Nükleer Santral İhalesi Derhal İptal Edilmelidir!

Ülkemiz açısından tarihi önemde ve telafisi olmayan bir karar olarak gördüğümüz nükleer santral ihalesinin arifesinde, tüm uyarılara ve tepkilere rağmen nükleer santral kurulmasına odaklanmış hükümeti bir kez daha uyarmak istiyoruz.

Nükleer santrallerin kuruluş, üretim ve söküm aşamalarının tamamında sağlık açısından ciddi riskler barındırdığını, bu gün burada Türkiye Çevre İçin Hekimler Derneği ve Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Hekimler Birliği temsilcileriyle birlikte bilimsel bir çalışmanın somut verileri üzerinden kamuoyu ile paylaşacağız.

Uluslararası Nükleer Savaşa Karşı Hekimler Birliği (IPPNW) adına Dr. Alfred Körblein “Nükleer santraller ve çocukluk çağı kanserleri” konulu bilimsel çalışmanın sonuçlarını bizlerle paylaşacak.

Bilindiği gibi; Türkiye, enerji politikalarını ağırlıklı olarak geleneksel enerji kaynaklarına dayandırarak ülkenin enerji gereksinimini karşılamaya yönelmiş bulunmaktadır. Bunun anlamı gelecekteki ekonomik maliyetleri büyütmek, asla geri ödenemeyecek çevresel riskleri ve çevrenin geri dönüşümsüz yıkımını artırmaktır. Bunun yanında kömür ve nükleer enerji gibi en tehlikeli merkezi enerji kaynaklarına alım garantisi verilerek yatırımı özendirilmektedir. Bugün alınacak bu kararlar, enerji yatırımları uzun dönemli yatırımlar olduğu için, Türkiye’nin ekonomisi ve çevresini en az yarım yüzyıl boyunca derinden etkileyecek, toplumsal maliyetleri çok fazla artıracaktır.

Nükleer endüstrinin beşiği Amerika Birleşik Devletleri’nde son 30 yılda hiç nükleer santral yapılmadı. Avrupa’da birçok ülke (Almanya, Belçika, İsveç, Fransa vb.) enerji kaynağı olarak yeni nükleer santral yapmaktan vazgeçildi ve yenilenebilir enerji kaynaklarına (rüzgâr, güneş, gibi) ciddi yatırımlar yapıldı.

Nükleer enerji teknolojisinin santrallerde uygulamaya geçmesinden bu yana meydana gelen büyüklü küçüklü çok sayıda santral kazasının varlığı ve bu kazalardan etkilenen insan sayısının çokluğu bu kaynağın kullanımına dair sıkıntıların çok fazla olduğunu göstermektedir. Nükleer santraller çevresinde yapılan araştırmalarda;

  • Nükleer santrallerin yılda bir milyon kişide 600-1000 ölüme neden olduğu, bunların %80 gibi büyük çoğunluğu santral çalışanları olduğu,
  • Her yüz bin kadında ortalama 26-28 meme kanserinden ölüm görüldüğü,
  • Çocukluk dönemi kanserlerinde (özellikle kan kanserleri) artış olduğu saptanmıştır.

Nükleer santrallerin;

  • Yapım maliyetlerinin yüksekliği,
  • Kuruluş süresinin uzunluğu,
  • Kullanım ömrü tamamlandığında söküm ve saklama maliyetlerinin kuruluş maliyetlerinin kat kat fazla olması,
  • Kullanılan yakıtların zararsızlaştırılmasına dair geçerli bir yöntemin bulunmayışı,
  • Kullanılan yakıtların depolanma süresinin yüz yıllarla ölçülmesi ve güvenli bir saklama yönteminin bulunmaması önemli sorunlar olarak önümüzde durmaktadır.

Bazı çevrelerce (Nükleer Lobi) günümüzün önemli çevre sorunu olan küresel ısınmaya çözüm olarak nükleer santraller önerilmektedir. Ancak uranyumun madenden çıkarılıp nükleer santrallerde kullanılabilecek yakıt çubuklarına dönüştürülmesine kadar geçen süreçte harcanan enerjinin elde edilmesinde kullanılan fosil yakıtlar nedeniyle atmosfere salına karbondioksit miktarının büyüklüğü, nükleer enerjinin küresel ısınmaya olumlu katkısının olacağı savının bilimsel gerçekleri yansıtmadığını göstermektedir.

Türkiye çok zengin yenilenebilir enerji kaynaklarına (rüzgâr, güneş, jeotermal) sahip ve enerji verimliliği potansiyeli açısından dünya’nın önde gelen ülkelerinden birisidir. Bu şansımızı değerlendirip daha az maliyetle ülkenin gerek duyduğu enerji sağlanabilir.

Bu veriler ışığında öncelikle 24 Eylül’de yapılacağı açıklanan nükleer santral ihalesinin iptal edilmesini istiyoruz. Bunun ardından konunun muhatabı olan tüm kurumlarla gerçek bir tartışma ve değerlendirme süreci tarif edilmeli, ülkemizin enerji ihtiyacı, çevre ve insan sağlığını esas alan ve bu günümüzü ve geleceğimizi karartmayacak yöntemlerle giderilmelidir.

TÜRK TABİPLERİ BİRLİĞİ MERKEZ KONSEYİ
ÇEVRE İÇİN HEKİMLER DERNEĞİ


Nükleer santraller yakınında çocukluk çağı kanserleri: Alman KiKK çalışması

Dr. Alfred Körblein, [email protected]

Nükleer santraller yakınındaki çocukluk çağı kanserleriyle ilgili yeni Alman çalışması (KiKK çalışması) konu hakkında bugüne dek yapılan araştırmalar arasında en gelişmiş olandır. Başlıca sonuç, mevcut Alman nükleer santrallerinin yakın çevresinde (5 km çapındaki alanda) lösemi hızının beklenmedik şekilde 2,2 kat fazla bulunmasıdır. Bütün mevcut nükleer santraller çalışmaya dahil edilmiştir ve çalışmanın süresi 24 yıldır (1980-2003).

Çalışma 2002 yılında Alman Federal Radyasyon Korunma Ofisi (BfS) tarafından görevlendirilen Alman Çocukluk Çağı Kanserleri Kayıt Dairesi (GCCR) tarafından yürütülmüştür. Bu çalışmayı tetikleyen uyarıcı sonuçlar benim resmi Alman veri tabanını inceleyerek, daha 1998’de, Alman nükleer santrallerinin 5 km çevresinde erken çocukluk kanserlerinde %54’lük, lösemide ise %76’lık anlamlı düzeyde artış saptamış olmamdı. Fakat ben bir çevreci grup için çalıştığımdan, sonuçlar uzun süre inkar edildi. Ancak bir Yeşiller Partisi üyesi Çevre Bakanı olduktan ve Alman Hükümetinin nükleer santrallerin kapatılması kararı çıktıktan sonra 2000 yılında BfS benim sonuçlarımı kontrol edecek bir yeni çalışma başlatmaya karar verdi.

Önceki Alman çalışmaları ekolojik çalışmalar şeklinde tasarlanmışken, KiKK çalışması bir vaka-kontrol çalışması idi. Öncekiler gibi GCCR tarafından yürütülmüştü. Vaka-kontrol tasarımı önceki ekolojik çalışmalardan farklıydı. Alman nükleer santrallerinin bulunduğu ve a priori olarak çalışma bölgesi olarak tanımlanan16 yerde görülen bütün 5 yaş altı çocuk kanserleri kayıt altına alındı. Her bir kanser vakası için aynı bölgede yaşayan 3 kontrol (kanser olmayan çocuk) yaş, cinsiyet ve nükleer santral yeri eşleştirilerek rasgele seçildi. Yaşadığı yerle yakındaki nükleer santral arasındaki mesafe vakalar ve kontroller için tam olarak saptandı (25 m. aralıkla). Ters mesafe radyasyona maruziyet için proksi olarak kullanıldı. Test edilen ana soru vakalar ve kontrollerin sayısı arasındaki oranın negatif uzaklık trendi gösterip göstermeyeceğiydi (odds oranı).

KiKK çalışmasının sonuçları 2007 sonunda sunuldu. Tüm kanserlerde (1592 vaka ve 4735 kontrolde) ve lösemilerde (593 vaka, 1766 kontrol) odds oranında anlamlı bir negatif mesafe trendi bulundu. 5 km çapındaki bölgede rölatif risk tüm kanserler için 1,6, lösemi için 2,2 idi. KiKK çalışmasının ikinci kısmı bilinen kanser yapıcı faktörlerin (karıştırıcılar) sonuçlara olan muhtemel etkisini araştırmayı amaçlıyordu. Araştırmaya göre hiçbir karıştırıcı faktör mesafe trendini anlamlı bir şekilde etkilemiyordu. Sonuçta lösemi sayısındaki artışa neden olan tek faktörün radyasyona maruz kalmak olduğu ortaya çıktı.

Etki diğer epidemiyolojik bulgularla tutarlıdır. Ekolojik çalışmalarla ilgili olarak 2007 yılında yayınlanan bir meta analiz nükleer santral yakınında 10 yaş altında görülen lösemi vakalarında belirgin bir artış göstermiştir. Fransa’daki La Hague yeniden işleme reaktöründe yapılan bir vaka-kontrol çalışmasında lösemi hızıyla yöredeki plajları kullanma ve yöre balıklarını tüketme arasında anlamlı bir bağıntı bulunmuştur.

KiKK çalışmasının sonuçları radyasyondan korunma yetkililerinin nükleer santralden kaynaklanan radyasyonun gözlenebilecek bir etki ortaya çıkarmayacak kadar düşük olduğu (1000’de 1) tezleriyle çelişmektedir. Pek çok bilim insanı ise resmi doz hesaplamalarında yetersiz yöntemler kullanıldığı ve dozun 10-100 kat az hesaplanabileceği uyarısında bulunmaktadır. Bir başka öneri doz-cevap eğrisinin doğrusal bir eğri olmayabileceğidir. Nükleer santral yakınında yaşayan kişiler yıl boyunca dalgalanan miktarda radyasyon dozlarına maruz kalırlar, sabit bir düşük doza değil. Doğrusal olmayan bir doz-yanıt eğrisinde etki ortalama doza değil, tepe noktasında olan doza bağlı olarak ortaya çıkabilir.

Doz tespiti ve radyasyon biyolojisi ile ilgili pek çok açık soru olduğu için, Alman nükleer santrallerinin yakınında görülen artmış lösemi vakalarında radyasyonun etken olduğu hiçbir zaman göz ardı edilemez.