TTB Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, Adli Tıp Uzmanı ve insan hakları savunucusu bir aydın olarak, “kimyasal silah kullanımı iddiaları” üzerine yapmış olduğu bir “değerlendirme” üzerine 27 Ekim 2022 tarihinde tutuklandı. Aşağıda okuyacağınız “mektup”, askeri darbe dönemi dışında ilk kez TTB Başkanının tutuklanmasına yol açan bu sürece dair hekimliğin ve hekim meslek örgütü olarak Türk Tabipleri Birliği’nin tarihsel perspektifinden meslektaşlarımızla dertleşme amaçlıdır.
Zamanı ve mekânı, gecesi ve gündüzü olmayan; olanakları sınırlı, yetkisi az, sorumluluğu ise fersahları aşan bir mesleğin gönüllülerine,
Hekim örgütünün işi mi sağlık hakkına, savaşa ve barışa, nükleere, küresel ısınmaya, doğanın talanına, Gezi Parkı’na ve hatta yoksulluğa, haksızlığa, kadına yönelik şiddette dair cümle kurmak diye düşünen ve soran hekimlere, meslektaşlarımıza seslenmek; varsa eleştirilerini ve somut önerilerini almak amaçlı bir adım bu mektup.
Tıp fakültesi bitirmiş olmanın ötesinde, “hekim” olmuşsak, artık “bir derdimiz” var demektir. “Bizim işimiz mi bu?” sorusu aniden ortadan kalkar. Çünkü, “Primum non Nocere” diye başlar hekimliğin hikayesi. Hipokrat’ın binlerce yıl öteden gelen sesi “önce zarar verme” nasihatini üfler kulaklarımıza. Sonra karşımıza çıkan çaresiz ilk hasta hekimliğin para için yapılamayacağına ikna eder bizi. Her şeyin fiyatının bilindiği ama değerinin öğrenilemediği bu bencil dünyada Türk Tabipleri Birliği’nin haklı talepleri, evrensel uzlaşı belgelerinden çıkıp hastane bahçelerinde ve kent meydanlarında yankılanan birer slogana dönüşmüş olur.
Neşemizi çalan, hekimlik yapmaya dair umutlarımızı kıran, gelecek kaygımızı üst düzeye çıkaran “tek adam rejiminin” sancıları canımızı acıtıyor, biliyoruz. Hekimlere yönelik ölümcül şiddeti önlemek bir yana, ne caydırıcı bir yasa ne de kararlı bir sahiplenme oluyor, görüyoruz. Ekonomik kriz ortamında “Emek Bizim, Söz Bizim” eylemleri ile yükselttiğimiz “güvenceli temel ücret” talebinin, her an iptali mümkün, emekliliğe yansımayan “teşvik ödemesi” haline getirilmesini kaygıyla karşılıyoruz. Özelde ciro baskısının ve şirket kurdurma zorlamasının, yıkıcı sonuçlarını yaşıyoruz. Sayısız tıp fakültesi açmakla övünülemeyeceğini, hasta garantili “şehir hastanelerinin” kamusal sağlık yatırımı sayılmayacağını, muayenehanelere çıkarılan engellerin hekim çalışma özgürlüğüne müdahale olacağını yüksek sesle bağırıyoruz! Aşı reddinin, hacamatın, cin çıkarmanın reklamını yapan “tıbbın şarlatanlarına” karşı kararlı ve tavizsiz yaklaşımımızı koruyoruz.
On yıllardır bu değerler üzerinden mücadelesini büyüten TTB’nin öncelikle susturulması, olmadı etkisizleştirilmesi çabaları yeni değil. “TTB kapatılsın, adı değiştirilsin, yöneticileri tutuklansın” çağrılarının belirli periyotlarla sürekli gündeme getirilmesi de tesadüf değil. TTB’nin COVID-19 pandemisinde bilimsel bilgiyi, şeffaf bir şekilde toplumla paylaşması, hekimlerin yaşadığı şiddete ve mobbinge karşı sesini yükseltmesi, hekimlerin emeğini ve sözünü meydanlara taşıyarak insanca yaşama ve çalışma koşullarını savunması ve sağlıkta yaratılan çöküşü gün yüzüne çıkarması mütemadiyen rahatsız ediyor muktedirleri, biliyoruz.
Türk Tabipleri Birliği olarak tüm bu sorunlar karşısında talep ve önerilerimizi söyledik. Gerektiğinde G(ö)REV’e varan eylem ve etkinliklerle demokratik baskı gücümüzü her daim kullandık, kullanmaya da devam edeceğiz.
Mesleğimizden aldığımız güç ve TTB tarihinin 70 yıllık mücadele birikiminin özeti olarak;
Kamusal sağlık sistemini, şiddetsiz bir sağlık ortamında mesleki saygınlığı ve emekliliğe yansıyan temel ücret artışını, insanların bedenine ve ruhuna dokunabilme yetkisinin verdiği sorumlulukla hasta mahremiyetine saygıyı, işkenceye karşı “İstanbul Protokolü’nü”, kadın cinayetlerine karşı “İstanbul Sözleşmesi’ni” savunduk. Darbe dönemlerinde idam cezalarına karşı durmayı, laiklik ve düşünce özgürlüğü konusunda tavizsiz olmayı önceliğimiz olarak gördük.
Varlık sebebi insanı yaşatmak ve sağlığını koruyup geliştirmek olan hekim meslek örgütü TTB’nin; “Yurtta sulh cihanda sulh” söyleminin haklılığından aldığı güçle; “nükleer ve kimyasal silahlara, mayınlara, bireysel silahlanmaya” karşı durmasından ve dünyanın her yerinde ve tarihin her döneminde “Savaş bir halk sağlığı sorunudur” demesinden daha doğal bir şey olamaz.
TTB’nin söylemleri ve eylemleri elbette eleştirilebilir. Ancak bu eleştiriler sadece mesleki değerler ve temel haklara dayandırılabilirse anlamlıdır. TTB ve Tabip Odalarını Sağlık Bakanlığı’nın “yan odası” yapmanın hiçbir hekime yararı olmayacağı tarihsel bir gerçektir. Hekimin mesleki bağımsızlığının ve meslek örgütünün özerkliğinin yok sayıldığı, TTB Başkanı’nın siyasi direktiflerle tutuklanıp cezaevine konabildiği bir ülkede hiç kimsenin yarın için bir garantisi yok demektir. Bu nedenle; Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı derhal serbest bırakılmalı, TTB üzerindeki baskılar sonlandırılmalıdır.
Türk Tabipleri Birliği, kimlerin iktidarda olduğuna bakmadan, tarihinin her döneminde olduğu gibi bugün de hekimler için hekimlerle birlikte mücadelesine devam edecek. Sel gider kum kalır!
Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi