Biber Gazı Kimyasal Silahtır! Kullanımı Derhal Yasaklanmalıdır!

altTTB ve Uzmanlık Derneklerinden Açıklama:

Biber Gazı Kimyasal Silahtır! Kullanımı Derhal Yasaklanmalıdır!

Emniyet güçleri tarafından toplumsal olaylarda sıklıkla ve yoğun biçimde kullanılan gözyaşartıcı kimyasalların kullanımının yasaklanması ve Gezi Parkı olayları süresince binlerce insanın yaralanmasına, 4 yurttaşın ölümüne sebep olan şiddet emrini veren ve uygulayan sorumluların açığa çıkartılması, hukuki yaptırımların gerçekleştirilmesi talebiyle 20 Haziran 2013 tarihinde, 11.00’da, Taksim Point Otel’de bir basın toplantısı gerçekleştirildi.

Türk Tabipleri Birliği, Türk Toraks Derneği, Türkiye Psikiyatri Derneği, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği, Adli Tıp Uzmanları Derneği ve Türk Farmakoloji Derneği’nce düzenlenen basın toplantısına; Türk Tabipleri Birliği adına Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk, Türk Toraks Derneği adına Prof. Dr. Elif Dağlı, Adli Tıp Uzmanları Derneği adına Prof. Dr. Ümit Biçer, Türkiye Psikiyatri Derneği adına Prof. Dr. Doğan Şahin, Halk Sağlığı Uzmanları Derneği Adına Prof. Dr. Selma Karabey, Türk Farmakoloji Derneği adına Prof. Dr. Atilla Karaalp ve Eski İstanbul Barosu Başkanı Avukat Turgut Kazan katıldı.

Yapılan ortak açıklamada; insan sağlığını tehdit eden gözyaşartıcı kimyasalların toplum üzerinde kullanılmasının yasaklanması, yasaları ve uluslararası sözleşmeleri hiçe sayarak, toplumun beden ve ruh sağlığını bozan,  en temel demokratik hak kullanımını engelleyen, şiddetle bastırma emrini veren, bu emri uygulatan ve uygulayan, binlerce, insanın yaralanmasına, dört yurttaşımızın ölmesine neden olan sorumlular belirlenerek hukuki yaptırımların gerçekleştirilmesi talep edildi. Açıklamada ayrıca “Halk sağlığını  koruma görevimizi; halkımız ve uluslararası sağlık camiasında farkındalık yaratarak, yasa ve sözleşmelerin uygulanması için mücadele ederek, zarar görenlerin haklarını koruyarak, sağlık hakkını kullanmalarına destek olarak, maruz kalanlarının mahremiyetine saygı duyarak, tıbbi belgeleme konusunda sorumluluk alarak yerine getireceğimizi kamuoyuna duyururuz” denildi.

Toplantıda kurum temsilcileri tek tek söz alarak konuyla ilgili kaygı ve görüşlerini dile getirdiler.

Prof. Dr. Elif Dağlı yaptığı açılış konuşmasında tüm katılımcıların ülke çapında yaşanan olaylara ilişkin kendi derneklerinin bakış açılarını yansıtacağını belirttikten sonra ilk konuşmayı yaptı.

Türk Toraks Derneği adına Prof. Dr. Elif Dağlı:

“Türk Toraks Derneği akciğer sağlığını korumayı misyon edinmiş bir dernektir ve solunum sağlığı için 1992’den beri hizmet vermektedir. Son yaşadığımız olaylarda kullanılmış olan gazların akciğer sağlığını doğrudan etkilediği, deneysel çalışmalarda ciddi olarak solunum hasarı yaptığı tespit edilen bu gazların yüksek dozda kullanıldığı takdirde uluslararası sözleşmelere aykırı olduğu ve aynı zamanda kalıcı akciğer hasarları yapma olasılığı olduğu da düşünülmüştür. Bu yüzden, Türk Toraks Derneği biber gazına maruz kalanlarda, değişik illerde solunum fonksiyon testleri yapmaktadır. İlk elimize gelen verilerin özeti şudur; Maruz kalan kişilerin yüzde elli ikisi kadın, ortalama yaş 30, yüzde 48’si üniversite mezunu, yüzde yirmi biri üniversite öğrencisi yüzde 41’i 5 metreden yakın mesafeden gaza maruz kalmış, yüzde 21’i kapalı alanda maruz kalmış. Yaptığımız testler sırasında yüzde 78’inde öksürük, yüzde 74’ünde göğüs ağrısı, yüzde 50’sinde balgamlı öksürük tespit ettik. Yüzde 3’ü kanlı balgam çıkarıyordu ve kanlı balgam çıkaranların solunum fonksiyon testleri düşük bulunmuştu. Bu kişilerin yüzde 96’sı herhangi bir sağlık kurumuna başvurmamayı tercih etmişti. Bu kişiler uzun dönemli takip edilecek ve kalıcı solunum fonksiyon etkileri değerlendirilecektir… Türk Toraks Derneği olarak solunum yoluna giden ilaçların zararsız olduğu ispat edildiği zaman ruhsat alınabildiği bir ülkede, astımı olan ya da astımı olduğunu bilmeyen insanların üzerine gaz sıkılmasının son derece tehlikeli sonuçlara yol açacağını düşünmekteyiz. Birlikte çalıştığımız Avrupa Solunum Derneği ve Amerikan Toraks Derneği, Dünya Sağlık Örgütü gibi örgütlere yazılı talepte bulunduk. Bununla birlikte ortak olarak bu gazların insan üzerinde kullanımının durdurulması için çalışmalar başlatıyoruz.”

Türk Farmakoloji Derneği adına Prof. Dr. Atilla Karaalp:

“Türk Farmakoloji Derneği ilaç bilimi alanında kurulmuş; ilaçlar ve zehirler konusunda kırk yıldan fazla bir geçmişi olan bilimsel bir uzmanlık derneğidir. TFD son günlerde toplumun hemen her kesimi tarafından dikkatle takip edilen olaylarda kullanılan gözyaşartıcı gazların sağlık üzerine olumsuz etkileri konusunda açıklama yapma gereği duymuştur. Ülkemizde güvenlik güçleri tarafından gösteri kontrol ajanı olarak OC (biber gazı) ve CS gibi gözyaşartıcı gazların kullanıldığı bilinmektedir. Bu gazların vücuda giriş yolları gaz partiküllerinin temas ettiği, açık olan cilt kısımları, burun, ağız ve gözdür. Gaz ile temas edildiğinde içinde bulunulan ortamın açık veya kapalı olması, hava akımı, sıkılan gazın içindeki madde miktarı, gazın partikül büyüklüğü, maruz kalan kişinin alerjik bir yapıya sahip olup olmadığı, daha önce maruz kalıp kalmadığı, son zamanlarda maruz kalıp kalmadığı gibi çok çeşitli faktörlere bağlı olarak şu ani belirti ve bulgular oluşur: Panik hali ve hareket kontrolünün kaybı, gözlerde ağrı, batma ve yanma, gözyaşı salgısında artış, geçici körlük, ışık hassasiyeti, göz kapağı kasılması, korneada aşınma ve bunun sonucunda kalıcı körlük. Ağız ve burunda yanma, ağrı, gazın solunmasına bağlı burun akıntısı, hapşırma, solunum yollarının daralması ve buna bağlı boğulma hissi, nefes almada zorluk, akciğer ödemi, akciğerde kanama ve ciddi hasar, alerjik ve astımlı hastalarda akut astım krizi ve anaflaksi, maruz kalan deri bölgelerinde kızarıklık, yanma, kaşıntı, şişlik ve su toplaması. Gözyaşartıcı gazlara ani maruz kalma durumunda alınan miktara bağlı olarak anılan bu etkiler hafiften şiddetliye hatta yaşamı tehdit edici durumlara kadar uzanabilirken kronik maruz kalım durumunda insanda ortaya çıkabilecek olumsuz etkilere yönelik neredeyse hiç bilgi bulunmamaktadır. Üstelik bu gazların içinde gözyaşartıcı etkisi olan maddelerin yanı sıra yanmayı sağlayan, itici etki yapan, bu maddelerin çözülmesini sağlayan ya da çözülmesini artıran, buharlaşmasını sağlayan onlarca başka madde daha bulunmaktadır. Bu diğer maddeler sözünü ettiğimiz tahriş etkilerine neden olmaksızın, kronik süreçte etkilenen kişiyi ya da ondan doğacak çocuklarını etkileme potansiyeline sahiptir. Bu uzun dönem etkilerini ortaya koymak üzere hayvanlar üzerinde yapılmış az sayıdaki araştırmada şu sonuçlar elde edilmiştir: Teratojonik, fetotoksik etkiler: hayvanların yavrularında ölü doğum, sinir sistemi anormallikleri, göz gelişim bozuklukları, gelişim geriliği, kalıcı gelişim geriliği, yetişkinlikte depresyon, yarık dudak ve yarık yanak. Bunlar etkilenmiş kişilerin çocuklarında ortaya çıkabilecek etkiler. Mutajonik ve kanserojik etkiler: DNA hasarı, DNA’da mutasyon ve bunun sonucunda kanserojik etkiler. Deney hayvanlarında yapılan araştırma sonuçları gözyaşartıcı gazların uzun dönemli etkileri konusunda az da olsa bilgi sağlayabilirken, bu araştırmanın sonuçlarının insanlara uyarlanması tümüyle mümkün olmadığından, insanlar üzerindeki uzun dönemli etkileri bilinmemektedir. Ayrıca bu gazların çevrede yaşayan diğer tüm canlılar üzerinde de olumsuz etkiler gösterdiği açıktır. Diğer bir önemli konu ise, gösteri alanında sürekli görev yapan basın mensupları, bölgede çalışan kişiler ve özellikle de polis memurlarının bu maddelere uzun süre maruz kalmaları nedeniyle sözünü ettiğimiz bütün olumsuz etkilere diğer bireylere nazaran daha açık olmaları ve etkilenmeleridir… Gerek toplum gerekse birey sağlığı açısından çok kötü sonuçlar doğurabileceğini bilimsel kanıtlarla da öngördüğümüz gözyaşartıcı gazlar kimyasal silah olarak değerlendirilmeli ve kullanımları derhal kısıtlanmalı ve yasaklanmalıdır.”

 

Türkiye Psikiyatri Derneği adına Prof. Dr. Doğan Şahin.

“Yaşadığımız olayların özellikle çok yoğun bir şekilde gaz bombasına maruz kalmanın aslında BM’nin tanımladığı anlamıyla işkence olduğunu söyleyebilirim. Yapılan bu uygulama geniş bir topluluğa, topluca işkence edilmesi anlamına gelmektedir. İşkence şunu hedefler: Belli bir kitleyi veya bir insanı çeşitli davranışlarından dolayı cezalandırmayı amaçlar. Canını acıtmak, ruhsal veya bedensel acı vermeyi amaçlar ya da korkutmayı hedefler. Bir şeyden vazgeçsin diye korkutmayı hedefler. İçinde bir ayrımcılık barındırır. Yaşadığımız sürecin bu özellikleri içinde barındırdığını söyleyebiliriz. Bu yaşanan olayların kişide psikolojik bir travma yaratması için de şu nitelikleri barındırması gerekir: Kişi gerçek bir ölüm tehdidi veya yaralanma, kendisinin veya başkalarının fiziksel bütünlüğüne bir tehdit olayı yaşamış olmalı, ya da böyle bir olaya tanık olmalıdır ve korku, çaresizlik ya da dehşete düşme hali yaşamalıdır. Tüm dünyada bu konuda çalışan meslektaşlarımın ortak kanaati; toplumları terörize etmenin veya acı vermek yoluyla cezalandırmanın şu amaçları olduğu yönündedir: Eleştiri veya politik eylemliliği cezalandırmak, sindirmek, gözdağı vermek, toplumu suçlu ve yetersiz hissettirerek susturmak. Bunun için ebeveynlerinden de istifade etmek. Birçok askeri darbede hep ebeveynlerin çocuklara baskı yapması sağlanmaya çalışılmıştır. Hemen hemen bütün darbelerde, darbeciler bu yöntemi kullanmışlardır. Bütün bu süreçte tahminen 1 milyon insanın çeşitli şekillerde travmaya bağlı kaldığını söyleyebiliriz (ortalama bir rakam olarak). Bu tür olaylara maruz kalan insanların aşağı yukarı üçte birinde daha sonra ruhsal bazı sorunlar ortaya çıkar. Yani yaklaşık 300 bin insanda ruhsal bir sorun ortaya çıkma ihtimali doğmuştur. Bunların yüzde 60’ından fazlası bir yıl içinde iyileşecek, ama yüzde 20’si yaklaşık 50 bininde bu ruhsal belirtiler kronik bir şekilde devam edecektir. Türkiye çok fazla travmatize olan bir toplum. Güneydoğu’da yaşanan çatışmaların yarattığı travma, 12 Eylül darbesinin yarattığı travma, depremin yarattığı travma… Her yıl giderek daha fazla travmayla yüklenen bir topluma dönüşüyoruz. Bu tür toplumlarda belli davranışlar ortaya çıkar. Bunların en başında bireysel şiddet davranışlarında olağanüstü bir artışın meydana gelmesidir. İnsanın kendisini rahat hissedebilmesi için güvenli bir dünyada yaşadığına inanması gerekir. Ayaklarının bastığı yeri sağlam hissedeceği bir ortama ihtiyacı vardır. Tersi bir ortam anksiyeteye yol açar. Güven gibi adalet duygusunu da travma yıkar. İnsanlar haksız bir şekilde cezalandırıldıklarını düşünüyorlar ve adalete olan duyguları ciddi olarak sarsılıyor. Öte yandan kişinin kendisine travma uygulayan insanlara karşı olumsuz duyguları, başka insanlara karşı güvenini de sarsar. Bu son süreçte toplum çok etkilenmesine rağmen travma çok ağır olmayacak diye düşünüyoruz çünkü çok büyük bir toplumsal dayanışma sergiledi travmaya uğrayanlar. Travmaya uğrayanlar kendilerine sahip çıkıldıklarını düşünürlerse daha çabuk iyileşirler. Toplumun gözü ve kulağı basındır, bu süreçte bu insanların iyileşmesinde büyük rol oynuyorsunuz.”

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği adına Prof. Dr. Selma Karabey:

“Mensubu olduğum derneğin kuruluş amacı toplumun sağlığını korumak, geliştirmek, sağlığımızı olumsuz yönde etkileyecek faktörleri önlemeye çalışmak; hem akademik hem de halka yönelik çalışmalar geliştirmek. Yaşadığımız bu son süreç halk sağlığını büyük ölçüde etkiliyor. Başta halk sağlıkçıları olmak üzere bütün sağlık çalışanları, Dünya Sağlık Örgütü’nün yaptığı tanımla hareket eder: ‘Sağlık bedensel, ruhsal ve sosyal tam bir iyilik halidir.’ Benden önce konuşan psikiyatrist meslektaşım yaşadığımız olayların toplum sağlığını ne ölçüde olumsuz etkileyebileceğini çok net anlattı. İnsanların sağlıklı bir ortamda, sağlık kentlerde, huzur içinde yaşaması halk sağlığının olmazsa olmaz koşullarıdır. Bütün uluslararası sağlık kuruluşları ‘Barış, barış içinde yaşamak sağlık için ön koşuldur’. Barış için de temel hak ve özgürlükler ön koşuldur. İnsanların sağlıklı bir kentte yaşama taleplerini böylesi orantısız bir şiddetle bastırırsak, halk sağlığını bedensel, ruhsal ve sosyal boyutlarda tehlikeye atmış oluyoruz. BM’nin kabul ettiği bildirgelerden birisinde; kolluk kuvvetlerinin ateşli silah kullanmasıyla ilgili bir bildirgede; ‘Şiddet içermeyen, barışçıl gösterilere ve örgütlenmelere kolluk kuvvetlerinin müdahale etmemesi gerekmektedir. Müdahale etmek ancak şu koşullarda ve şu ilkelerle mümkün olabilir: Çok mecbur kalındığında ve orantılı güç kullanarak (son olaylarda kantarın topuzunun ne denli kaçtığını çok net gördük.) Çok önemli bizi de çok ilgilendiren 3. Bir ilke olarak deniyor ki, ‘Müdahale edilse bile müdahaleden olumsuz etkilenenlere acil, tıbbi yardım sağlama koşulunu yerine getirmelidir.’ Oysa Taksim başta olmak üzere, ülkemizin çeşitli yerlerinde bu 3. İlkenin ihlal edildiğine tanık olduk. Tıbbi yardım götürmek üzere alanlarda olan meslektaşlarımız engellendiler. Tıbbi yardım sağlanan revirlere bile müdahale edildi. Bunun sonucunda toplumun bedensel sağlığı büyük zarar gördü; ölümler, körlüklere varan organ kayıpları, ağır yaralanmalar yaşandı. Binlerce maruziyet yaşandı. Ben bir halk sağlıkçısı olarak; benim de içinde bulunduğum ve bu olaylara dolaylı veya doğrudan maruz kalan milyonlarca insan ruhsal yaralanma yaşamıştır. Sonuç olarak; halk sağlığı camiası adına şunu söylemek istiyorum: Bu ülkenin daha aydınlığa çıkması için acil olarak yapılması gereken; hem yaşadığımız kentte, hem de kolluk kuvvetlerinin orantısız güç uyguladığı diğer kentlerde bu şiddete derhal son verilmelidir ve insanların insancıl talepleri, en temel hak ve demokratik talepleri engellenmemeli, desteklenmelidir.”

Adli Tıp Uzmanları Derneği adına Prof. Dr. Ümit Biçer:

“Adli Tıp Uzmanları Derneği 1992 yılında kurulmuştur. Kurulduğundan bugüne insan hakları, çocuk hakları, kadına yönelik şiddet, kayıp mezarlar gibi belki de bu ülkede yaşadığımız bir dizi sorunun gündeme gelmesine Adli Tıp Uzmanları olarak katkı vermiştir.

Gösteri Kontrol Ajanları olarak tanımladığımız biber gazı vb. maddelerin kullanımının yasaklanmasıyla ilgili olarak da daha önce bazı çalışmalar içerisinde bulunmuş ve Türk Tabipleri Birliği tarafından da yayınlanan ‘Gösteri Kontrol Ajanları’ isimli kitabın oluşumuna destek vermiştir. 2011 yılında yayınlanan kitapçıkta aslında biber gazının ölümcül etkileri aktarılmıştır. Ve Türkiye’de meydana gelen ölümler söylenmiştir. Bugüne kadar aslında biber gazının öldürücü olmadığı ifade edilse de Türkiye’de hepimizin bildiği gibi Hopa’da öldürülen öğretmen Metin Lokumcu’nun ölümünün biber gazıyla ilgili olduğu Adli Tıp Kurumu raporları tarafından da teyit edilmiştir. Musa Dağ, Çayan Birben, Mevlüt Altun, Hacı Zengin, Kazım Şeker bugüne kadar biber gazı maruziyeti sonucu ölen vatandaşlarımızdır. Son Gezi olayları nedeniyle aslında istatistiklerde yer almayan iki vatandaşımızın da biber gazı etkilenimi sonucu öldüğünden ciddi olarak kuşkulanılmaktadır. Ankara’da Kızılay’da bir dershanede işçi olarak çalışan 47 yaşındaki İrfan Tuna ve Avcılar’da 50 yaşındaki Zeynep Eryaşar’ın otopsi sonuçları incelemelerinde biber gazı maruziyetine ilişkin bulguların çıkacağını düşünmekteyiz. ‘Biber gazı öldürücü değil, kalıcı etkisi yok’ şeklinde ifade edilmesine rağmen bugüne kadar ölümlere yol açmıştır. Üstelik kimyasal silah olarak kullanılmaktadır. Türkiye’de son olaylara baktığımızda gösteri kontrol ajanı olarak değil tamamen kimyasal silah olarak kullanıldığını düşündüren ipuçları bulunmaktadır.

1696 yılında 90 ülke biber gazının yasaklanması için Birleşmiş Milletler’de imza vermiştir. 1997’de Türkiye’nin imza koyduğu ‘Kimyasal Silahlar Konvansiyonu’na göre; Bu tür ajanların, kapalı yerlerde kullanılması halinde veya yakın mesafeden kullanılması halinde veya bir topluluğa çok yoğun olarak kullanılması halinde bu ajanların kimyasal silah olacağı söylenmektedir. Türkiye’de televizyondaki görüntülerini izlediğimiz zaman, bizzat yaşadığımız olaylara baktığımız zaman biber gazı gösteri kontrol ajanı olarak değil kimyasal silah olarak kullanılmıştır. Bu konuda gerekli suç duyurusu uzmanlık derneğimiz, Türk Tabipleri Birliği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfı tarafından yapılarak hukuki süreç takip edilecektir.

Burada birkaç noktaya daha dikkat çekmek istiyorum. Adli Tıp Uzmanları Derneği olarak ilk günden itibaren aslında biber gazının yalnızca gaz olarak kullanılmadığını, oluşan kafa travmaları, gözlerin kaybına yol açan ciddi yaralanmalar ve vücuttaki hasarlanmalara baktığımızda biber gazı fişeklerinin adeta ateşli silah mermi çekirdeği olarak kullanıldığını biliyoruz. Diğer taraftan kişileri durdurmak için kullanılan suyun içine ‘ilaç’ katıldı denilerek, bizzat zarar verme amacıyla insanlarda zarar oluşturma amacıyla kullanımı tamamen işkence suçuna girmektedir. Gözaltına alınanlara yapılan uygulamalar, zorla muayene etme, tükürük örneği alma, kan örneği alma gibi uygulamalara baktığımızda baştan sona aslında insanları travmatize eden bir süreçle karşı karşıyayız. Adli Tıp Uzmanları Derneği olarak da diğer uzmanlık dernekleriyle birlikte gösteri kontrol ajanı olarak anılan bu kimyasal silahların bütün dünyada yasaklanması konusunda hem ulusal hem de uluslararası düzeyde üzerimize düşen her türlü görevi üstleneceğimizi. Diğer taraftan olay nedeniyle ister gösteriye katılsın ister katılmasın kimyasal silahların zararına uğrayan herkesi Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın, Türk Toraks Derneği’nin, Türkiye Psikiyatri Derneği’nin ortaklaşa oluşturduğu birimlerde rapor almaya çağırıyoruz. Çünkü bu sürecin belgelenmesi bu tür hukuksuzlukların bir daha gerçekleşmemesi için çok önemli olacaktır.”

Av. Turgut Kazan:

“Biber gazının sağlığa etkilerini uzman hekim arkadaşlar anlattı. Ben hukukçu olarak iki nedenle buradayım: Başbakan ısrarla ülkedeki biber gazı kullanımının Avrupa Birliği müktesebatına uygun olduğunu söylüyor. Bu görüşün doğru olup olmadığını açıklamak üzere buradayım. İki; bu yapılanların hukuki anlamını aktarmak üzere buradayım. AB müktesebatına uygunluk iddiası tümüyle gerçek dışıdır. Avrupa Konseyi Genel Sekreteri, BM İnsan Hakları Yüksek Komiseri ve son olarak dün BM Genel Sekreteri birer açıklama yaptılar biliyorsunuz. Müktesebat denince Avrupa Konseyi İşkenceyi Önleme Komitesi tavsiyelerine bakmalıyız. Çünkü AİHM biber gazını tartışırken o tavsiyeye bakıyor, sonra da AİHM kararlarına bakmak gerekiyor. Üstelik bu konuda yalnız Türkiye için 3 tane ayrı AİHM kararı var. Doğrusu Başbakan’ın bunu bilmiyor olması, danışmanlarının da Başbakan’ı bu konuda uyaramaması gerçekten üzücüdür. Müktesebata bakalım: İlk olarak 5 Aralık 2006 tarihli ‘Oya Ataman/Türkiye kararı’ var. Bu kararda ne yazık ki maruz kalma durumu bir sağlık raporuyla belgelenemediği için, kötü muameleye dair 3. Maddenin değil, toplantı ve gösteri hakkının ihlali gözetilerek 11. Maddeden karar verildi. İkinci karar ise, 10 Nisan 2012 tarihli ‘Ali Güneş/Türkiye kararı’dır. Mahkeme, çok açık biçimde bu tür gazların kullanımına ilişkin, Avrupa İşkenceyi ve İnsanlık Dışı veya Onur Kırıcı Ceza ve Muamelenin Önlenmesi Komitesi tarafından dile getirilen kaygı ve tavsiyelere bakılması gerektiğini vurgulayarak ve o tavsiyelere dayanarak değerlendirme yapmıştır. Kullanımının kontrolü konusunda çok açık ve net bir yönetmelik olacak, kapalı alanlarda asla kullanılmayacak/kullanılamayacak. Biber gazına maruz kalanların derhal doktora ulaştırılıp kurtarılma imkanı sağlanmış olacak. Tavsiyeler bunlar. Tabii, kullanıma başlayabilmek için, önce zorunluluk olacak. Yani, bir şiddeti veya şiddet tehlikesini önleyebilmenin başka yolu kalmayacak. O tehlikeyi bertaraf etme sınırı aşılmayacak. İşte Ali Güneş kararında, bu tavsiyelere uyulmadığı vurgulanarak, gaz kullanımı kötü muamele sayılmış ve 3. Maddenin ihlal edildiğine karar verilmiştir. Ayrıca, 1 Mayıs 2008 olaylarında, Şişli Etfal Hastanesi’ne gaz bombası atılmış olması, 27 Kasım 2012 günlü DİSK, KESK/Türkiye kararında ihlal gerekçesi olarak gösterilmiştir. İşte Avrupa müktesebatı budur. Türkiye Avrupa Konseyi Üyesi olarak, AİHM kararlarına uymak zorundadır. Olaylarda hiçbir zorunluluk yokken, Gezi Parkı’nda uyuyanların üzerine, sonra kaçanların üzerine, duranların üzerine, bir karnaval havasında çocuklarıyla gülüp eğlenenlerin, türkü söyleyenlerle dinleyenlerin, konser verenlerle izleyenlerin üzerine, evlerin/otellerin/hastanelerin içine vahşice gaz kullanılmıştır. Böyle bir uygulamayı yapanlar, yaptıranlar TCY’nın kasten yaralama (Md. 86), işkence (Md. 94), eziyet (Md. 96), düşünce ve kanaat özgürlüğünü engelleme (Md. 115), genel güvenliği tehlikeye düşürme (Md. 170), zor kullanma yetkisini aşma (Md. 256), görevi kötüye kullanma (Md. 257) suçlarını işlemişlerdir. Öncelikle, yaptıranları, yapanları ve daha sonra yaptırıp yapacak olanları uyarıyorum. Belki bugün hesap sorulmuyor ama, işkence suçlarında zamanaşımı 11.04.2013 günlü 6459 sayılı yasayla kaldırılmıştır. Hatırlatmayı görev sayıyorum. Ve biber gazı firmalarını etkileyerek ülkemize satılmasını önleyebilmeleri ve hükümetlerini etkileyerek Türkiye’ye biber gazı satışına ambargo konulmasını sağlayabilmeleri için, dünyadaki bütün hukukçuları, hukuk kurumlarını ve bütün demokratları göreve çağırıyorum.”

TTB Merkez Konseyi Üyesi Dr. Osman Öztürk:

“TTB olarak 17 Haziran 2013 itibariyle edinebildiğimiz; göstericilerin sağlık durumu raporunu paylaşmak istiyorum: 1’i polis, 3’ü gösterici olmak üzere 4 yurttaşımız hayatını kaybetti bu olaylarda. Bu bilinen tablo; ATUD Başkanı meslektaşımın da belirttiği gibi özellikle gazdan etkilenerek hayatını kaybetmiş başka insanların olma ihtimali var. Bunlar henüz tespit edilemediği için bilineni dile getirebiliyoruz. 59 yurttaşımız ağır yaralandı, 6’sının hayati tehlikesi devam ediyor. 100’ün üzerinde yurttaşımız kafa travması geçirdi. Yine bizim ulaşabildiğimiz bilgilere göre 11 yurttaşımız gözünü kaybetti. Bunlar akut devrede gözünü, görme yetisini kaybeden yurttaşlarımız. Uğradığı travmanın sonucu daha sonra gözünü kaybetme tehlikesi olanlar da söz konusu olabilir. 1 yurttaşımızın dalağı alındı. Bizim ulaşabildiğimiz bilgiler 7822 yurttaşın yaralandığı yönünde. Bu tablo gözlemlediğimiz kadarıyla buzdağının görünen kısmı. Bu rakam muhtemelen gerçek rakamın beşte biri bile değildir. Türkiye’de 3 haftadır, dünya tarihinde çok az görülmüş bir şiddet, bir vahşeti yaşadık hep birlikte. İnsanlar üzerinde kitlesel halinde uygulanan terörü yaşadık. Burada 2 faktörün önemli olduğunu gözlemledik. Birincisi; aslında Türkiye’de emniyet güçleri barışçıl gösterilere karşı hiçbir zaman toleranslı değildi. Daha önce de bu tür barışçıl gösterilerin emniyet güçlerince şiddete maruz kaldığına tanık olduk. Ama Gezi Parkı olayları sırasında farklı bir tutum içinde olduklarını da gördük. Kendilerine siyasi iktidar tarafından; öldürmeyi göze alarak, hatta öldürmeyi hedefleyerek davranma yetkisi verildiğini gördük. 11 Haziran’da Taksim Meydanı’nda on binlerce insanın üzerine dört bir taraftan gaz bombası atıldı. Orada insanların ölmemesinin tek bir nedeni var: İnsanların büyük bir dayanışmayla ve sağduyuyla birbirini sakinleştirmesi. 15 Haziran’da Gezi Parkı’nda park doluyken, çocuklar varken, ziyaret için gelmişler varken gaz bombalarıyla saldırıldığını gördük. Hala yoğun bakımda yatan 14 yaşında bir çocuğun kafasına biber gazı kapsülüyle ateş edildiğini gördük. Oradaki zabıtaların, polis memurlarının aşırı hareketi değildir bu vahşet tablosunu yaratan. Emir siyasi iktidardan gelmiştir. İkincisi; ölümlere ve yaralanmalara sebep olan şey biber gazı oldu. Polisin diğer araçları çok sık kullanmadığını gördük. Biber gazı TTB olarak yıllardır üzerinde önemle durup çalıştığımız bir konu. Konuyla ilgili broşürler hazırladık, bilimsel danışma kurulumuz var. Ama bu son süreçte biber gazının yaygın olarak iki farklı kullanımına tanık olduk. Bir tanesi; mekanik etkisiyle ateşli silah, mermi çekirdeği olarak yaygın kullanıldı. Doğrudan insanları yaralamak, öldürmek hedefiyle kullanıldı. İkincisi; geçmişte biber gazı toplulukları dağıtmak için kullanılıyordu ama bugün dört bir yandan gaz atarak, kitlelerde korku, panik, terör yaratarak ölümlere yol açma hedefiyle hareket edildiğini görüyoruz. Bu kadar çok yaralanmanın sebebi olarak görüyoruz bu durumu. Son olarak meslek örgütü ve Türkiyeli hekimler olarak baştan itibaren, gerek meslek örgütünün çağrısıyla gerekse kendiliğinden bir şekilde binlerce hekim, şiddete, zulme uğrayan, yaralanan insanların yardımına koştuk. Bütün meslektaşlarımıza ve tıp fakültesi öğrencilerine teşekkür ediyoruz. Büyük bir hekimlik ve insanlık dersi verdiler. Bu çabamızı siyasi iktidarın anlayacağını düşünmüyorduk ancak bir soruşturma açılacağını da beklemiyorduk. Bilginiz vardır, hakkımızda bir soruşturma açıldı. Gönüllü çalışmada tedavi edilen hastaların ve hekimlerin isimleri isteniyor. Aslında Bakanlığın yapması gerekeni yaptık ve karşılığında soruşturmaya uğradık. Buradan bir kez daha ilan ediyoruz ki ne bir hastamızın ne de meslektaşlarımızın adını verecek değiliz. Son olarak, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan TTB’nin 17 Haziran’da diğer meslek örgütleri ve sendikalarla birlikte, hükümetin halkın demokratik taleplerine karşı giriştiği sert tutumu, polis şiddetini protesto etmek üzere gerçekleştirdiğimiz iş bırakma kararımızı sert bir üslupla eleştirdi, insan sevgimizi sorguladı. Bizim 22 gündür sergilediğimiz insan sevgisi ortadadır. Hekimler Taksim’deydi, Gezi Parkı’ndaydı, Güven Park’taydı, bugün İzmir’deydik. Bu insan sevgimiz devam edecek, hiçbir tehdit ve baskı bizi yıldıramaz. Bu süreçte hekimlik açısından önemli bir tecrübe edinmiş olduk: Bundan sonra şiddet, vahşet ve zulme karşı direniş nerede varsa, TTB ve Türkiyeli hekimler olarak çok daha organize şekilde hareket etmeye devam edeceğiz.”