TTB'den Tekirdağ'da dava açılan 15 hekimle dayanışma ziyareti

altTTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy, TTB Merkez Konseyi üyesi Dr. Ali Çerkezoğlu ve İstanbul Tabip Odası’ndan Dr. Ali Özyurt, ""Ergenekon"" soruşturması kapsamında tutuklandıktan sonra sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilmesinin ardından hastanede ölen Kuddusi Okkır"ın hastalığına yanlış teşhis koydukları iddia edilen 15 hekim hakkında dava açılması üzerine, Tekirdağ’a giderek çeşitli temaslarda bulundular.

Tekirdağ Tabip Odası Başkanı Dr. Abdullah Önen ve Genel Sekreteri Dr. Yücel Ayaz ile birlikte önce Tekirdağ Devlet Hastanesi ve Tekirdağ Göğüs Hastalıkları Hastanesi’ni ziyaret eden TTB Heyeti, burada hekimlerle görüşerek dayanışma duygularını ilettiler. TTB Heyeti burada bir basın toplantısı yaparak, konuya ilişkin görüşlerini kamuoyu ile paylaştı. Basın toplantısının ardından Tekirdağ Valisi ve Başsavcı ile de görüşmeler yapıldı.


BASIN AÇIKLAMASI

3 HAZİRAN 2009,TEKİRDAĞ

Cezaevlerindeki sağlık sorunları ancak bütüncül yaklaşımla çözülür.

Hekimler günah keçisi değildir.

Adalet Bakanlığı üzerine düşen görevi yapmalıdır.

Türk Tabipleri Birliği" ne son yıllarda gelen başvurular cezaevlerinde sağlık konusunun öneminin giderek arttığını göstermektedir.

Devlet, tutuklu ve hükümlülere sağlık hizmetini vermekle, ortaya çıkan hastalıkların tedavisini üstlenmekle yükümlüdür. Ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin “yaşam, vücut bütünlüklerini koruma, sağlık ve mülkiyet hakları devletin güvencesi altındadır” ilkesinin uluslararası ceza infaz hukukunun en temel prensiplerinden birisi olduğu unutulmamalıdır. Ciddi sağlık sorunları nedeniyle yaşam savaşı vermekte olan çok sayıda tutuklu ve hükümlü olduğu da kamuoyunun bildiği bir gerçektir.

Yıllardır cezaevlerinde yatan tutuklu ve hükümlülerin ciddi sağlık sorunları kamuoyuna yansıtılmaya çalışılıyor. Ancak Ergenekon soruşturması nedeniyle tutuklanan Kuddusi Okkır’ın hapishanede  tutuklu iken kansere yakalanması ve tahliyesinden beş gün sonra ölmesi, Ceza infaz Kurumları’ndaki yönetim sorunlarını, tutukluluk halinin kaldırılması süreçlerini ve mahkumların sağlığa erişim olanaklarını yeniden kamuoyunun gündemine taşıdı.

TTB olarak 2000 yılında yayınladığımız “F Tipi Cezaevleri” raporumuzda da ifade ettiğimiz gibi; F tipi cezaevleri hücre tipi cezaevleridir. İnsan ruh ve beden sağlığı üzerinde olumsuz etkiler yaratacağı bilimsel olarak ortaya konmuştur. İnsan haklarına aykırı bir uygulamadır. Kuddisi Okkır"ın yaşamını yitirmesi F tipi cezaevlerinde yaşanan tecrit ve izolasyonun doğrudan ya da dolaylı sonuçlarından biri olarak kabul edilmelidir. Bu ortamların uzun dönemlerde kanser ve diğer kronik hastalıkların ilerlemesine ve  nüks etmesine zemin hazırlayacağı bilinmelidir. Ayrıca, sadece “güvenlik” odaklı bu cezaevlerinin ve yönetsel anlayışının “insan” odaklı bir yaklaşımı zorunlu kılan sağlık hizmetine erişim konusunda da sorunlara yol açması kaçınılmazdır. Bahsi geçen olayda da Kuddusi Okkır’ın tanı ve tedavi süreçleri bu anlayışın gölgesi altında gelişmiştir. Hastanelere sevkleri gece geç saatlerde gerçekleşmiş, nöbetçi hekimlerce ve güvenlik güçlerinin “belki haklı” acele ve telaşının gölgesinde yaşanmıştır.

9 Eylül 2008 tarihli basın açıklamasıyla, TTB- Araştırma Kurulu bu süreçte Kuddusi Okkır’ın tanı ve tedavi sürecinde -eğer varsa- yaşanan insan hakları ihlalleri, yönetsel hatalar, malpractis ( tıbbi uygulama hatası) ve etik dışı uygulamaların olup olmadığını araştırmış ve bunu bir rapor halinde kamuoyu ve ilgili devlet kurumlarıyla ( Adalet Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, TBMM İnsan Hakları Komisyonu, Ceza ve Tevkif işleri Genel Müdürlüğü.vb) paylaşmıştır.

Adı geçen raporda; Kuddusi Okkır’ın cezaevi sürecinde gerçekleşen ölümüyle ilgili olarak saptanan sorunlar 3 ana başlık altında toplanmıştır.

1.) İşleyiş ve yönetimden kaynaklanan sorunlar

2.) Tıbbi uygulama sürecindeki aksaklıklar

3.) Tutuklanmanın kaldırılması gereken durumlar

Bu üç başlık altındaki durumda cezaevi yönetiminden, sağlık kurumlarının yönetimine, savcılar, avukatlar ve mahkemelere kadar birçok kurum ve kişinin ihmal ve kusuru olduğu saptanmıştır. Bu raporda doğaldır ki ihmal ve kusuru olduğu düşünülen hekimler de belirtilmiştir.

Yukarıda sayılan kurum ve kişiler hakkında herhangi bir işlem yapılmazken; Anadolu Ajansının 28 Mayıs günü geçtiği habere göre, 15 hekim hakkında dava açılmıştır. Haklarında dava açılan ve adlarının baş harfleri ile kodlanan 15 doktora ilişkin habere göre;

Tekirdağ Cumhuriyet Başsavcılığı, Ergenekon kapsamında tutukluyken cezaevinde ölen işadamı Kuddusi Okkır"ın hastalığına yanlış teşhis koydukları iddiasıyla 15 doktorla ilgili soruşturmayı tamamladı. Tekirdağ Cumhuriyet Savcısı Hasan Çakıcı tarafından hazırlanan 8 sayfalık iddianamede, Tekirdağ Devlet Hastanesi"nde görevli S.T., Ş.T.A., E.A., İ.H.T., Ö.M.T., O.T., O.E., H.U., T.E., A.T., B.U., A.G., H.I. ve S.A. ile Tekirdağ Göğüs Hastanesi doktoru M.M. için, "hastayı usulüne uygun muayene etmedikleri, kayıt tutmadıkları ve hata yaptıkları" gerekçesiyle soruşturma başlattı. Ayrıca "görev gereklerine aykırı hareket etmek" suçlamasıyla 1 ile 3 yıla kadar hapis cezası istemiyle Tekirdağ 3. Asliye Ceza Mahkemesi"nde dava açıldı.”

Yanıtlanması gereken soru şudur; ortaya çıkan bu sonuç cezaevlerine ilişkin bir işleyiş problemi midir, yoksa birkaç hekimin ‘sorumsuzluğu’ ile izah edilebilecek münferit bir olay mıdır? Dolayısıyla 15 hekimin yargılanması hatta ceza alması ile sorunun ya da sorunların çözüleceğine mi inanılmaktadır?

Kuddisi Okkır olgusunda olduğu gibi kanserlerin tanı ve tedavisi genellikle Üniversite ve Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma hastaneleri gibi 3. basamak sağlık kurumlarında yapılmaktadır. Ayrıca belirtmekte yarar gördüğümüz bir nokta da söz konusu olguda olduğu gibi ileri tetkiklerin kullanılmasından dolayı tanı konması belli bir zaman sürecinin sonunda gerçekleşebilmektedir.

Olaya bütünlüklü olarak baktığımızda doğru yaklaşımın; yapısal sorunlara doğru çözümler üretilmesi ve çıkan sonuçların hayata geçirilerek yeni ölümlerin önlenmesi olduğu ortadadır.

Bu olguda da görülebileceği gibi, aradan geçen bir yıla rağmen dile getirdiğimiz yapısal sorunların çözümü yönünde mesafe kaydedilememiştir. Örnek vermek gerekirse;

Devlet tutuklu ve hükümlülere sağlık hizmeti yükümlülüğünü yerine getirirken cezaevi yönetimi ve kurum hekimi gibi görevlilerle işbirliği halinde olmalıdır. Oysa bu olguda bu işbirliğinin yeterince yerine getirilmediği açıkça görülmektedir.

Cezaevi görevlilerinin, sağlığa erişim sürecinde hizmete erişmeyi kesintiye uğratması hala önlenemeyen bir durumdur.

Cezaevlerinde, yeni teknolojilerin kullanımı ve uzmanlaşmış sağlık bakım hizmetlerinin sunulabilmesi ve tıbbi bakım standartlarının sağlanması için iyi bir planlama ve yeterli sayı ve nitelikte kaliteli sağlık çalışanı gereksinimi hala karşılanamamıştır.

Mahkum koğuşları hastanelerin bir eklentisidir. Yataklı Tedavi Kurumlarında istenilen özelliklerde ve sayıda mahkum koğuşu bulundurulması zorunludur. Mahkum koğuşlarının bu hizmeti vermeye uygun olmadığı görülmektedir. Bunların işlevsel olması Sağlık Bakanlığının görevidir. İdari bir sorumluluktur.

Cezaevi hekimlerinin sicil amiri cezaevi müdürleridir. Cezaevlerinde sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi "" üvey evlat "" konumundaki cezaevi hekimleri başta olmak üzere, iyi özlük haklarına sahip sağlık personeli ile gerçekleşebilir. Bu konuda hiçbir düzenleme bugüne kadar yapılmamıştır.

Bu olayda olduğu gibi konunun genel bağlamından koparılarak sadece “kişisel kusurlar” düzeyinde ele alınması gerçekliği yansıtmayacağı ve hakkaniyetli olmayacağı gibi, bundan sonra da bu gibi istenmeyen sonuçların ortaya çıkmasına zemin hazırlayacaktır.

Öncelikle söylenmesi gereken, idarenin genel sorumluğu altındaki birçok konuda “hekimlik uygulamalarının” ya da hekimlerin düzenlemek zorunda kaldığı “sağlık raporlarının” sonuçları ile hekimlere tanınan yetki ve bağımsız karar alma olanakları arasında büyük bir uyumsuzluk bulunduğudur. Gerek idarenin, gerekse güvenlik güçlerinin bambaşka öncelikleri olabileceği, keyfi ya da zorunluluktan kaynaklı doğrudan ya da dolaylı baskı oluşturabilecek tasarruflarda bulunabilecekleri bilinmektedir. Bu durumlarda hekimlerin elinde herhangi bir yetki olmadığı gibi, hastayı bağımsız değerlendirme ve üzerinde tasarrufta bulunma olanağına da çoğu zaman sahip değillerdir. Hekim bağımsızlığı ve insan hakları ihlalleri konusunda hekimlerin eğitiminde ne yazık ki çok önemli eksiklik bulunmaktadır. Bu eksikliklerin giderilmesi konusundaki çabalarımız da yine ne yazık ki ilgili Bakanlıklarca yeterince karşılık bulmamaktadır.

Bu nedenle cezaevlerindeki hak ihlallerinde, sunulan her türlü hizmetin sevk ve idaresinden sorumlu Adalet Bakanlığı başta olmak üzere; tüm bu süreçte üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmeyen cezaevi yönetimi, özellikle son aylarda Kuddusi Okkur’ın mevcut durumu hekim raporları ile belgelendiği halde bu raporları dikkate almadan tahliye talebini reddeden Mahkeme heyeti ve iki Bakanlık arasındaki protokole göre cezaevlerindeki sağlık hizmetlerini yürütme yükümlülüğünü üstlendiği halde yeterince yerine getirmeyen Sağlık Bakanlığı en az hekimler kadar sorumludur.

 

                                     TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ 
TEKİRDAĞ TABİP ODASI