenlik özelliği olan soyut düşüncenin gelişimi genel  olarak 12 yaşından itibaren başlamakla birlikte, çoğu çocuk için bu süreç daha sonra da olabilmektedir. Bu nedenle soyut bir konu olan dinin ve dinî kavramların 10-18 yaş aralığındaki çocuklar tarafından özümsenmesi ve kendi yaşamlarıyla ilgili kararları vermeleri beklenemez. Bu bağlamda 10 yaşındaki bir çocuğun baş örtmeye karar vermesi kendi özgür düşüncesiyle aldığı bir karar olamayacaktır. Ortaöğretim çağı çocuğu başörtmenin soyut dini gerekçelerini henüz tam olarak kavrayamayacağından ailesi ve/veya okulundaki erişkinlerin etkisi altında kalarak başörtme gerekçelerini benimsemek zorunda kalacaktır. Dolayısıyla çocukların ne gerekçe ile başlarını örtmelerinin istendiği, çocuğun durumu anlamlandırması açısından çok önemlidir. Muhtemeldir ki bu durum günah kavramı çerçevesinde açıklanmaya çalışılacaktır. Günah kavramı çocukların gelişim düzeylerindeki soyut algılama özellikleri kapsamında doğrudan suç işlemeyle ve suçluluk duygusuyla ilişkilendirilen bir kavramdır ve günah işlememek için başlarını örtmek zorunda kalmaları, bunu yapmazlarsa  kendilerini her an suç işleyebilecek gibi hissetmelerine, yani potansiyel suçlu gibi algılamalarına yol açacaktır. Bilimsel olarak çok önemli bir gerçek, erken yaşta aşılanan suçluluk duygularının çocuk ve gençlerin gelişimini olumsuz etkilediği, kendilerine güven duymalarını azalttığı, özgür ve yaratıcı düşünme kapasitelerini kısıtladığı ve ileriki yaşamlarında ruhsal hastalıklara yakalanma risklerini arttırdığıdır. Çocukluk yaştan başlayarak kapasitelerinin önüne engeller çekilerek yetiştirilen çocukların ileriki dönemlerde kimlik gelişimleri de olumsuz etkilenecek, kendine güvenleri az ve girişimcilik duygusundan yoksun gençler yetişmesine yol açılacaktır. Oysa biliyoruz ki ülkelerin gelişmesi ve kalkınması o ülkede yetişen yaratıcı düşünceye sahip insanlar tarafından sağlanmaktadır. Bu uygulama sadece kız çocuklarını bu açıdan  bir yoksunluk durumu içine sokacak bir gelecek çizmektedir. Amaç kızları özgür ve yaratıcı düşünceden uzak tutup bu görevi sadece yetişen erkek çocuklara bırakmak değil ise bu uygulamanın sonuçlarının bu bilimsel gerçekler çerçevesinde politika uygulayıcılar tarafından yeniden değerlendirilmesi gerekir. Amaç buysa da tehlike daha büyük görünmektedir; şöyle ki, bu ülkedeki erkek çocukları yetiştirecek olanlar da geleceğin annesi olacak bu kız çocuklardır. Bizde ve tüm dünyadaki araştırmaların ortak olarak ortaya koyduğu bir bilgi çocuk gelişimi üzerinde en etkili kişilerin anneler olduğudur. Kendine güven duygusu kısıtlanmış, kendini potansiyel suçlu olmaktan korumaya odaklanmış, yaratıcı düşünceden yoksun kalmış annelerin bu ülkeye kendine güvenli, girişimci ve yaratıcı gençler yetiştirmesi beklenemez. Bu durum insanların erişkin yaşta (ergenlik dönemini bitirdikten sonra) başlarını kapatma kararı almalarından farklıdır. Ancak 9-10 yaşta olan çocuklara böyle bir uygulama getirilmesinin hiçbir şekilde özgürlük olarak tanımlanamayacağı açıktır.

Başörtüsü takma, kız ve erkek çocuğuna kimliklerinin henüz geliştiği bir dönemde kızların erkeklerden sosyal anlamda farklı olduklarını, kız çocuğunun artık cinsel bir nesne durumuna geldiği mesajını da verecektir. Gelişim düzeyi bakımından cinselliği de henüz bilmeyen ve toplumsal anlamını tam olarak kavrayamayacak olan çocuklar bu uygulamayla gereğinden erken bir yaşta cinsellik konusuna ilişkin sorgulamalara maruz bırakılacaklardır. Bu yaşlarda cinselliği de sağlıklı biçimde anlamaları, algılamaları ve kimlikleriyle bütünleştirmeleri mümkün değildir. Dolayısıyla kafalarını karıştırıp kaygılar ve korkular yaratacak ve ruhsal hastalıkların görülme riskini artıracaktır. Bu durum, kız çocuğunun kendi toplumsal, cinsel, eğitimsel ve mesleki geleceğine ilişkin kararlarını da kısıtlayıp, eğitime ve meslek edinmeye ilgisini azaltabilir.

Ayrıca henüz ergenliğe dahi girmemiş çocuklar baş örtme / örtmeme gerekçelerini birbirlerine anlatmakta güçlük çekecekler, özellikle başını örten ve örtmeyen kız çocukları akran baskısı hissedeceklerdir. Oysa ülkemizin de onayladığı ve yasal olarak sorumlu olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Bildirgesi’nin 1. ilkesi “çocukların haklarından din, dil, ırk, renk, cinsiyet, milliyet, mülkiyet, siyasi, sosyal sınıf ayırımı yapılmaksızın yararlanması” gerektiğini belirtirken 7. ilkesi “genel kültür ve yeteneklerini, bireysel karar verme gücü, ahlaki ve toplumsal sorumluluğu geliştirecek ve topluma yararlı bir üye olmasını sağlayacak eğitim hakkına” vurgu yapar; 10. ilkesi de “Çocuk ırk, din ya da başka bir ayrımcılığı teşvik eden uygulamalardan korunacaktır” der. Dolayısıyla ortaöğretimde başörtüsünün çocuklar arasında ayrımcılık yaratacağı ve söz konusu uygulamanın Çocuk Hakları Evrensel Bildirgesi’ne de aykırı olduğu açıktır.

Türkiye’deki hekimler ve alanın uzmanları çocuk ve ergen psikiyatristleri olarak bilimsel gerçekleri paylaşmayı ve bu uygulamanın getireceği olumsuz ruhsal sonuçlara yönelik endişemizi dile getirmeyi, çocuklara, ergenlere, ailelere ve topluma karşı sorumluluğumuzun bir parçası olarak görüyor, politika uygulayıcıları bilimsel gerçekler çerçevesinde düşünmeye ve uygulamaya davet ediyor ve bu uygulamanın kaldırılmasını bekliyoruz. 

 

Türk Tabipleri Birliği

Türkiye Çocuk ve Genç Psikiyatrisi Derneği