'Türkiye'de Toplumsal Cinsiyet, Kadın ve Sağlık' Rapor

 
TÜRKİYE'DE TOPLUMSAL CİNSİYET, KADIN ve SAĞLIK

Türk Tabipleri Birliği

Kadın Hekimlik ve Kadın Sağlığı Kolu

-RAPOR-

Giriş

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) 1948'de sağlığı, 'yalnızca hastalık ya da sakatlığın olmaması değil, kişinin bedensel, ruhsal ve sosyal yönden tam bir iyilik hali' olarak tanımlamıştır. Halen tüm dünyanın kabul ettiği bu tanıma göre, dil, din, etnik köken, cinsiyet vb. ayrımı olmadan her bireyin eşit olarak sağlıklı olma hakkı vardır. Halen 6.5 milyarı aşan dünya nüfusunun yarısını oluşturan kadınların sağlık durumunu incelerken; hastalık ve sakatlık yönünden olduğu kadar, ruhsal ve sosyal yönden de tam bir iyilik halinin olup olmaması ve kadınların 'tam iyilik durumlarını' etkileyen faktörler yönünden de sorunu irdelemek ve tanımlamak gerekmektedir. Dolayısıyla kadın sağlığı da biyolojik etkenlerin yanında, sosyal ve siyasal süreçlerden etkilenmektedir. Kadın sağlığını üreme sağlığı ile bir tutan anlayış yerine, toplumsal cinsiyet kavramını da içine alan yeni yaklaşımlar kadın sağlığının başlıklarını değiştirmektedir. Erken evlilikler ve ergen gebelikler, cinsel yolla bulaşan hastalıklar, kadın kanserleri, yaşlanan kadının sağlığı, sigara, madde bağımlığı ve kadın, kadının ruh sağlığı, kronik hastalıklar, beslenme, acil bakım, sağlık bakımına ulaşım ve kadın, anne ve yeni doğan bebek ölümleri nihayet cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı sağlık sorunları; kadına yönelik şiddet, cinsel taciz ve tecavüz, namus cinayetleri vb...

Bu nedenle kadınların sağlık hizmetlerinden yararlanmasını etkileyen eğitim düzeyi veya sosyal olanakların kullanılmasında belirleyici olan 'toplumsal cinsiyet ayrımcılığı da 'sağlık' kavramı içerisinde incelenmesi gereken konulardır (1).

Bilindiği gibi; bireyin kadın ya da erkek olarak gösterdiği genetik, fizyolojik ve biyolojik özelliklere 'cinsiyet' (sex) denir. 'Toplumsal cinsiyet' (gender) ise; kadının ve erkeğin sosyal olarak belirlenen rollerini ve sorumluluklarını ifade eder. Toplumsal cinsiyet biyolojik farklılıklardan dolayı değil, kadın ve erkek olarak toplumun bizi nasıl gördüğü, nasıl algıladığı, nasıl düşündüğü ve nasıl davranmamızı beklediği ile ilgili bir kavramdır (2,3).

Bu kavramlarla birlikte iki ayrı kavramın daha bilinmesinde yarar vardır. Bunlar;

Toplumsal cinsiyette eşitlik (gender equality); fırsatları kullanma, kaynakların ayrılması ve kullanımında, hizmetleri elde etmede bireyin cinsiyeti nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa uğramaması demektir. Toplumsal cinsiyette hakkaniyet (gender equity) ise; kadın ve erkeğin farklı gereksinimi ve güçlerinin olduğu, bu farklılıkların belirlenerek iki cinsiyet arasındaki dengeyi düzeltecek şekilde gerekenlerin yapılması anlamına gelmektedir (2,3).

Biyolojik cinsiyetin aksine, toplumsal cinsiyet farklılığı sosyalleşme süreci içerisinde oluşmaktadır, bu nedenle de toplumdan topluma, kültürden kültüre değişebilir ve değiştirilebilir. Pek çok toplumda kadın ve erkek farklı bireyler olarak görülmektedir ve her birinin kendine ait rolleri, olanakları ve sorumlulukları vardır. Toplumsal cinsiyet hem kadınların, hem de erkeklerin yaşamını şekillendirir ve sonuçta bu çeşitlilik sadece 'farklı olmaktan' öte, kaynaklara ulaşma ve elde etmede cinsiyetler arasında eşitsizlikleri de belirleyen bir anlam taşır. Bu eşitsizlik en belirgin olarak gelir dağılımında kendini gösterir. Bugün dünyadaki yoksulların % 70'ini kadınlar oluşturmaktadır. Bir çok kadın çalışma olanağı bulamazken, çalışan kadınlar da ancak erkek kazancının ortalama 3/4'ü kadar bir ücret kazanmaktadırlar (3,4).

Bu tür ayrımcılığın yanı sıra, toplumsal cinsiyet rol kalıplarıyla ilgili olarak, 'kadın olmaya' kültürel yönden daha az değer verilmesi söz konusudur. Bu durum kadının yaşamını ve sağlığını olumsuz etkilemektedir. Kadın ve kız çocuklarına aile ve toplum tarafından verilen düşük değer, dünya istatistiklerinde 'okur-yazarlık durumunda' belirgin olarak kendini göstermektedir. Geçen yirmi yılda önemli atılımlar yapılmasına rağmen, dünyada hala ilkokula başlamayan 130 milyon çocuğun çoğunluğunu (2/3'ünü) kızlar oluşturmaktadır. Ayrıca hala 1 erkeğe karşı, 2 kadın okuma-yazma bilmemektedir. Yine kadınlar kullanılan oyların yarısına sahip oldukları halde, tüm dünyada parlamentoda % 14.2, kabinede bakan olarak sadece % 6 koltuğa sahiptirler (3,4).

Toplumsal cinsiyet ve haklar

Cinsiyeti nedeni ile toplumun 'kadın cinsiyetine' biçtiği rol ve beklentileri, sonuçta kadınların insan hakları kapsamındaki bazı haklarını elde edememesine, kullanamamasına yol açmaktadır. Bu durum, toplumlarda kadın sağlığı için adeta kısır bir döngü oluşturmaktadır (3).

Hakların kullanımında, kadın ve erkek arasında çok büyük farklılıklar mevcuttur. Bunlar bazı örneklerle açıklanacak olursa; örneğin Türkiye'de, her öğrenim düzeyinde okullaşma oranı erkeklerin lehine olarak oldukça farklıdır. Ülkemizde 1930'larda çok düşük olan toplumun okur-yazarlık oranı yıllara göre giderek artmıştır ve bu artış eğrisi her iki cinsiyet için de benzerdir. Ancak; son 70 yılda kadın ve erkek okur-yazarlığındaki fark hiç kapanmamış, aynen devam etmiştir. Bu bulgu, Türkiye'de cinsiyet bakış açısına duyarlı bir eğitim politikasının uygulanmadığının bir göstergesidir. Halen Türkiye'de erkeklerin okur-yazarlık oranı %89, kadınların %72'dir. Okuma-yazma bilen nüfus içindeki kadın oranı %44.2'dir. Aradaki farkın çok yüksek olduğu bölge ve illerimiz mevcuttur (3,5) Kız-erkek okullaşma oranları 1995-1996 öğretim yılında kızlarda %88.2 erkeklerde %92.3'tür. Ancak, ilkokul sonrası eğitimin her düzeyinde kız öğrenci katılımı erkek öğrencilerin gerisinde kalmakta, bu açık, eğitim düzeyi yüksekliğine koşut olarak büyümektedir. Örneğin, aynı öğretim yılı için ortaokula başlama oranları kızlarda %58.2 iken, erkeklerde %76.1'dir (3,5). Türkiye'de 2001 yılında DİE verilerine göre, 6-14 yaş grubundaki kız çocuklarının %12.9'u, erkek çocuklarının %7.6'sı okula devam etmemektedir. Okula devam etmeme nedenleri incelendiğinde; 'toplumsal cinsiyet' faktörünün belirleyici olduğu görülebilir (3,5).

Türkiye'de kamu kesiminde üst ve orta düzey yöneticilerin ve parlamentodaki üyelerin cinsiyete göre dağılımları incelendiğinde, fırsatların kullanımında cinsiyetler arasında varolan eşitsizlik açıkça görülebilir. Kamusal kesimde üst düzey yöneticiliği yapan kadınların sayısı çok az iken, daha alt düzeylere inildikçe (özellikle 'yardımcılık' düzeyinde) yöneticilik yapan kadınların sayısı artmaktadır. Türkiye'de parlamentodaki milletvekilleri içerisinde kadınların yüzdesi son seçimlerde ancak %9.1 olabilmiştir(5).

Sosyal yaşamda yer almada, fırsatların kullanımındaki cinsiyetler arası eşitsizlik durumu, sadece Türkiye için değil, bütün gelişmekte olan ülkeler için söz konusudur. Toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasını, ayrımcılığın olmamasını sağlayan politikalar, o ülkelerin de ana plan ve programlarına ve uygulamalara yeterince entegre edilememiştir. 2006 verilerine göre, parlamentoda kadın sayısı en yüksek olan ülkeler Iskandinav ülkeleridir; örneğin, İsveç parlamentosunun % 47.3'ünü kadınlar oluşturmaktadır (6).

İLETİŞİM & ULAŞIM

  • Adres: GMK Bulvarı Şehit Daniş Tunalıgil Sok. No: 2/17-23, 06570 Maltepe-ANKARA / TÜRKİYE
  • Telefon: (0 312) 231 31 79
  • Faks: (0 312) 231 19 52-53
  • E-Posta: [email protected]

Ziyaretçi İstatistikleri

  • Bugün Görüntülenen Sayfa Sayısı: 911
  • Toplam Görüntülenen Sayfa Sayısı: 1,103,094
    01.01.2024 - 09.05.2024