Daha Özgür, Eşit ve Adil Bir Hayat İçin 25 Kasım'da Hayatı 1 Gün Durduracağız!

altKESK, DİSK, TMMOB, Türk Tabipleri Birliği ve Türk-İş, 25 Kasım günü yapılacak 1 günlük uyarı eylemi hakkında bilgi vermek üzere, ortak bir basın toplantısı düzenlediler.



BASIN AÇIKLAMASI
23.11.2009

Daha Özgür, Eşit ve Adil Bir Hayat İçin 25 Kasım’da Hayatı 1 Gün Durduracağız!

Türkiye’de emekçiler 30 yıldır yoğun bir taarruz altında hayata tutunmaya çalışıyor. Bu taarruzun öncülüğünü, en temel insan ihtiyaçlarını dahi piyasaların azgın denetimine bırakmayı hedefleyen neo-liberal ideoloji ve onun kadroları yürütüyor. Hava ve su dahil her türlü temel maddeyi meta olarak gören, sağlık, eğitim ve adalet gibi en temel toplumsal hizmetleri kârlı bir Pazar haline getirmeyi hedefleyen siyasi kadroların egemenliğinde geçirilen on yıllar boyunca emekçiler devasa kayıplara uğradılar.

İşsizlikle, özelleştirmeyle, taşeronlaştırmayla, sefalet ücretleriyle terbiye edilmek istendiler. Genel olarak bu yönde geçen 30 yıl boyunca emekçiler örgütsüzlüğe, sendikasızlığa, kayıtdışı çalıştırılmaya mahkûm edildiler. Bugün bu ülkede açlık sınırının altında bir asgari ücret uygulanabiliyorsa, bu emekçilerin örgütlülüğünün sistematik olarak engellenmesi, bastırılması sayesinde mümkün olmuştur. Bugün bu ülkede çalışarak hayatını kazanmak hayal haline getirilmişse bu emek örgütlerini, sendikaları dışlayan çarpık bir demokrasi anlayışının sonucudur.

Bugün bu ülkede kamu emekçilerinin % 90’ı yoksulluk sınırının altında bir ücrete mahkûm edildiyse bunun nedeni bu neo-liberal politikalardır. Resmi rakamlara göre çalışan nüfüsun % 15’i, gerçek rakamlara göre % 20’si bugün işsizdir. Yani sıfır gelire sahiptir. Çocuğuna ekmek götüremeyen, en temel ihtiyaçlarını karşılayamayan 6 milyon emekçi bugün çalışma hayatının dışına itilmiştir. Emekliler açlık sınırının altında bir ücretle yaşam kavgası vermeye zorlanmaktadır. Bugün ki siyasi iktidar burada sözünü ettiğimiz neo-liberal politikaların koşulsuz savunucusudur.  

Bu politikalar kriz politikalarıdır. 1994’te, 2001’de ve son olarak 2008’ de ülkeyi krize sokan bu neo-liberal politikalardır. Geçmiş krizlerde emekçilerin örgütsüzlüğüne dayanarak, baskı politikalarına dayanarak, anti-demokratik uygulamalara dayanarak krizlerin faturası hep emekçilere çıkarılmış, emekçilere ödettirilmiştir. Bugün de siyasi iktidar yaşamakta olduğumuz krizin bedelini bizlere, emekçilere ödettirme düşüncesindedir.

Bu iktidarın yerel ve uluslararası mahkemelerde defalarca kazandığımız davalara rağmen toplu sözleşme ve grev hakkımızı gasp etmesinin sebebi budur. Sokağa çıkıp hakkını arayan emekçilere polis gücüyle saldırmasının nedeni budur. Krize karşı önlem paketi adı altında halktan, emekçiden alıp sermayeye aktarma projelerinin nedeni budur. 

Değerli Basın Emekçileri,

25 Kasım Uyarı grevi’nin arkasında yatan nedenler bunlardır. Bu siyasi iktidar döneminde kamu emekçileri ücret bazında % 30, alım gücü bazında % 50 reel kayıplara uğratılmışlardır.

Bu siyasi iktidar döneminde kamu emekçileri defalarca hakları olan toplu sözleşme yerine, “toplu görüşme” adı altında dünyada örneği olmayan bir uygulamaya zorlanmışlardır.

AKP döneminde sendikal kadrolar kovuşturulmuş, sürülmüş, meslekten atılmıştır. Bu siyasi iktidar döneminde ülke sermaye için dikensiz bir gül bahçesine dönüştürülmüştür. Bu iktidar demokrasiyi seçilmişlerin başta olduğu bir krallık olarak görmektedir. Toplumun örgütlü katılımının olmadığı, emek kuruluşlarının sendikaların dahil olamadığı bir rejime demokrasi denemez.

Bugün ülkenin en büyük sorunu işsizliktir. Bu akıl almaz işsizlik tablosuna rağmen kamu emekçileri nitelikli kamu hizmeti verecek sayıda değildir. Türkiye’de kamu hizmetlerinin görülmesi için elemana ihtiyacı vardır.. Gelişmiş ülkeler bazında bakıldığında ortalama her 20 kişiye düşen kamu çalışanı sayısı Türkiye’de ancak 30 kişiye hizmet verebilmektedir. Örneğin eğitim alanında OECD üyesi ülkelerde ilköğretim ve ortaöğretimde 1.000 öğrenci başına ortalama 73 öğretmen düşüyor. Türkiye"de ise 1000 öğrenci başına düşen öğretmen sayısı 42’dir.Türkiye’deki kamu çalışanı sayısının gelişmiş ülkeler düzeyine ulaşabilmesi demek kamu çalışanı sayısının yaklaşık yüzde 50 oranında artırılması anlamına gelir ki bu da halen 2 milyon düzeyinde olan kamu çalışanı sayısının 1 milyon artırılması anlamına gelir. 

Siyasi iktidar ülkenin bu gerçeklerine sırtını dönmekte, hazırladığı bütçede işsizlikle mücadele etmek niyetinde olmadığını açıkça ortaya koymakta ve ülkenin önüne istihdamsız büyüme hedefini koymaktadır.

25 Kasım Grevinin arkasında böyle bir tablo yatmaktadır.

Sendikalar, siyasi iktidarların isteklerini emekçilere aktarma örgütleri değildir. Sendikalar hak arama örgütleridir, mücadele örgütleridir.

Bu nedenle 25 Kasım Grevi öncelikle yaşadığımızın krizin bedelini emekçilere fatura etmeye çalışan siyasi iktidara karşı bir isyan çığlığıdır. 25 Kasım grevi kamu emekçilerinin daha fazla yüzdelik zam talebiyle ilgili değildir. Bu nedenle işsizlerin, asgari ücretlilerin, emeklilerin, gençlerin, kadınların talepleri etrafında örgütlenmiş bir eylemdir. 30 yıldır emekçilerin uğradığı muazzam neo-liberal taarruza karşı emekçilerin karşı-taarruzudur. Emek, barış ve demokrasi mücadelemizin en olgun ifadesidir 25 Kasım Grevi.

25 Kasım’da daha eşit, özgür ve adil bir hayat için hayatı 1 gün durduracağız. 25 Kasım’da okullarda eğitim verilmeyecek; vergi toplanmayacak; belediye hizmetleri duracak, uçaklar uçmayacak, trenler yürümeyecek; acil servisler dışında hastaneler hizmet vermeyecek.

25 Kasım Grevi bir uyarı grevidir. Temel talebi demokratik bir çalışma yaşamı için toplu sözleşme ve grev hakkımızın hayata geçirilmesi; krizin bedelinin emekçilere ödetilmemesi ve emekçilerin kayıplarının karşılanmasıdır.

Bütün Türkiye emekçilerini,

İşsizleri, küçük üretici ve esnafı, emeklileri, gençleri, ev kadınlarını ve demokratik kamuoyunu 25 Kasım Gevini desteklemeye, daha özgür, eşit ve adil bir Türkiye için bu greve omuz vermeye çağırıyoruz.

Yolumuz açık olsun!