Üniversiteme, öğrencime, hastama sahip çıkıyorum!

21_sbt_ogTıp Fakülteleri Öğretim Üyeleri Girişimi Ankara Kolu, 21 Şubat 2011 günü "Tıp Fakültesi İçin, Üniversite İçin, Ülke İçin, Üniversiteme, Öğrencime, Hastama Sahip Çıkıyorum" eylemi yaptı. Saat 11.00"de Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi Heykel önünde biraraya gelen tıp fakültesi öğretim üyeleri, buradan alkışlarla Sağlık Bakanlığı önüne yürüyüşe geçtiler. Sağlık Bakanlığı önünde yapılan basın açıklamasını tıp fakülteleri öğretim üyeleri adına, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Tıp Tarihi ve Etik Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Doç. Dr. Serap Şahinoğlu okudu.

 

TIP FAKÜLTELERİ ÖĞRETİM ÜYELERİ GİRİŞİMİ

ANKARA KOLU

21 ŞUBAT 2011

BASIN AÇIKLAMASI

 TIP FAKÜLTESİ İÇİN, ÜNİVERSİTE İÇİN, ÜLKE İÇİN

Üniversiteme, öğrencime, hastama sahip çıkıyorum!

Sayın Basın Mensupları,

Bugün burada, Sağlık Bakanlığı önünde, sizlerin aracılığınızla halkımıza, üniversitelilere, yetkililere seslenmek üzere toplandık.

AKP hükümetinin dokuz yıla yaklaşan icraatında sağlık alanındaki köklü değişiklikler hep küçük adımlarla gerçekleştirilmiştir.

Aile hekimliği uygulaması bunun tipik örneklerinden biridir. Bu uygulama önce küçük illerde başlatılmış, kademeli olarak yaygınlaştırılmış, en nihayet aile hekimliği uygulaması bütün ülkede yerleştirilmiştir. Aile hekimliği uygulamasının, özünde birinci basamak sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesi demek olduğu, hekimin ve diğer sağlık çalışanlarının emeklerinin değersizleştirildiği, aylıkların giderek düştüğü, halkın temel sağlık hizmetini alamadığı bir sistem olduğu bugün artık herkes tarafından görülmeye başlanmıştır.

Devlet hastanelerinde uygulanan performansa göre ödeme sistemiyle hekimler günde 150 hasta bakar hale getirilmiş, sonra yıldan yıla ödeme tutarları düşürülerek sağlık çalışanlarının emekleri değersizleştirilmiştir. Hastane polikliniklerinde bir hastaya 3 dakika zaman ayrılabilmekte, bu süre içerisinde hekimler hastanın ameliyat edilip edilmemesine karar vermek zorunda bırakılabilmektedir. Artık hekimler de, halkımız da bu sistemin kimsenin menfaatine olmadığını görmeye başlamıştır.

Özel hekimlik alanında benzer bir süreç yürütülmektedir. Hekimler ve diğer sağlık çalışanları düşük ücretle, sınırsız çalışma saatlerine mahkum edilmekte, hastanelere kadro sınırlamaları uygulanarak hekimler seçeneksiz ve çaresiz bırakılmaya çalışılmaktadır.

Her hekimin bütün olanaksızlıklar içerisinde dahi onuruyla çalışma hakkı olan serbest hekimlik, anayasanın kendisi ve anayasa mahkemesi kararları hiçe sayılarak, ardı ardına çıkarılan yönetmeliklerle yasaklanmaya çalışılmakta, hekimler için hiçbir çıkış yolu bırakılmamaktadır.

Yani; iktidar hekimleri her alanda köşeye sıkıştırarak, dize getirerek, sağlık çalışanlarının sırtından, uluslararası sermayeye sürekli kaynak transferi sağlama yolunda hızla ilerlemektedir.

Halkımız şunu bilsin. Bu planın sahibi AKP hükümeti değil, Dünya Bankası’dır. Hükümet’in yaptığı, bu planı harfiyen uygulamaktan ibarettir.

Halkımız şunu da bilsin. Bu ülkenin hekimleri, bu ülkenin insanlarına Dünya Bankası görevlilerinden daha çok değer verir.

Hekimler “bu yapılanlar halkın sağlığına zarar veriyor” diyor. Halkımız Dünya Bankası’na değil, bize, bu ülkenin hekimlerine güvensin.

Değerli Basın Mensupları,

Şimdi sıra, sağlık alanı üzerinden tıp fakültelerine, tıp fakülteleri üzerinden de üniversitelere egemen olma planını uygulamaya gelmiştir. Bunu başarmak için pek çok faaliyet bir arada yürütülmektedir.

Şu sıralar yeni bir uygulamanın, Marmara Modelinin yaygınlaştırılmasının hazırlıkları yapılmaktadır. Amaçlanan, tüm üniversite hastanelerinin önce Sağlık Bakanlığı"na, daha sonra zaman içinde diğer kamu hastaneleriyle birlikte yabancı sermayeye devredilmesidir. Birlikte Kullanım Yönetmeliği’ne göre özetle; şimdilik nüfusu 850.000"in altındaki illerde, kısa süre sonra da tüm illerde üniversite hastaneleriyle sağlık bakanlığı hastaneleri ortaklaşa kullanılacaktır. Öğretim üyelerinin sağlık hizmeti sunumu ile ilgili amirleri bakanlık tarafından atanacak olan başhekimler olacaktır.

Yıllardır tıp fakültesi hastanelerinin iyi işletilmediği öne sürülmektedir. Oysa, SGK tarifelerinde sağlık hizmetleri çok düşük fiyatlandırılmakta, ayrıca global bütçe denen ve hastanenin ürettiği hizmete bakılmaksızın SGK"dan alacağına üst sınır koyan kararla, tıp fakültelerinde üretilen sağlık hizmeti karşılıksız bırakılmaktadır. Ve sonra bu acayip bahaneyle, "siz yönetemiyorsunuz, biz devralıyoruz" planı işletilmektedir.

Bugünlerde YÖK, “sözleşmeli statü” adıyla yeni bir çalışma modeli üzerinde çalışmaktadır. Bu yöntemle, öğretim üyelerinin üniversitelerdeki güvenceli çalışma biçimine bir alternatif yaratılacak, öğretim elemanları ya düşük aylıkla çalışma, ya da güvencesiz çalışma seçenekleriyle karşı karşıya bırakılacaktır.

Performans sistemiyle tıp eğitiminin niteliği düşürülür, tıp fakülteleri fakültelikten çıkartılırken, bir yandan öğretim üyelerinin bakanlık emrinde çalıştırılmasının hesapları yapılırken, bir yandan da üzerinde çalışılan bu sözleşmeli statü sistemiyle öğretim üyeleri tıp fakültesinden uzaklaştırılmak veya hükümetin memuru yapılmak istenmektedir.

Geçtiğimiz yıllarda sınavsız atamalarla devlet hastanelerinde şef olan meslektaşlar, geçtiğimiz yılki şef, şef yardımcılığı, başasistanlık sözlü sınavlarında Sağlık Bakanlığı’nca jüri üyesi olarak görevlendirilmişlerdir. Yazılı sınavda 95-100 alan pek çok adayın bu jürilerden sözlü sınavda 30-40 puan alması, yazılı sınavdan -hatalı soruları herkes için doğru sayıyoruz gibi tuhaf bir gerekçeyle puanları yükseltilerek- güçlükle 60 puan alabilenlerin sözlü sınavlardan 90-100 puan alarak kadroya atanmasının sayısız örneği bulunmaktadır. Yani; - hak ettiği kadroya yerleşen az sayıdaki meslektaş dışında- bu sözlü sınavların nesnelliği ve güvenilirliği çok tartışmalı görünmektedir.

Şimdi bu jüri üyelerinden birçoğu uçan profesörler ya da profesör imalatı denilen yöntemle profesör olmuşlar ve bundan sonra doçentlik sınavlarında da jüri üyeliği yapmaya hak kazanmışlardır. Biliyorsunuz, doçentlik sınav jürileri YÖK tarafından oluşturulmaktadır. Devlet hastaneleri sınavlarında yaşanan örnekler, bu sınavlar için de bizleri kaygılandırmaktadır.

Yıldırım Beyazıt Üniversitesi taptaze bir örnek olarak önümüzdedir. Bu üniversiteye 4 ay önce profesör olmuş, tıp fakültesinde bir saat dahi ders anlatmamış olan bir meslektaşımız rektör olarak atanmıştır. Hemen ardından yapılan öğretim üyesi kadro ilanında, öyle özel şartlar öne sürülmüştür ki akademik çevrelerde hangi kadroya kimin atanacağına dair tahminler yaygın olarak konuşulmaya başlanmıştır.

Tıp fakültelerinden başlayarak, üniversiter sistem içerisinde liyakate ve hakkaniyete uygun olmayan

bir "çoğunluk" yaratılmaya çalışıldığı kaygısı giderek yaygınlaşmaktadır. Bu endişe yerindeyse, bunun, doçentlik sınav jürilerinden rektör-dekan seçimlerine, öğretim elemanı alımına dek pek çok etkisi zaman içerisinde görülecektir.

Şüphesiz bütün bu dönüşüm ve değişim tıp fakülteleriyle sınırlı kalmayacak, üniversitenin tümüne yaygınlaştırılacaktır.

 

Sayın Basın Mensupları,

Burada dile getirilen sorunlar, ne yalnızca hekimlerin ve öğretim üyelerinin, ne de sadece tıp fakültesinin sorunlarıdır. Bunlar; tüm üniversitenin, halkın, ülkenin sorunlarıdır.

Yapılanları ve yapılmak istenenleri gayet iyi görüyor ve yetkililere sesleniyoruz:

Bu gidiş yanlış gidiştir. Tıp fakültesine, üniversiteye, öğrencilerimize, halkımıza, ülkemize zarar verecek bu uygulamalardan vazgeçiniz.

Tıp Fakülteleri Öğretim Üyeleri Girişimi Ankara Kolu

Fotoğraflar için...