Sakarya’nın Hendek ilçesinde 15 Eylül Pazar günü Oba Makarna fabrikasının silo bölümünde yaşanan patlama sonucu işçi Mesut Sümay hayatını kaybetti ve 6’sı ağır olmak üzere 30 işçi ise yaralandı.

Hendek ilçesi 2020 yılında yine bir işçi katliamıyla gündeme gelmiş, havai fişek fabrikasında yaşanan patlama sonucu yedi işçi hayatını kaybetmiş, 127 işçi yaralanmıştı. Geçtiğimiz yıl ağustos ayında ise Kocaeli’de Toprak Mahsulleri Ofisi’nin buğday silolarında yaşanan patlama sonucu iki işçi hayatını kaybetmişti. Bu patlamanın “toz patlaması” şeklinde olduğu yetkililer tarafından açıklanmış, o dönemde örgütümüzün de içinde bulunduğu meslek örgütleri ve demokratik kitle örgütleri tarafından yapılacak teknik incelemenin kamuoyu ile şeffaf bir şekilde paylaşılması ve bizlerin de bu incelemelere dahil edilmesi gerektiği ifade edilmiştir[1]. Yaşanan patlamalar ve işçi cinayetlerinden yeterince ders çıkarılamamış olacak ki, bunların kök nedenlerini düzeltmeye yönelik ciddi düzenlemeler ve denetimler hâlâ yapılmamaktadır.

Her işçi katliamı sonrasında olduğu gibi Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı yine patlamayı araştırmak üzere müfettişlerini görevlendirdiğini açıklamıştır. Bakana asli görevinin yaşanan işçi katliamlarının ardından olay yerlerine müfettişlerini gönderip bilirkişilik yapmak olmadığını, işçilerin hayatını ve sağlığını korumak olduğunu hatırlatıyoruz. Bakandan müfettişlerini sadece ölümlerin ardından değil, hayatta olan işçileri korumak üzere işyerlerini denetlemeye göndermesini “rica ediyoruz”. Bu denetlemeleri gerçekten yaparlarsa, ortak sağlık ve güvenlik birimlerinin eline bıraktığı işçi sağlığı ve güvenliği alanında her şeyin “mış gibi” yapıldığını, güvenceden yoksun ve düşük ücretlerle çalışmak zorunda bırakılmış iş güvenliği profesyonellerinin mesleki bağımsızlıkları olmadan işverenleri denetlemek gibi bir gerçekliğinin olmadığını, risk analizlerinin kağıt üzerinde yapıldığını, esasen çok nadir örnekler dışında işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliği hizmetinden yoksun bir şekilde çalışmak zorunda kaldıklarını göreceklerdir.

İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin ağustos ayı raporuna göre, bu yılın ilk 8 ayında en az 1.201 işçi hayatını kaybetmiştir. Başka bir ülkede olsa işçi cinayetlerinin sadece bir tanesi bile onlarca yetkilinin istifasına sebep olacakken, ülkemizde işçilerin ölümü normalleştirilmekte ve hatta kadere bağlanmaktadır. Ancak biliyoruz ki, bu ölümlerin tamamı önlenebilir ölümlerdir. Bu ölümlerin önlenememesi sermayenin doğası ve siyasi iktidarların bilinçli kararlarının sonucudur.

Büyük vaatlerle kamuoyuna sunularak hazırlanan ve 2012 yılından bu yana yürürlükte olan 6331 nolu İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu, yürürlüğe konulduktan sonra yapılan değişikliklerle yamalı bohçaya döndürülmüştür. Bu bohça artık yama kaldırmamakta, her bir deliğinden Türkiye işçi sınıfının kanı damlamaktadır. Yasanın yürürlüğe girmesinden bu yana işçi cinayetleri azalmak bu yana artmış ve Soma, Ermenek, İliç gibi katliam boyutunda onlarca cinayet yaşanmıştır. İş kazalarında bir düşme yaşanmamış fakat her yıl binlerce iş cinayetinin yaşandığı ülkemizde meslek hastalığına bağlı ölümler istatistikler nezdinde “sıfırlanmıştır”.

Sermayenin sınırsız kâr hırsı uğruna ülkemizin bir işçi mezarlığına dönüştürmesini kabul etmiyoruz. Fabrikalarda, tarlalarda, hastanelerde ölümü göze alarak çalışmak istemiyoruz. Güvenli bir çalışma ortamı ve gelecek istiyoruz.

Türk Tabipleri Birliği İşçi Sağlığı ve İşyeri Hekimliği Kolu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

 

[1] İş Cinayetlerini Durdurun, https://www.ttb.org.tr/haber_goster.php?Guid=882dacaa-3aaf-1