Sağlık Bakanı 11 Ağustos 2021 tarihli Bilim Kurulu toplantısı sonrası yaptığı açıklamada, aşı olmayanlarla ilgili düzenlemeler ve inaktif aşı olanlarda 3. doz aşı koruyuculuğu hakkında bilgiler verilmişti. Bakanın açıklamaları sonrası tarafımıza ve üyelerimize birçok soru yöneltilmekte, alanda çalışan hekimler birçok soru ile karşılaşmaktadır. Ne yazık ki bakan hiçbir bilimsel veri paylaşmadan meslektaşlarının önüne bir dizi sorun getirmiştir.

Üç doz inaktif aşı mı, iki doz inaktif aşının ardından bir doz mRNA aşısı mı?

Bakanın, açıklamasında bahsettiği konulardan biri, inaktif aşı olanlardaki en yüksek koruyuculuk düzeyinin üç doz inaktif aşı olanlarda olduğu ve buna en yakın koruyuculuk seviyesinin ise iki doz inaktif aşının sonrasında bir doz mRNA aşısı yaptıranlarda olduğu iddiasıydı. Tüm veriler ayrıntılı olarak paylaşılmadan bu tür bir iddia ortaya atıldığı koşullarda “yararlılık” ilkesinin de çiğnendiği ortadadır. Ellerinde ayrıntılı veriler varsa ve bu iddia bilimsel olarak kanıtlanabiliyorsa, daha az yararlı olduğu iddia edilen iki doz inaktif bir doz mRNA aşısı seçeneğinin bulunması ve bu konuda herhangi bir bilgi paylaşılmaması etik ihlal kapsamında değerlendirilmelidir. Yapılan bilimsel çalışmalar ışığında iki doz inaktif aşı sonrası bir doz mRNA aşısının yeni varyantlara özellikle Delta varyantına karşı koruyuculuğunun üç doz inaktif aşıya göre daha fazla olduğu bildirilirken, bunun aksinin somut bilimsel verilerle desteklenmeden ifade edilmesi ise “zarar verme” ilkesini ihlal etmektedir.

İki doz CoronaVac aşısı ile aşılanan kişilere 3. doz aşının, Delta varyantına karşı gösterdiği yüksek etkinlik nedeniyle BioNTech olarak uygulanması önerilerimizi koruduğumuzu kamuoyuyla ve meslektaşlarımız ile paylaşmak isteriz.

Yaşamsal önem taşıyan girişimlerde ardışık analiz yapılır, ön sonuçlar kıymetlidir. Sonuçlara göre girişimde revizyon yapmak, etik bir yükümlülüktür! Buna karşın; ne yazık ki verilerin gizlenmesine devam edilmektedir. Üçüncü doz olarak kaç kişiye inaktif, kaç kişiye mRNA aşılarının yapıldığı dahi kamuoyuyla paylaşılmamaktadır. Bakanın açıklamaları, bu haliyle çoğu zaman olduğu gibi yalnızca kafa karışıklığına neden olmaktadır. Bu zamana kadar şeffaflığın olmamasının, duruma göre yapılmaya çalışılan algı yönetiminin bedelini,  önlenebilir olan on binlerce ölüm ile ödedik. Bu nedenle bahsedilen çalışmanın sonuçlarını ayrıntılı ve şeffaf bir şekilde kamuoyuyla derhal paylaşmak, inandırıcılığını kaybetmiş olan Sağlık Bakanı için bir zorunluluktur.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi