Gündemdeki Sağlık Torba Yasası'na İlişkin Öğretim Üyelerimize Önemli Duyuru

altSağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nce, tüm Üniversite Rektörlüklerine gönderilen 24 Ekim 2013 tarihli yazı ile Sağlık Bakanlığı ve Bağlı Kuruluşlarının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı’nın üniversiteler ilgili hükümleri hakkındaki görüşlerin 30 Ekim 2013 tarihine kadar gönderilmesi istenmektedir.

Öncelikle belirtmek isteriz ki yapılması öngörülen Yasa düzenlemeleri, bu alanın sosyal tarafları ile bir araya gelinerek görüşleri ve değerlendirmeleri alınmadan hazırlanmış; gerek Hükümet Teklifi haline getirilmesi aşamasında, gerekse Plan ve Bütçe Komisyonunda görüşülmesi sırasında üniversitelerin, meslek kuruluşlarının, sendikaların görüşleri alınmamıştır. Hazırlanan metnin Kanun Tasarısı olarak  TBMM gündemine alınmasından sonra ve son anda ertelenmekle birlikte gündemde bekletildiği bugünlerde Tasarı hakkında görüş istenmesi, üstelik bunun hafta sonu ve resmi tatil günleri de göz önünde tutulduğunda neredeyse yarım günlük bir zaman dilimine sıkıştırılması, Sağlık Bakanlığı’nın ciddi olmadığını düşündürmektedir. Bu aşamada ve bu şekilde üniversitelerden görüş istenmesi, kamuoyunun bu yöne ilişkin eleştirilerini bertaraf etmek ve yasalaşması beklenen düzenlemeleri meşrulaştırmak amacıyla yazılmış göstermelik bir yazı olarak değerlendirilmektedir.

Bununla birlikte Kanun Tasarısının üniversiteleri ilgilendiren düzenlemeleri hakkındaki genel düşüncelerimizi kısaca paylaşmakta yarar görüyoruz.

Tasarı ile bir kez  daha tıp fakültesi öğretim üyelerinin mesai sonrasında mesleklerini serbest olarak icra etme hakkı ortadan kaldırılmaktadır.

Bilindiği gibi hekimlerin çalışmalarına sınırlandırma getiren ilk düzenlemeler, 5947 sayılı Üniversite ve Sağlık Personelinin Tam Gün Çalışmasına ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile yapılmıştır. Bu Kanunun bazı hükümlerinin iptali istemiyle açılan davada Anayasa Mahkemesi; sağlık hizmetlerinin doğrudan yaşam hakkı ile ilgili olması nedeniyle diğer kamu hizmetlerinden farklı olduğu, mahiyeti itibarıyla ertelenemez ve ikame edilemez bir özelliğe sahip olduğu, insanın en temel hakkı olan sağlıklı yaşam hakkı ile bu yaşamın sürdürülmesindeki yeri tartışmasız olan hekimin statüsünün de bu çerçevede değerlendirilerek diğer kamu görevlileri ile bu yönden farklılığının gözetilmesi gerektiği, bu durum dikkate alınmaksızın hekimlerin çalışma koşullarının kuralda belirtildiği şekilde sınırlandırılmasının bireylerin yaşam hakkını zedeleyici nitelikte olduğusonucuna varmıştır.

Anayasa Mahkemesi’nin kararında ayrıca; Anayasa’da üniversitelerin, bilimsel çalışmaların yapıldığı ve bilimin öğretildiği kurum olarak nitelendirilip bilimsel ve idari özerkliğe sahip kılınarak diğer kamu kurumlarından farklı değerlendirilmiş, öğretim üyelerine de kamu görevlisi olmakla birlikte genel sınıflandırma içinde ayrı bir yer verilerek kendilerine özgü önem ve değerde bir meslek sınıfı olduğunun belirtilmiş olduğuna, öğretim üyelerinin bu konumları dikkate alındığında bunları diğer kamu görevlileri gibi değerlendirmenin de mümkün olmadığına vurgu yapılmış; iptali istenen benzer sonucu doğuran düzenleme ile üniversitelerin bilim verilerini yaymak, ulusal alanda gelişime ve kalkınmaya destek olmak, ülkeye ve insanlığa hizmet etmek gibi görevlerini yerine getirmesinin engellendiği ifade edilmiştir.

Bugün Mecliste bekleyen Tasarı düzenlemesinin, Anayasa Mahkemesi’nin bu kararında belirtilen öze uygun olduğunu söylemek olanaklı değildir.

Tasarıda,  aynı amaca yönelik olarak hazırlanmış olan önceki Yasa düzenlemelerinden farklı olarak “sözleşmeli öğretim üyesi” kavramı ortaya atılmaktadır. Ancak böyle bir çalışma biçimi, üniversitelerin temel niteliklerine uygun düşmeyecektir.

Zira Anayasa’da ve 2547 sayılı Yasa’da üniversiteler, bilimsel özerkliğe sahip kurumlar olarak tanımlanmıştır. Burada sözü edilen “bilimsel özerklik”, Anayasa Mahkemesi kararlarında “siyasal çevrelerin, özellikle iktidarların ve ayrıca çeşitli baskı gruplarının, üniversite çalışmalarıyla öğretim ve eğitimini etki altında tutabilmeleri yolunu kapatmak ve bu faaliyetlerin bilimsel gerekler ve gereksinmelerden başka, herhangi bir dış etkiden uzak kalacak bir ortamda sürdürülmesini sağlamak”  olarak açıklanmıştır.[1]  Bilginin ve gerçeğin açığa çıkarılması, bilimin özgürce üretilmesi bilimsel özerklik ile mümkündür. Bilimsel özerkliğin sağlanabilmesi ise “akademik özerklik” ile sıkı sıkıya bağlıdır. “Akademik özerklik”, üniversitelerin misyonuna uygun olarak her türlü  konuda özgürce karar almasını sağlayan kurumsal özgürlüğü ifade eder. Bu sayede, siyasi otorite ve bürokratlar üniversitelerin alacağı kararlarda etkili olamazlar. Akademik özerkliğin varlığı ise ancak akademik yapıyı oluşturan öğretim üyelerinin mesleki bağımsızlığının sağlanması ile mümkün olabilir.

Sözleşmeli çalışma biçimi, öğretim üyelerinin “iş güvencesiz” çalışmaları anlamına gelecektir. Böyle bir ortamda mesleki bağımsızlıktan söz etmek olanaklı değildir. Toplum yararına bilim üretecek öğretim üyelerinin her an sona erebilecek sözleşme ilişkisi içinde, bilgisini korkmadan kamunun hizmetine sunmaları mümkün olamayacaktır. ABD başta olmak üzere benzeri yöntemin uygulandığı ülkelerde sözleşmeli istihdam yöntemi kabul edildikten sonra güvencesiz çalıştırma modelinin asli yöntem haline hızla dönüştüğü,  özgür düşünceli, bilimi halk yararına, insanlık yararına sunmak isteyen öğretim üyelerinin işsiz kaldığı bilinmektedir.

Kuşkusuz insanların sağlığının korunmasını, geliştirilmesini ve bozulduğunda geri kazanılmasını sağlayacak hekimlerin yetiştirilmesi amacına yönelik olan tıp eğitiminin nitelikli olarak verilmesi, yaşamsal öneme sahiptir. Teorik ve pratik eğitim faaliyetinin en iyi şekilde sürdürülmesi, öğretim elemanlarının uyumlu ve birlikte çalışmalarını zorunlu kılar. Bunun sağlanabilmesi için çalışma başırışını bozabilecek uygulamalardan kaçınmak gerekir.

Yasa tasarısında belirtilen şekliyle öğretim üyeleri, kadrolu ve sözleşmeli öğretim üyeleri olarak ayrılarak farklı yetkilere sahip kılınmakta; bir yanda öğretim üyesi olmanın sağladığı tüm haklarını kullanabilen bir öğretim üyesi grubu ve bir yanda ise akademik sorumluluk alamayacak, rektörlük seçimlerinde oy kullanamayacak öğretim üyeleri tanımlanarak aralarında bir çeşit statü farkı yaratılmaktadır. Bu durumun yanısıra Tasarıda sözleşmeli olan ve olmayan öğretim üyeleri arasında farklı ücretlendirme biçimlerinin de yaratılmış olması karşısında, anılan düzenlemelerin akademik ortamda çalışma barışının bozulmasına yol açacağı şimdiden öngörülebilir durumdadır.

Öte yandan, tıp fakületlerinin başta gelen kuruluş amaçları arasında “araştırma” faaliyetleri önemli bir yer tutmaktadır. Tasarı düzenlemesi, uzun soluklu çalışmalar olan klinik araştırmalarda, süreli sözleşmeyle çalışan öğretim üyelerinin yer almasını neredeyse olanaksız kılmakta; sözleşmeli öğretim üyeleri bu alanın dışına itilmektedir.

Tasarıda yer alan, tıp ve diş hekimliği fakültelerinin kadrolarında çalışan öğretim üyelerinin bir yılı geçmeyen kurumsal sözleşme yapılmak ve geliri üniversite döner sermayesi hesabına kaydedilmek şartıyla, belirli süre ile veya belirli işleri yapmak üzere özel sağlık kuruluşlarında veya vakıf üniversitesi hastanelerinde çalıştırılabileceklerine dair düzenleme ise; görevlendirmeyi yapacak olan üniversitelerin işleyişini olumsuz etkileyecebilecek, akademik yapıyı tahrip edebilecek bir düzenleme olarak değerlendirilmektedir.

Ayrıca, Tasarı beklentimizin aksine iyi hekimliğin önünde ciddi bir engel olarak duran ve tıp fakültelerinin temel özelliklerine ve doğasına aykırı olan performansa dayalı ücretlendirmeden vazgeçilmesine, insanca yaşamaya yetecek ve emekliliğe yansıyan bir gelir güvencesinin sağlanmasına, sağlık personeline yönelen şiddetin önlenmesine ve şiddetten arındırılmış güvenli yaşam alanlarının sağlanmasına yönelik herhangi bir düzenleme içermemektedir.

Sonuç olarak; tıp eğitiminin özellikleri göz ardı edilerek hazırlanan ve çok değerli bilim insanlarının akademik çalışmaların dışında kalmasına yol açacak olan bu Tasarının, hastanın yararına klinik kararların özgürce verilebildiği çalışma ortamlarının, mesleki bağımsızlık ve bilimsel özerkliğin yok edildiği bir ortama zemin yaratacağı, yapılış tekniği ve içerik bakımından kabul edilemez olduğu; bu nedenle Yasa Tasarısının tümüyle geri çekilerek, sil baştan ele alınması,  üniversitelerin, meslek kuruluşunun ve  diğer ilgili tarafların bu tartışmaya en başında katılarak samimiyetle görüşlerinin sorulması ve bunların yapılacak düzenlemelere esas alınması gerektiği düşüncemizi bilgilerinize sunarız.

Saygılarımızla,

Türk Tabipleri Birliği
Merkez Konseyi

 



[1]Anayasa Mahkemesi’nin E.1990/2, K.1990/10 sayılı ve 30.05.1990 tarihli kararı