12 Eylül'ü çocuklarımıza anlatabilmek...

Çocuklarımıza anlatmalıyız.

İlk önce gidilecek okulu tanıtmalıyız: "eski" cezaevi!

Garipsenecek bir yan yok, 29 yıldır kapalı ve açık cezaevi haline dönüştürülmüş bir ortamda şartlı tahliye ile "eğitimin" sürdürüldüğünü biliyoruz.

Dersler de belli: zorunlu din dersi, milli güvenlik, kimliksizleştirme, işçi-emekçilere saldırma, tek tipleştirme, hakları yok etme, bastırma, güvencesizleştirme, müşterileştirme, sadaka kültürüne alıştırma, sermayeyi koruma ve kollama, resmi tarih, örgütsüzleştirme, mafyalaştırma...

Ara sıra müfredata giren ama sıklıkla boş geçen dersler ise  demokratikleşme, susurluk, gladyoyu açığa çıkarma, eşitlik-adalet, özgürlük, hak, hukuk...

Unutanlara hatırlatacağız, bilmeyenlere anlatacağız: 12 Eylül bir yüz karasıdır, insanlık ayıbıdır, Türkiye"de yaşayanlara karşı yapılmış kanlı bir diktatörlüktür ve şekil değiştirerek devam etmektedir.

12 Eylül bilinmeden, "Asmayalım da besleyelim mi?" diyenler yargılanmadan olmaz. Onun için ilk ders: unutmayacağız, unutturmayacağız, çocuklarımıza anlatacağız.

Sevgili yavrum,
bu okul cezaevidir; cezaevinden okul olmaz.

Bu müfredatla insan olunmaz.

İhtiyacımız boş geçen derslerdedir.

Doğrudur, silahların konuştuğu yerde eğitim de olmaz, sağlık da… Önce silahlar susacak, operasyonlar duracak, diyeceğiz 12 Eylül"ün 29. yılında.

1980"den bu yana her türlü zor, baskı, şiddetle oluşturulan bu ortamda eşitlik, adalet, özgürlük"tür ihtiyacımız. Bunun için gladyonun üzerine gidilmesi, ortadan kaldırılması, demokratikleşme, Türkün Kürdü tanıması, bu topraklarda yaşayan bütün emekçilerin yan yana durması gerekmektedir.

12 Eylül"ün savaşsız, sömürüsüz, barış içinde bir dünya özlemine saldırı olduğunu çocuklarımıza anlatabilmeliyiz.

İşte o zaman savaşsız, sömürüsüz bir dünya özleminin sahipleri, Türk-Kürt bütün çocuklarımız Diyarbakır Cezaevi müzesini birlikte el ele özgürce gezeceklerdir; işte o zaman 12 Eylül tarihin çöplüğündeki yerini alacaktır.