Türk Tabipleri Birliği (TTB) ve Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK), Olağanüstü Hal İşlemleri İnceleme Komisyonu tarafından Barış Akademisyenleri’nin başvurularına ret kararı verilmesi ile ilgili olarak “Retleri reddediyoruz, barışa sahip çıkıyoruz” başlığıyla 16 Kasım 2021 günü Mülkiyeliler Birliği Genel Merkezi’nde bir basın toplantısı düzenledi.
Basın açıklamasına TTB Genel Sekreteri Prof. Dr. Vedat Bulut, KESK eş genel başkanları Şükran Kablan Yeşil ve Mehmet Bozgeyik, Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim Sen) Genel Başkanı Prof. Dr. Nejla Kurul, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası (SES) Eş Genel Başkanı Hüsnü Yıldırım, İnsan Hakları Derneği (İHD) Eş Genel Başkanı Av. Öztürk Türkdoğan ve KESK avukatı Asuman Tokgöz Sucu katıldı.
Basın açıklamasında söz alan Prof. Dr. Vedat Bulut, “Fikirlerin özgürce ifade edilmediği ülkelerde ne demokrasiden ne de eşitlikten bahsedilebilir. Biz, TTB olarak arkadaşlarımızın haklı mücadelelerinde her zaman yanlarında olacağız. Düşünce ve ifade hürriyetinin yanında olmaya devam edeceğiz” diye konuştu.
İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, OHAL’in resmi olarak kaldırılmış olsa da zihinlerde sürdüğünü; Anayasa’ya ve hukuka göre değil, iktidarın ihtiyaçları doğrultusunda kararlar alındığını belirtti. Av. Asuman Tokgöz Sucu da komisyon kararlarının hiçbir biçimde hukukla bağdaşmadığını, aksine siyasi olduğunu kaydetti.
Şükran Kablan Yeşil tarafından okunan açıklama şöyle:
‘Ret’leri Reddediyoruz!
Barışa Sahip Çıkıyoruz!
“Bu Suça Ortak Olmayacağız” başlıklı metin, 11 Ocak 2016 tarihinde, yurtiçi ve yurtdışındaki 1128 Barış İçin Akademisyen imzasıyla yayımlanmış, akademisyenlere yönelik eleştirilere tepki olarak kısa süre içinde de metnin imzacı sayısı 2212’ye yükselmişti. 15 Temmuz 2016’daki askeri darbe girişimini fırsat bilinerek gerçekleştirilen OHAL ilanının ardından, çoğunluğu üyemiz olan Barış Akademisyenleri, KHK’lerle üniversitelerinden haksız ve hukuksuz bir biçimde ihraç edildi. Bu bildiriyi imzaladıkları gerekçesiyle haklarında ağır ceza mahkemelerinde dava açılan akademisyenlerle ilgili olarak, Anayasa Mahkemesi (AYM), 26 Temmuz 2019 tarihli kararında, söz konusu uygulama ile Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu kararda;
“Açıklanan bir düşüncenin yetkilileri sert biçimde eleştirmesi, suçlayıcı keskin bir dil kullanması ve hatta tek taraflı, çelişkili ve subjektif olması; şiddete yönlendirdiği, topluma, devlete ve demokratik siyasal düzene yönelik olarak bir tehlike ortaya çıkarttığı ve buna bağlı olarak kişileri kanunlara aykırı eylemler yapmaya teşvik ettiği anlamına gelmez.
Başvurucuların imzaladığı bildirideki düşüncelerin toplumun büyük çoğunluğundan açıkça farklı olduğu ortadadır. Ancak tam da bu sebeple bu tür açıklamalara karşı yargısal tepki verilmesi noktasında daha hassas davranılması gerekir. Çünkü bu tür müdahaleler kamuoyunun ülkede meydana gelen son derece önemli olayların farklı bir bakış açısından -onların büyük çoğunluğu için bu bakış açısının kabul edilmesi ne kadar zor olursa olsun- öğrenme hakkına ağır bir sınırlama getirmektedir.
Bildirinin imzalanmasına neden olan operasyonları yürüten kamu gücüne karşı ağır eleştirilerde bulunulabileceğinin öngörülmesi ve demokratik çoğulculuk açısından bunlara daha fazla tahammül edilmesi gerekir. Tüm bu bilgiler dikkate alındığında başvurucuların mahkûmiyetlerinin zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği sonucuna ulaşılmıştır.
Öte yandan başvurucular hürriyeti bağlayıcı ceza ile cezalandırılmıştır. Bir başvurucu dışındaki başvurucuların mahkûmiyet kararlarının açıklanması ise ertelenmiş ve başvurucular denetimli serbestlik tedbiri altına alınmışlardır.
Somut olayın koşullarında başvurucular hakkında -bazıları ertelenmiş olsa da- zorunlu toplumsal bir ihtiyaca karşılık gelmediği kabul edilen müdahalenin hedeflenen terör örgütü ve terörizmle mücadele kapsamında kamu düzeninin korunması amacıyla orantılı olduğunun gösterilemediği sonucuna ulaşılmıştır.
Kamu gücünü kullanan organlar, devlet politikalarına yönelik eleştirilere cevap verilmesi hususunda ülkedeki herkesten daha fazla imkâna sahiptir. Özellikle son derece saçma ve ilgisiz bile görünse muhaliflerin haksız saldırı ve eleştirilerine farklı yollardan cevap verme imkânının olduğu durumlarda ceza kovuşturmasına başvurulmamalıdır.
Anayasa Mahkemesi açıklanan gerekçelerle Anayasa'nın 26. maddesinde güvence altına alınan ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine karar vermiştir’’ denilerek ilgili bildirgenin hem ifade özgürlüğü kapsamında görülmesi gerektiği hem de bilim özgürlüğünün doğal bir sonucu olduğu belirlenmiştir.
Hukukun üstünlüğü ilkesine riayet edilen bir ülkede AYM’nin ilgili kararının ardından metni imzalayan akademisyenlerin vakit kaybetmeden görevine iade edilmesi gerekirdi.
Ancak, OHAL Komisyonu uzun bir süre Barış Akademisyenleri hakkında karar vermemiştir. Ne var ki, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) Barış Akademisyenleri hakkında yapılan başvuruları hükümete bildirmesinden sonra, OHAL Komisyonu, hükümetin vereceği cevaba malzeme sağlamak üzere, 28 Ekim 2021 tarihinden itibaren peş peşe ret kararları vermiştir. Bugüne kadar toplamda 81 ret kararı veren OHAL Komisyonu 325 akademisyenin başvurusunu halen sonuçlandırmayarak oyalamaya ve hukuki sürecin önünü tıkamaya devam etmektedir.
Anayasa Mahkemesi kararları tüm devlet organları gibi OHAL Komisyonu’nu da bağlar. Buna rağmen, OHAL Komisyonu’nun kararlarında Anayasa Mahkemesi’nin Füsun Üstel kararının adını bile anmaması anayasal düzenin hiçe sayılması anlamına geldiği gibi Türk Ceza Kanunu anlamında da suç oluşturabilecek nitelikte kasıtlı bir eyleme vücut vermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin kararı ihraçların ILO’nun temel 87, 98 ve 111 nolu sözleşmelerine aykırılığı da bir kez daha ortaya koymaktadır.
Bu ülkenin üniversitelerinde1944-1948 yıllarında Pertev Naili Boratav, Niyazi Berkes ve Behice Boran’a yapılanlar, 1960 yılında başka bir biçimde “147’ler olayı” olarak hayata geçirilmiştir. 12 Eylül asker darbesi ile birlikte, 1402 sayılı Yasa kapsamında işlerine son verilen akademisyenler ve kamu çalışanları 6-9 yıl içerisinde hak kayıpları da tazmin edilerek işlerine geri dönme hakkını elde edebilmişlerdi. Ancak, içinde bulunduğumuz bu dönemin koşulları 12 Eylül faşizmini aratır duruma gelmiştir. OHAL Komisyonu’nun kararlarını takiben idari yargı, İstinaf, Danıştay, AYM ve belki de AİHM süreçlerinin tüketilmesinin gerekmesi, bu mağduriyetlerin onlarca yıl sürebileceğini göstermektedir.
Buradan basına ve kamuoyuna sesleniyoruz. Anayasa Mahkemesi kararlarının hiçe sayıldığı bir ortamda hukukun üstünlüğünden, demokrasiden ve adaletten bahsedilemez. OHAL Komisyonu’nun nasıl çalıştığını, hangi keyfiyetle kararlar verdiğini sorguluyoruz. Bu Komisyon adaleti geciktirmeden ve akademilerde hükümete aykırı düşünen bilim insanlarının mağduriyetini artırmaktan başka bir şeye yaramamıştır. 10 Ocak 2022 tarihinde AİHM’e savunma verecek olan Türkiye uluslararası insan hakları karnesinde notunu en aşağılara düşürmüş durumdadır.
Barış akademisyenlerinin haklarını gasp edenler hukuku çiğnemekte olduklarının elbette farkındalar. Hukuk tanımazlıklarıyla, insan haklarını, çalışma özgürlüğünü ve seyahat hakkını engellemekle bir kazanç elde edeceklerini düşünen bedbahtlar tarihin kara sayfalarında yerlerini şimdiden almıştır. Unutmadık, unutturmayacağız. OHAL Komisyonu’nun açıkça suç olan bu kararlarını tanımıyoruz ve bu suça ortak olmayacağız.
Düşünce özgürlüğünü her zaman savunmaya devam edeceğiz ve Türkiye’nin bu karanlıktan çıkması için mücadele edeceğimize buradan söz veriyoruz. Karanlık güçlerden korkmuyoruz.
Ret’leri reddediyoruz ve barışa sahip çıkıyoruz!
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu
Türk Tabipleri Birliği