5 Haziran Dünya Çevre Günü mü?

altTürk Tabipleri Birliği 5 Haziran Dünya Çevre Günü dolayısıyla yazılı bir basın açıklaması yaptı.

05.06.2009
 
BASIN AÇIKLAMASI
 
5 Haziran Dünya Çevre Günü mü?
 
1972 Stockholm B.M. İnsan Çevresi Konferansı’nın başlangıç tarihi olan 5 Haziran, “Dünya Çevre Günü” olarak kabul edilmiştir. Bu konferansın sonunda kabul edilen deklarasyonun 1.maddesinde “…İnsanın, hürriyet, eşitlik ve yeterli yaşam koşullarını sağlayan onurlu ve refah içinde bir çevrede yaşamak temel hakkıdır. İnsanın bugünkü ve gelecek nesiller için çevreyi korumak ve geliştirmek için ciddi bir sorumluluğu vardır (…) bugünkü ve gelecek nesiller için ihtiyaca göre özenli planlama veya yönetim ile dünyanın doğal kaynakları, hava, su, toprak, flora ve fauna dahil, özellikle de doğal ekosistemleri temsil eden örnekler korunmalıdır…” denilmiştir. Benzer şekilde Anayasamızın 56. maddesinde "Herkesin sağlıklı ve dengeli çevrede yaşama hakkı” olduğu belirtilmekte ayrıca “çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak, çevre kirlenmesini önlemek görevi devletin ve yurttaşlarındır” denilmektedir.

                Uluslararası ve ulusal hukuk metinlerinde önemle üzerinde durulan çevre hakkı toplum sağlığının korunması açısından da büyük önem taşımaktadır. Temiz, yaşanabilir bir çevre sağlıklı bir toplum anlamına gelmektedir. Çevre kirliliği “Sanayi Devrimi”nin başlamasından bugüne büyük bir ivmeyle artmakta, karşılığında da çevresel risklerle ilişkilendirilen, başta farklı sistem ve organ kanserleri olmak üzere, sağlık sorunlarının görülme sıklığında paralel artışlar gözlenmektedir. Bu konumda tanımlanan olumsuzlukların azaltılması veya yok edilmesine yönelik önlemler ise toplumsal kalkınma, refah toplumu olma ve benzeri kavramların gerisinde kalmaktadır. Ayrıca küreselleşen dünyada ülkemize biçilen rol de bu süreçte önem kazanmakta, gelişmiş ülkelerin ikiyüzlü davranışları ön plana çıkmakta, Türkiye ve benzeri ülkeler batılı ülkelerin terk ettiği kirli sanayiler ve kirli teknolojilerin uygulama alanına dönüştürülmektedir. Buna da uygun bir kılıf bulunmuştur; “sürdürülebilir kalkınma”. Aslında sorun sermayenin dizginlenemeyen kar hırsıdır ve bu hırsın karşısında çevre sağlığı, insan sağlığı, gelecek kuşaklara temiz bir çevrenin bırakılması zorunluluğu gibi kavramlar anlamını yitirmektedir. Bu süreçte karşımıza çıkan çok ciddi bir sorun da yönetimlerin yasalarla kendilerine verilen görevleri yerine getirmede toplumun sağlığını ve bunu destekleyen çevre sağlığını korumaya yönelik dengeleyici davranışlar yerine sermayeden yana tavır koymalarıdır.

                Ülkemizin, açılan farklı davalarda mahkemelerin verdiği toplumun sağlığının ve çevrenin korunmasından yana kararları uygulamayarak sermayenin yanında duruşlarını açıkça ortaya koyan ve bu nedenle anayasal suç işleyen hükümetler tarafından yönetildiğini görmek de ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Bunun en çarpıcı örneği mahkeme kararları yok sayılarak işletilen Bergama-Ovacık Altın Madenidir.

                Ülkemizde var olan çevre sorunlarını alt alta yazdığımızda oldukça uzun bir liste karşımıza çıkmaktadır.

  • Tarım arazilerinin yerleşime ve sanayi tesislerine açılmasıyla geleceğimizi ipotek altına almakta, artan nüfusa yeterli gıda sağlama olasılığı yok edilmektedir.
  • Sıvı atıklar alıcı ortam olarak nitelenen akarsulara ve göllere arıtılmadan boşaltılarak su kaynaklarımız yok edilmektedir.
  • Küresel ısınmanın etkileri giderek daha çok hissedilirken sera gazlarının salımı konusunda etkin önlemler almaktan kaçınılmakta, bu bağlamda fosil yakıt tüketiminin azaltılması konusunda girişimler bir yana çok sayıda kömürle çalışan termik santral yapımı teşvik edilmektedir.
  • Başta Akdeniz kıyıları olmak üzere birçok yörenin su kaynaklarının sınırlılığına karşın binlerce ağacı kesme bahasına golf sahaları açılmakta ve buralarda aşırı miktarda su tüketilmektedir.
  • Ülkenin kalkınması kılıfı içinde kıyılarımız ve ormanlarımız turizme açılmaktadır.
  • Petrol, jeotermal kaynaklar ve maden arama faaliyetleri, Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) kapsamı dışına çıkartılmış, ÇED Yönetmeliği’ne aykırı faaliyetlere bir yıllık süre tanınmış, Yeni Ceza Yasası’nın 181 ve 182. maddelerinde “çevreye karşı suç” olarak tanımlanan suçları teşvik edecek şekilde, belediyelere ve sanayi işletmelerine atık bertaraf tesisi kurmak için onbir yıla kadar varan süreler tanınmıştır.
  • Ülkemizin en özgün ekolojik alanlarından biri olan Kaz dağları, fıstık çamı deposu Kozak Yaylası Hükümet tarafından altın madencilerinin insafına terkedilmiştir.
  • Karadeniz Bölgesinde onlarca akarsu havzası üzerine kurulması planlanan veya kurulan barajlarla yok edilmekte, çökertilen ekosistemlerin geleceğe yönelik maliyeti göz önünde bulundurulmamaktadır.
  • Hasankeyf ve Allianoi antik kentleri kısa erimli çıkarlar uğruna sonsuza kadar su ve çamura gömülmeye çalışılmaktadır.
  • Bilime ve akla aykırı girişimlerle bozulan çevrede yok olan ekolojik dengeler üzerinden ortaya çıkan ve giderek yayılan, onlarca can kaybına neden olan Kırım Kongo Kanamalı Ateşi, birçok yerleşim yerinde gözlenen bulaşıcı hastalık salgınları gibi sağlık sorunlarıyla uğraşılmaktadır.
  • Munzur ırmağı üzerinde yapılmak istenen 8 adet baraj ve hidroelektrik santral projesi ile bölgenin tüm ekolojik dengesi ve doğal güzellikleri tehdit altındadır.  
  • Doğu ve Güneydoğu bölgemizde güvenlik nedeniyle yok edilen ormanlar ekolojik dengeyi bozmuştur. Halihazırda düzeltmeye yönelik herhangi bir girişim sözkonusu değildir.
  • Pek çok sakatlık ve ölümlere neden olan mayınların, temizlenmesi hususu yine rant kavgalarının gölgesinde kalmaya mahkum olmuştur.
Listeyi uzatmadan,
Türk Tabipleri Birliği olarak diyoruz ki;

Sağlıklı çevrede yaşama hakkından yana olan herkesi bu konularda duyarlı olmaya, kazanılmış yasal haklara ve dünyamızın geleceğine sahip çıkmaya çağırıyoruz. Bu konuda üzerimize düşen sorumluluğu alırken, Mahathma Gandhi‘nin sözünü bir kez daha anımsatmak istiyoruz; “Dünya herkesin ihtiyacına yetecek kadarını sağlar, fakat herkesin hırsını karşılamaya yetecek olanı değil.”

 
TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ