Güler Zere hakkında Türk Tabipleri Birliği - Bilimsel Araştırma Kurulu raporu

Yaşam, bir oluş, yaratma ve değişme alanıdır. İnsanoğlu yaşamı boyunca sürekli anlamlar ve değerler yaratarak yaşamını sürdürür. İnsan olmak ağır ve zor bir iştir. İnsan hem sorumlu hem de sorunlu bir varlıktır. O nedenle insan tarafından anlamlandırılmayan ve değerlendirilmeyen dünya, karanlık bir dünya olarak kalmaya mahkumdur. Alaca karanlığına bürünen bir dünyada elimizdeki fenerin bile sönebileceği aklıdan çıkarılmalıdır.

Türk Tabipleri Birliği - Bilimsel Araştırma Kurulu

(Cezaevlerindeki Kanserli Hastaların Şartlı Salıverilmesi İçin Bilimsel Kriterlerleri Saptama Kurulu)

Basın Açıklaması
26 Ağustos 2009, İstanbul

Ne gelir elimizden insan olmaktan başka” Edip Cansever

Yaşam, bir oluş, yaratma ve değişme alanıdır. İnsanoğlu yaşamı boyunca sürekli anlamlar ve değerler yaratarak yaşamını sürdürür. İnsan olmak ağır ve zor bir iştir. İnsan hem sorumlu hem de sorunlu bir varlıktır. O nedenle insan tarafından anlamlandırılmayan ve değerlendirilmeyen dünya, karanlık bir dünya olarak kalmaya mahkumdur. Alaca karanlığına bürünen bir dünyada elimizdeki fenerin bile sönebileceği aklıdan çıkarılmalıdır.

Cezaevlerinde sağlık sorunları yaşayan tutuklu ve hükümlüler devletin sağlık güvencesi altındadırlar. Devlet onların her türlü sağlık ihtiyaçlarını karşılamakla sorumludur. Cezaevlerinde yatan tutuklu ve hükümlülerin sağlık sorunları zaman zaman kamuoyuna da yansıyor. Yakın zamanda ölümüne beş gün kala tahliye edilen kanser hastası Kuddusi Okkır hakkında yine Kurulumuz tarafından bir rapor düzenlenmiş ve konu kamuoyunun gündemine taşınmıştı. Üzülerek belirtmek gerekir ki kamuoyuna ya ilerlemiş hastalıkları nedeniyle ölen Mustafa El Elçi, Gurbet Mete, Hasan Kert, Beşir Özer, Recep Çelik ve İsmet Ablak gibilerin ölüm haberi ya da Güler Zere gibi ölümün sınırında yaşayan hükümlülerin trajik durumları yansıyor. Oysa bunlar buzdağının görünen yüzüdür. Bugün sayısı 110.000 bulan tutuklu ve hükümlülerin bir sağlık envanteri bile yoktur. O nedenle bunların yüzde kaçının hasta olduğu, hastalıklarının derecesi ve yeterli tanı ve tedavi olanaklarından yararlanıp yararlanamadıkları bilinmemektedir.

Yukarıda saydığımız nedenlerden dolayı Türk Tabipleri Birliği soruna ışık tutmak ve bilimsel çözüm önerisi geliştirmek amacıyla saygın bilim insanlarından oluşan ve aralarında Medikal Onkolog, Radyasyon Onkoloğu, Kulak Burun Boğaz ve Baş Boyun Cerrahisi, Adli Tıp, Etik ve Ceza Hukukçu’larının bulunduğu bir Bilimsel Araştırma Kurulu kurmuştur. Kurulumuz bu çalışma kapsamında cezaevinde yatan hastaların önemli bir kısmını kapsadığı için "Kanser" hastalarına odaklanacaktır. Raporumuz "CEZAEVİ VE KANSER" konusunu ele alacaktır.

Kanser hastalarının gerek tanı gerekse tedavisi cezaevi koşullarında değişik zorluklar içeriyor. O nedenle Güler Zere olgusundan yola çıkarak mevcut yasal düzenlemeler ve uluslararası sözleşme ve bilimsel ilkeler ışığında ülkemizdeki bu kronik soruna bir çözüm üretmeye çalışacağız. Önümüzdeki Eylül ayı ortasında açıklamayı planladığımız bu raporumuzda kanser hastalarının cezalarının ertelenmesi için beklenen yaşam süreleri dikkate alınarak uluslararası kriterlerin rehberliğinde kurulumuzca bir öneri paketi açıklanması hedeflenmektedir.

Bize yapılan başvurular ve İnsan Hakları kuruluşlarının verdiği bilgilere göre şu anda 36 tutuklu ve hükümlü ağır sağlık sorunları nedeniyle yaşam mücadelesi vermektedir. Kayıt altına alınabilen bu sayı dışında kayıt altına alınamayan benzer durumda birçok adli ve siyasi tutuklunun bulunduğu tahmin edilmektedir. Bunlardan kamuoyuna son günlerde en sık yansıyanı ise Güler Zere’dir. Güler Zere KahramanmaraşElbistan E Tipi Cezaevi’nde yatmakta iken ağzında ne olduğu anlaşılamayan yaralar çıkmış, Adana’ya sevki yapılan Zere tutuklu koğuşunda yer olmadığı gerekçesiyle götürülememiştir. Daha sonrasında gecikmeli olarak tedavisi yapılmış ve şu anda kanser tedavisi Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi mahkum koğuşunda sürmektedir.

Güler Zere’nin yakınları tarafından Türk Tabipleri Birliğine yapılan başvuru ve kamuoyuna yansıyan olayın gerek tıbbi sonuçları ve gerekse ülkemizin demokratikleşmesi sürecine etkileri dikkate alındığında olgu ivedilikle kurulumuz tarafından değerlendirmeye alınmıştır. Kurulumuz bu olgunun gerek tıbbi gerekse hukuki süreçteki aciliyeti nedeniyle öncelikle Güler Zere’nin sağlık dosyasını inceleyerek bir ön rapor hazırlamış durumdadır. Ön rapor kurul üyeleri tarafından Çukurova Üniversitesi Hastanesi Başhekimliği tarafından hazırlanan sağlık dosyası, Adana Tabip Odası İnsan Hakları Komisyonu Değerlendirme Raporu, Çağdaş Hukukçular Derneği Başvuru dosyası, Güler Zere’nin yazılı anlatımları ve tedaviyi üstelenen hekimlerin bir kısmı ile yapılan görüşmeler sonucunda hazırlanmıştır.

Mevcut bilimsel veriler ve evrensel tıp ve hukuk normları esas alınarak yapılan değerlendirmelere dayanan bu ön raporumuzun gerek kamuoyu gerekse ilgili hukuki merciler tarafından dikkate alınacağını umuyoruz.

Çünkü halen kamuoyuna yansıyan “ölümcül bir hastalık halinde tutukluluk halinin nasıl sürdürülmesi gerektiği” konusunda gerek kamuoyunun vicdanını gerekse tıp ve hukuk normlarını tatmin edecek sağlıklı ve sınırları net bir yorum bulunmamaktadır. Bu konuda mevcut durumu düzenleyen ve “ölümcül kanser olgularının” niteliğini kavramaktan yoksun yasa maddesinin değiştirilmesi öncelikli bir görev olmalıdır. Bu olana kadar mevcut yasa maddesinin yorumunda insani boyutun öncelenmesinin ve ölümcül kanser hastalıklarının gerek tedavi süreçleri gerekse yaşam ile ölüm arasındaki bağını dikkate alacak bir yoruma ihtiyaç olduğu aşikardır. Bu nedenle ölümcül kanser olgularını basitçe herhangi bir hastalıkmış gibi değerlendirip “hastane şartlarında yatırılarak infazının devamı” söylemi yasa maddesine ölümcül kanser olgularının bu niteliklerini hesaba katmadan yapılan bir yorum kararı olarak kalmaktadır. Kuşkusuz bu konu basitçe “tüm kanserli tutukluların infazı tehir edilsin” kolaycılığı ile de çözülemez. Ancak Cezaevlerindeki başta kanserli olmak üzere ölümcül nitelikli hastalığa yakalanmış hastaların çok daha insani ve uluslar arası tıbbi etik ve hukuk normlarına uygun olarak değerlendirilmesi gerektiği de tartışılmaz bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır.

Ancak bilinmelidir ki tıbbi süreci ilerleyici, yaygınlaşma eğilimli ve ileri evrelere taşınmış ölümcül kanser olgularında telafisi mümkün olmayan tıbbi, hukuki ve vicdani sorumluluğu ağır sonuçlar çıkmaktadır. Bu bakış açısıyla tamamen bilimsel kriterler esas alınarak Güler ZERE dosyası incelenmiş,

TTB-Bilimsel Araştırma Kurulu olarak yaptığımız incelemeler sonucunda; Tekrarlayan “indiferansiye maksilla kanseri” nedeniyle şu anda Çukurova Üniversitesi Hastanesinde Radyoterapi   (Işın tedavisi) gören Güler Zere’nin aşağıdaki nedenlerden ötürü infazının ertelenmesinin, tedavisinin ve yaşamının bu evresinin tutuksuz olarak geçirilmesinin uygun olacağı kanaatine varılmıştır.

  1. Hastanın şikayetlerinin başladığı Kasım 2008 tarihinden tanının konulduğu Şubat 2009 tarihine kadar tanının gecikmesine cezaevi koşulları neden olmuş olabileceği,
  2. Şubat ayında yapılan “maksillektomi” ameliyatı sonrası Nisan 2009 tarihinde hastalığın çok kısa sürede tekrarlamasının; cezaevi koşullarının neden olduğu takip yetersizliğinin yanı sıra psikolojik travmanın etkilerine de bağlanabileceği,
  3. Hastalığın Nisan 2009’da tekrarlamasına rağmen radikal cerrahisinin ancak Haziran ayında yapılabilmesinin hastanın hükümlü olma koşulları nedeniyle oluştuğu izlenimini verdiği. Bu tablonun da hastanın halen sağlık kuruluşu ile temasta tutulmasına, yani tutuklu halde sağlık kuruluşu ilişkisi kurulmuş olmasına rağmen gerçekleşmiş olduğunun görüldüğü,
  4. Cerrahi sonrası radyoterapi yapılan hastanın üst çenesinin çıkartılmış olması ve radyoterapinin tükürük bezlerini kurutması nedeniyle beslenmesinin sağlanmasının şu anda ve gelecekte cezaevi koşullarında çok ciddi yaşamsal sorunlara yol açabileceği, son kontrollerinde yeterli beslenememenin bir sonucu olarak hastanın ileri derecede zayıflamış olmasının bu konuda önemli bir işaret olarak kabul edildiği,
  5. Hastanın mevcut koşullarda tedaviye rağmen durumunun her geçen gün daha kötüye gittiğinin anlaşıldığı, hükümlülüğünün devam etmesinin mevcut tablo itibariyle psikolojik yönden hastayı olumsuz yönde etkileyebileceği ve bu durumun şu anda yapılan tedaviden beklenen yararı azaltacağı,
  6. Hastanın şu anda palyatif ve destek tedaviye ihtiyacı olduğu, çok iyi koşullarda beslenmesi gerektiği, bunun mevcut hastanelerin mahkum koğuşunda ve hapishane koşullarında sağlanabilmesinin güç olduğu ve bu durumun yaşamını ciddi şekilde etkileyebilecek mahiyette olduğu,
  7. Tekrarlayan “kötü diferansiye maksilla kanserinin” en iyi koşulların sağlandığı durumlarda dahi iyileşme şansının çok düşük olduğu verileri dikkate alınarak yukarda ifade ettiğimiz sonuca varılmıştır.

Ayrıca Güler Zere olgusu Ceza Hukuku ve İnsan Hakları yönünden de incelenmiştir. Bu kapsamdaki görüşümüz ise aşağıdaki şekildedir:

                Türk Ceza Hukuku mevzuatında ‘Hapis Cezasının Ertelenmesi’ kurumundan belirli şartlar dahilinde, hastalık dolayısıyla veya hükümlünün istemiyle yararlanılabilmektedir.5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 16.maddesi ‘Hapis Cezasının İnfazının Hastalık Nedeni ile Ertelenmesi’ başlığını taşımaktadır. Bu maddenin 2. fıkrası ve Hapis Cezasının Ertelenmesi Hakkında Genelge’ye göre; ‘Diğer hastalıklarda cezanın infazına, resmî sağlık kuruluşlarının mahkûmlara ayrılan bölümlerinde devam olunur. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.’ Bu düzenlemeden yaralanabilmek için bir geri bırakma kararı gerekmektedir. Bu karar, Adlî Tıp Kurumunca düzenlenen ya da Adalet Bakanlığınca belirlenen tam teşekküllü hastanelerin sağlık kurullarınca düzenlenip Adlî Tıp Kurumunca onaylanan rapor üzerine, infazın yapıldığı yer Cumhuriyet Başsavcılığınca verilir.Anılan düzenlemeden açıkça anlaşıldığı üzere, geri bırakma kararına ilişkin olarak sorumluluk Adli Tıp Kurumundadır. Kurumun raporu sonucu, hükümlünün infazının ertelenmesine veya ertelenmemesine karar verilecektir.

       Son günlerde medyada gündeme gelen ‘Hapis Cezasının Ertelenmesi’ meselesi ‘Güler Zere’ olayıyla hayati bir önem taşır hale gelmiştir. Kanser hastası olan Güler Zere’ye, tedavi edildiği Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından, ‘Yaşamının ağır risk altında olduğu, hastanenin mahkûm koğuşunun bile yaşam riski oluşturduğu’  yönünde görüş bildirilmiştir. Buna karşın, İstanbul Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Dairesi, infazın devam edilmesinin uygun görüldüğünü belirten bir rapor düzenlemiştir.

       Yukarıda değindiğimiz düzenleme, hükümlülerin yaşam haklarını güvence altına almak amacını taşımaktadır. Tedavi için uygun olmayacak bir hapishane koğuşu yerine, her zaman müdahale edilebilme olanağının bulunduğu hastane ortamında tedavinin gerçekleştirilmesinin daha uygun olacağı aşikardır. Kaldı ki böyle bir tedavi sonucunda,  istenilenin elde edilememesi ve hastalığın mahkum için hayati tehlike oluşturması durumunda, mahkumun iyileşmesine kadar infazının ertelenebileceği, CGİK’nun 16. maddesinde açıkça belirtilmiştir. İncelediğimiz olaydaki hastanın durumu bakımından iyileşme ihtimalinin oldukça düşük olduğu gerek Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi Adli Tıp Anabilim Dalı tarafından, gerekse Adana Tabip Odası bakımından çeşitli raporlarla vurgulanmış, kurulumuzda bulunan klinisyenler tarafından da bu durum teyit edilmiş durumdadır. Bu halde, mahkumun durumunun bu düzenlemenin uygulanması bakımından gereken şartları taşıdığı kanaatindeyiz.

      ‘Sosyal Devlet İlkesi’ gereğince devlet, çeşitli sebeplerle ceza soruşturması ile karşı karşıya kalmış olan ve haklarında tutuklama önlemleri alınan ya da mahkumiyet kararı neticesinde cezaları infaz olunan kişiler bakımından sağlık hizmetini, diğer vatandaşlara uygulandığı şekilde gerçekleştirmelidir. Bu ‘Eşitlik İlkesi’nin doğal bir sonucudur. Ayrıca, ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin ‘Yaşam, vücut bütünlüklerini koruma, sağlık ve mülkiyet hakları devletin güvencesi altındadır.’ ilkesi de uluslararası ceza infaz hukukunun en temel prensiplerindendir.

       Ulusal mevzuatımızda yer alan ve yukarıda değinmiş olduğumuz düzenlemelerin bu ilkelerle parelel olduğunu açık bir biçimde görmekteyiz. Ancak ele aldığımız olay bağlamında, erteleme kurumunun layıkıyla işleyebilmesi için bakış açısının önemli olduğunu vurgulamak gereğini hissediyoruz. Söz konusu mahkumun kanser hastası olması ve iyileşme ihtimalinin düşük olması sebebiyle dikkate almamız gereken CGİK md.16’nın son cümlesinde belirtilen, ‘. Ancak bu durumda bile hapis cezasının infazı, mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ediyorsa mahkûmun cezasının infazı iyileşinceye kadar geri bırakılır.’düzenlemesiolmalıdır. Çünkü artık burada dikkat edilmesi gereken durum, meselenin bir kamu kurumunda çözümlenmesi değil, tedavi ihtimali düşük olan bu kişinin ‘Huzur Hakkı – Yakınları ile Vedalaşma Hakkı’ nın sağlanmasıdır. Amaç, tedavinin yanı sıra, o kişinin huzurlu bir şekilde psikolojik olarak rahatlayabilmesi olmalıdır.

Bu olaydan bağımsız olarak belirtmek gerekirse,  infazın ertelenmesi ile birlikte birtakım başkaca sosyal sorunların gündeme gelebilmesi de mümkündür. Söz gelimi sosyal güvenlik kurumlarının sağlık hizmetlerinden yararlanma hakkı olmayan mahkumlar, infazın ertelenmesi ile birlikte tedavinin devamı açısından ekonomik problemle karşılaşabilirler. Olası önemli bir diğer sorun, serbest kaldıktan sonra yeniden bir suç işlenilmesi halidir. Kanımızca aklımıza gelen bu ihtimaller dışında da kamusal ya da bireysel meselelerle karşılaşabiliriz. Durum ne olursa olsun çağdaş devlet uygulaması, yaşama veda etme noktasına gelmiş kişilere, olası kamusal tehlikelere karşı bir takım önlemlere de yer vererek mutlu ölüm hakkının özgür bir ortamda tanınmasıdır. Cumhurbaşkanına tanınan özel af yetkisinin mantığını da  sağlık hakkı bağlamında  değindiğimiz insan onuruna verilen değerde aramak gerekir.   

        Uluslararası alanda ağır hasta olan mahkumların durumları ile ilgili bir çok AİHM kararına rastlanmaktadır. Bunların en başında, konumuzla da oldukça örtüşmesi sebebiyle, Mouisel/Fransa kararı gelmektedir. Bu davada, 15 yıl hapse mahkûm olan Mouisel, 1999 yılında cezaevinde kansere yakalanmıştır. Bu sebeple cezasının ertelenmesini talep etmiş ancak bu kabul edilmemiştir.2001 yılına gelindiğinde mahkeme, doktor raporlarını dikkate alarak  mahkûmun cezasını 2005 yılına dek ertelemiştir. Burada başvurucu kansere yakalandığı 1999 yılından tahliye edildiği 2001 yılına kadar geçen döneme ilişkin olarak, bu süre içinde kanser tedavisi görürken cezaevinde kalmasının işkence ve kötü muameleye girdiğini ileri sürmüş ve AİHM bu savunmayı haklı bularak Fransa’yı tazminata mahkum etmiştir.AİHM bu davada cezaevinde kanser tedavisinin güçlükleri, başvurucunun ruhsal durumu, hastanın durumunun giderek kötüleştiği yolundaki doktor raporları, bütün bunlara karşın hiçbir önlem alınmaması, hastaneye götürülürken kelepçe takılması gibi kıstasları değerlendirmeye almıştır.

Kamuoyuna saygıyla duyurulur.

Uzm. Ali ÇERKEZOĞPLU
TTB Merkez Konsey Üyesi
Adli Tıp Uzmanı

Prof. Dr. Pınar Mualla SADIKLAR SAİP
İ.Ü. Tıp Fakültesi Onkoloji Enstitüsü
Tıbbi Onkoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi

Doç. Dr. Abdullah Coşkun YORULMAZ
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Adli Tıp Adli Tıp AD Öğretim Üyesi

Uzm. Dr. Ali ÖZYURT
Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı
 
Doç. Dr. Çetin VURAL
KBB Hastalıkları Uzmanı
Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi
 
Prof. Dr. Tunçalp DEMİR
İ.Ü. Cerrahpaşa Tıp Fakültesi
Gögüs Hastalıkları AD Öğretim Üyesi

Prof. Dr. Fatih Selami MAHMUTOĞLU
İ.Ü. Hukuk Fakültesi Ceza ve Ceza Usulü Hukuku AD