Cezaevlerinden Yükselen Çığlığa Kulak Verin!

alt

Cezaevlerindeki hasta tutuklu ve hükümlülerin durumu giderek ağırlaşıyor, her geçen gün ölümler artıyor. Cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumlarına ilişkin TTB tarafından 14 Mayıs 2013 tarihinde bir basın toplantısı düzenlendi.

Basın toplantısına TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Bayazıt İlhan, TTB Merkez Konseyi Üyesi Arzu Erbilici ve Ankara Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu Üyesi Burhanettin Kaya katıldı. TTB Merkez Konseyi Üyesi Arzu Erbilici tarafından okunan basın açıklamasında, cezaevlerinde bulunan tutuklu ve hükümlülerin dördünün, “Cezaevi koşullarında kalamaz” raporuna rağmen Adli Tıp Kurumu’nun engeline takılarak yaşamını yitirdiği belirtildi. Açıklamada, infazların ertelenmesi hususunda gecikmelere neden olan ve objektif olmayan kararlarda imzası bulunan Adli Tıp Kurumu’nun devreden çıkartılması istendi.

İnfaz Kanunu’nun 16. maddesinde yapılan değişiklik ile “Ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirememe halinde infazın ertelenmesi” şeklinde düzenlenmeye gidildiğinin hatırlatıldığı açıklamada, şöyle denildi: “Ancak kanunun yansıması ne yazık ki beklenilen gibi olmadı. Hasta mahkumlar eskisi gibi tam teşekküllü devlet hastanelerinden ve üniversite hastanelerinden alınan raporlara rağmen Adli Tıp Kurumu engelini aşamadı. Çünkü bu değişiklik, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurulları tarafından düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nun onayladığı rapor üzerine infazın geri bırakılabileceği şartını içermekteydi. Kanun yürürlüğe gireli beri infazın ertelenmesini bekleyen ağır terminal dönemde hastaların cezaevinde yaşamını yitirmesi bunun en somut göstergesi. Adli Tıp Kurumu’nda aylarca süren ve neredeyse işkenceye dönüşen raporları beklemeyi şart koşan düzenleme bu haliyle sorun çözmekten oldukça uzaktır. Ve ne yazık ki ağır çalışan bürokrasi ve işleyişteki hantallığın yanı sıra toplumda ek bir cezalandırma ve intikam alma algısı uyandırmaktadır. “

 

BASIN AÇIKLAMASI

14 MAYIS 2013

CEZAEVİNDE ÖLÜMÜ BEKLEMEK

VE SEYRETMEK…

CEZAEVLERİNDEN YÜKSELEN ÇIĞLIĞA KULAK VERİN!

Herhangi bir suçlamada “tutuklama” kişinin kaçmasını ya da delilleri karartmasını önlemek için hapiste tutulması anlamına gelmektedir. Bir suçlamadan hapis cezasına mahkum edilenler de “ıslah olmaları için” hapsedilmektedir.

Dört duvar ve parmaklıklar arasında olmak temel insani hakların olmadığı, uygulanmayacağı anlamına gelmez. Sınırlamaların hiçbirisi bu hakların tümüyle ortadan kaldırılmasına neden olamaz.

Türkiye cezaevlerinde yaşanan en önemli sorunların başında sağlık problemleri gelmektedir. Kapatılma ve yalıtım sonucu özel bir risk grubu oluşturan tutuklu ve hükümlülerin “sağlık hakkı”na temel insan hakları bağlamında titizlikle yaklaşılması gerekir. Hasta haklarının tümü cezaevindekiler için de geçerlidir.

Temel insan haklarından biri olan sağlıklı yaşama hakkı diğer insanlardan ayırt edilmeksizin tüm tutuklu ve hükümlülere eşit, ulaşılabilir, ücretsiz ve nitelikli bir biçimde sunulmalıdır. Ve altında imzamız bulunan uluslararası hukuk ilkeleri ve yasalarımız gereği tutuklu ve hükümlülerin “tıbbi bakım alma hakları” devletin sorumluluğundadır.

Türkiye cezaevlerinde, Ceza ve  Tevkifevleri  Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre 136 bin kişi bulunuyor.  Türkiye’de 345 cezaevi olduğu ve tutuklu ve hükümlü sayısının son yıllardaki artışı göz önüne alındığında, mevcut altyapı yetersizliği, beslenme, barınma ve cezaevlerinde sağlık hizmetlerine ulaşım konusunda yaşanan zorluklar giderek artıyor.

Birliğimize ceza ve tutukevlerindeki tutuklu ve hükümlülerden cezaevlerindeki yaşam koşulları, sağlık hizmetlerine erişim ve hastaneye sevklerde yaşanan sıkıntılar, hastanelerde ayaktan ve yataklı tedavi hizmetleri ile ilgili sorunlar, ağır/ölümcül ve terminal dönem hastaların sorunları ile ilgili duyarlılık ve çözüm talep eden çok sayıda mektup ve dilekçe gelmektedir.

Yıllar içinde cezaevlerinde tutuklu ve hükümlü sayısının artmasına paralel olarak, yardım talep eden mektup sayılarındaki artış dikkate alındığında bu konuda geçmiş yıllarda kamuoyuyla ve Adalet Bakanlığı ile paylaşılan rapor, yazışma ve görüşmelerde  dile getirilen  problemlerin çözümsüz kaldığı anlaşılmaktadır.

2013 başında yapılan yasal düzenlemelere ve iyileştirme vaadlerine rağmen özellikle ağır, ölümcül ve terminal dönem hastaların sorunları ivedilikle çözümlenmelidir. Son günlerde cezaevlerinden gelen ölüm haberleri sorunun yakıcı/yaşamsal aciliyetini göstermektedir.

İnsan Hakları Derneği’nin tespitlerine göre Türkiye cezaevlerinde 230’u ağır olmak üzere 411 hasta mahkum bulunuyor. Gerekli sağlık hizmetine ulaşamadığı için yaşamını yitiren hastalara her geçen gün yenisi ekleniyor.

31 Ocak 2013 tarihli resmi gazetede yayınlanan İnfaz Kanunu’nun 16. maddesinde yapılan değişiklik ile  “Mahkumun hastalığının hayatı için kesin bir tehlike teşkil etmesi durumunda hapis cezasının infazının iyileşinceye kadar geri bırakılması” hükmü  “Ağır hastalık veya sakatlık nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettirememe halinde infazın ertelenmesi” şeklinde düzenlenmişti. 

 Ancak kanunun yansıması ne yazık ki beklenilen gibi olmadı. Hasta mahkumlar eskisi gibi tam teşekküllü devlet hastanelerinden ve üniversite hastanelerinden alınan raporlara rağmen Adli Tıp Kurumu engelini aşamadı.

Çünkü bu değişiklik, Adli Tıp Kurumu tarafından düzenlenen ya da Adalet Bakanlığı’nca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurulları tarafından düzenlenip Adli Tıp Kurumu’nun onayladığı rapor üzerine infazın geri bırakılabileceği şartını içermekteydi. Kanun yürürlüğe gireli beri infazın ertelenmesini bekleyen ağır terminal dönemde hastaların cezaevinde yaşamını yitirmesi bunun en somut göstergesi.

Adli Tıp Kurumu’nda aylarca süren ve neredeyse işkenceye dönüşen raporları beklemeyi şart koşan düzenleme bu haliyle sorun çözmekten oldukça uzaktır. Ve ne yazık ki ağır çalışan bürokrasi ve işleyişteki hantallığın yanı sıra toplumda ek bir cezalandırma ve intikam alma algısı uyandırmaktadır.

Bu düzenlemenin tutuklulara yansıması ise hiç olmamıştır!

Merak ediyoruz,

Söz konusu düzenlemede yaşamını tek başına idame ettirmeyen hasta mahkumların tahliyesinin “toplum güvenliği bakımından tehlike oluşturup oluşturmayacağı” kriterine bağlanması siyasal iktidarın bu konudaki katı politikasını devam ettireceğini mi göstermektedir?

Ayrıca, Mart 2013’te AİHM, Türkiye’yi tutuklu iken yakalandığı kanser sonucu cezaevinde yaşamını yitiren Gülay Çetin’in hükümlülerin ağır hastalık nedeniyle serbest bırakabileceğine ilişkin düzenlemeden, tutuklu olduğu için yararlandırılmaması nedeniyle, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 3. (işkence yasağı) ve 14. (ayrımcılık yasağı) maddelerini ihlal ettiği gerekçesiyle mahkûm etti. Buna rağmen bu  düzenlemede tutukluluk halinde olmak söz konusu haktan halen yararlanılamayacağı anlamına mı gelmektedir?

Basına yansıyan haberlere göre Ocak ayından itibaren “cezaevi koşullarında kalamaz” raporuna rağmen dört kişi yaşamını yitirdi.

İki kez başvurdukları Adli Tıp Kurumu’ndan cevap gelmediği için geçtiğimiz hafta ölen kanser hastası İrfan Eskibağ bunun en son örneğiydi.

Niceleri içeride ölümü bekliyor…

Cezaevinde olmak ölüme terk edilmek değildir.

Önceliği insan sağlığına ve insan onuruna hürmet etmek olan ve var olan sorunların  çözümü konusunda toplumsal bir sorumluluğu bulunduğuna inanan  bir meslek örgütü olarak seyirci kalmayacağız.

Yetkililere sesleniyoruz.

Ceza ve tutukevlerinde barınan tutuklu ve hükümlülerin evrensel hukuk çerçevesinde ve en temel insan hakları esas alınarak yaşam koşulları düzenlenmeli; şiddet, kötü muamele, işkence vb. kötü uygulamaların önüne geçilmelidir.

Tedavileriyle, kalan yaşam süreçlerinin hastanelerin mahkûm koğuşlarında geçirilmesi ve yakınlarıyla son dönem temaslarının sınırlandırılmasının hastaların psikosomatik durumlarının bozulmasına ve kötü beslenmelerine neden olacağı ve vücut dirençlerini zayıflatacağı için “yaşamsal tehlike” arz edeceği unutulmamalıdır.

Cezaevlerinde kişisel bakımlarını yerine getiremeyecek derecede fonksiyon kaybı olanlarla, ölümcül kanser v.b. olgularda  titizlikle ve hızla karar verilmelidir.

Kronik, ağır, terminal dönem hastaların erken tanı alması tedavi süreçlerinin uzamaması, tedavi edilmemenin bir ceza aracı olarak kullanılmaması, düzenli olarak izlenmeleri ve yakınlarıyla görüşmeleri  konusunda insani bir yaklaşımın esas alınmalıdır.

Gerek evrensel hukuk ilkeleri, gerek en temel insani duyarlılıklar, gerekse kamu vicdanı açısından öncelikle ölümcül hastalığa yakalananlar konusunda daha açık ve daha az yoruma yer bırakacak yasal düzenlemeler acilen yapılmalı ve uygulanabilir olmasının önündeki engeller kaldırılmalıdır.

İnfazların ertelenmesi hususunda gecikmelere neden olan ve objektif olmayan kararlarda imzası bulunan Adli Tıp Kurumu devreden çıkarılmalı, tam teşekküllü devlet hastanelerinin ve üniversite hastanelerinin vereceği raporlar yeterli görülmelidir.

Toplumsal barış”ın konuşulduğu ve buna yönelik çaba sarfedildiği bir dönemde, cezaevlerinde yaşanan hak ihlâllerinin ortadan kaldırılmasının da “gerçek bir barış”ın önkoşulu olduğu unutulmamalıdır. 

Türk Tabipleri Birliği