Şeyhmus,
Sana mektupla ulaşma ihtiyacı duyabileceğim hiç aklıma gelmemişti doğrusu. İnsan hayatta nelerle karşılaşabileceği konusunda oldukça naif. Ama Ortadoğu coğrafyasında yaşayan bizlerin başına gelebilecekler, olağandan epeyce farklı bir çeşitlilikte ve çoğu kez beraberinde bir isyan duygusu da yaratarak tezahür edebiliyor. Çoğu kez şaşkın kalıyoruz, afallıyoruz hatta. Ne diyeyim…
Benim için mektuplar hayatımda hep önemli bir yer tutmuştur. Antep’te bir ortaokul öğrencisiyken o zamanın modası olarak mektup arkadaşları edinirdik. 1970’lerin ortalarında, hem içine kapalı hem de oldukça sınırlı bir dünya idi yaşadığımız. İngilizce öğrenmenin de, dış dünyaya açılabilmenin de pratik yollarından birisiydi bu. Akranım olan pek çok kişi hemen bana hak verecektir. Farklı ülkelerden çok sayıda mektup arkadaşım olmuştu o dönemde. Ancak birisi var ki, yeri çok başkadır: Gillian. Benim Liverpoollu has arkadaşım. Karşılıklı olarak vefalı çıktığımızdan mıdır nedir, 1978’den beri birbirimize yazmayı sürdürüyoruz. 40 yılı devirdik, dile kolay. Elbette bu upuzun süre içerisinde büyüdük, meslek sahibi olduk, o bir oğlan ben de bir kız çocuğu dünyaya getirdim. Bu yıllar içerisinde tanıştık da. O Türkiye’ye geldi, ben İngiltere’de görevli bulunduğum beş ay içerisinde ne yapıp edip yolumu Londra’dan kuzeybatıya doğru çevirdim ve bir hafta sonunu Gillian’la birlikte Liverpool’da geçirmeyi başardık. Bu yıllanmış mektup arkadaşlığım, kendimi şanslı saydığım konuların oldukça başlarında bir yer işgal etmektedir.
Tıbbiyeyi Ankara Tıp’ta ailemden uzakta okudum. Karanfil Sokak’ın Akay yokuşuna açılan ucunda apartmandan bozma bir devlet yurduydu kaldığım. Ne güzel dostluklar edindim orada, hem de halen birçoğunu sürdürebildiğim. Binanın girişinde öğrencilere gelen mektupların bırakıldığı ufak bir kutu bulunurdu. Zarfların arasında annemin tanıdık yazısını görmek beni nasıl mutlu ederdi, tahmin edebilirsin. Genel cerrahide beş gün süren ve neye hizmet ettiği anlaşılamayan bir nöbet tuttururlardı bize. O günleri hatırladığımda halen bir sıkıntı çöreklenir içime. Uykusuzluk, yorgunluk ve keyifsizlik dumanı tütmektedir üzerinde o günlerin. İşte o sırada bir mucize oldu; İbn-i Sina Hastanesi’nin genel cerrahi katı girişinde A, B ve C bloklarına geçilen geniş alanda bir hizmetlinin arkasında oturduğu bir “desk” vardı. Oraya hastalar için gelen mektuplar bırakılıyordu (demek ki, o sırada halen mektup yazılıyormuş). Yorgun argın önünden geçerken, içimden bir ses sanki beni dürtmüştü ve oradaki mektuplara bakmıştım. İnanılmaz bir şey; annemin güzelim el yazısıyla Antep’ten gönderdiği mektup orada beni beklemekteydi, stajyer doktor olarak adımın yazılı olduğu zarfın içerisinde. Günüm aydınlanmıştı hemencecik orada, bayrama dönüşmüştü hatta. Yıllar içinde ana-kız mektuplaşmayı sürdürdük. Ne zaman Ankara dışına çıksam, bir kongreye, bir toplantıya gitsem otele ulaşır ulaşmaz ilk işim kaleme kağıda sarılmak oldu. Otellerin antetli kağıt ve zarflarını kullanan, postaneleri meşgul etmeye devam eden az sayıda birileri kaldıysa eğer, işte o azınlıktan birisi de bendim (benim). Gel zaman git zaman annemlerin taşındığı sokağın adı değişti; 25. Sokak, oldu Hasırcı Sami Sokak. Sami Bey kimdir bilmem ama anneme hem takılmışımdır; “Hasırcı Sami’nin (varsa) karısı bile kocasının adını benim kadar çok yazmamıştır” diye. Gülerdik. Halen yığınla ana-kız mektubum var, sakladığım. Ve gün geldi, benim kızıma da gurbet yolu göründü. O da Ankara’da hukuk eğitimini tamamlayıp master ve doktora için İngiltere’ye gitti. Elbette o da bana mektuplar yazdı hep, fırsat bulamadıysa kartpostallar gönderdi. Kısaca “iflah olmaz mektupçular” olarak posta işletmelerini meşgul etmeye devam ediyoruz.
Malum, ben, tıp fakültesinde hocayım. Büyük amfilerde kalabalık öğrenci gruplarına da derslerim oluyor, kendi alanımızda hoca olacak müstakbel meslektaşlarımla yuvarlak bir masa çevresinde yaptığım dersler de. Az sayıda öğrenci ile yürüttüğüm kimi derslerde herkesin kendisine bir yıl sonra verilmek üzere bir mektup yazıp, zarfa koymasını, zarfın ağzını yapıştırıp kapamasını istiyorum. Çoğu genç, adreslerini zarfın neresine yazacaklarını tam kestiremiyor :) Sonuçta, içlerindeki mektuplarla birlikte bu kapalı zarfları ben saklıyorum (İşte, sana, yaşamak için çok basit bir neden daha :)). Bir süre önce, Ankara2da, Beşiktaşlı bir çekirdek taraftar grubuna verdiğim bir eğitim vardı. Futbolda şiddetin önlenmesi ile ilgili bir proje bağlamındaydı. Orada da eğitimin sonunda herkesten yine mektupları toplayıp, bir yıl sonra kendi adreslerine göndermiştim. “Bir yıl içinde hayatımızda değişmesini beklediğimiz, olmasını umduğumuz şeylerden o kadar azı oldu ki, 90 dakikalık bir maçtan ne bekleyebiliriz ki?” diye bana yazmıştı daha sonra birisi. Ne doğru bir tespit değil mi?
Şeyhmus, bu mektubun da senin gününü biraz olsun şenlendirmesini diliyorum.
Tez zamanda evine ve sevdiklerine kavuşasın.
Sağlıcakla kal.
12 Aralık 2020
Dr. Berna ARDA
TTB Yüksek Onur Kurulu üyesi (2008-2012)
* Hamiş: Hayat ne kadar garip. Annemlerin sokağının adı yine değişti. Mahallesi Mücahitler, sokağı da Şehitler oldu. Hasırcı Sami, sizlere ömür anlayacağın.