Birleşmiş Milletler (BM) İnsan Hakları Komisyonu’nun 1948 Haziran’ında hazırladığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi 10 Aralık 1948’de BM Genel Kurulu’nda kabul edilmiştir. İnsan hak ve özgürlüklerinin kazanılmasında bir dönüm noktası olan bu bildirgenin kabul edildiği 10 Aralık günü Dünya İnsan Hakları Günü olarak kutlanmaktadır.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni önceki hak belgelerinden ayıran temel noktalar, vazgeçilmez hakları olan bir insan tanımına dayanması ve evrensel niteliğidir. Bu bildirge, tüm insanlık değerlerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Bir sözleşme olmamasına ve biçimsel bir yaptırım içermemesine karşın İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, BM’nin kurucu belgelerinden biridir. Bildirgenin birinci maddesinde belirtilen “bütün insanların özgür, onur ve hakları yönünden eşit doğdukları” ifadesi, pek çok ülkenin anayasasında kullanılmıştır. Bildirgenin önsözünde yer alan “hukukun üstünlüğü” terimi, uluslararası hukukta bir belgede ilk kez yer almıştır.

En başta yaşam ve özgürlük olmak üzere sağlık, eğitim, yiyecek bulma, barınma, çalışma, din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğü hakları İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin temellerini oluşturur. Bildirgede çok kapsamlı biçimde tanımlanan hak ve özgürlüklerin hiyerarşik bir ayrım gözetilmeden bütünlüklü biçimde ele alınması gerekir. Günümüzde pek çok hukuk belgesinde temel haklar olarak tanımlanan kişisel hak ve özgürlüklere öncelik verilmesi yaklaşımı, toplumsal ve ekonomik hakların gölgede kalmasıyla sonuçlanmaktadır. İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hak anlayışına göre kişisel haklar ile toplumsal ve ekonomik haklar birbirinden ayrılamaz bir bütün oluşturur.

İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, kendisinden sonra yayımlanan Kadınların Siyasal Haklarına İlişkin Sözleşme (1952), Çocuk Hakları Bildirisi (1959), Avrupa Sosyal Şartı (1961) ve Afrika İnsan ve Halklarının Hakları Şartı (1981) gibi belgelerin düşünsel temelini oluşturmuştur. Bildirgenin, tüm insan toplumları için genel bir kavramsal çerçeve oluşturduğu söylenebilir.

İkinci emperyalist kapitalist paylaşım savaşı sırasında yaşananlara karşıt olarak 76 yıl önce insan hakları savunucuları “Bir daha asla!” diyerek bu bildirgenin kabulü için mücadele etmişti. Geldiğimiz noktada; 21. yüzyılın ilk çeyreğini doldurduğumuz bu günlerde, dünya genelinde yaygın olarak egemenler ve siyasi otoriteler tarafından körüklenen savaşlarla başta yaşam hakkı olmak üzere, insan olmaya dair tüm haklar ihlal edilmektedir. İnsan hakları savunucuları devletler tarafından hedefe konularak cezalandırılmakta, toplumlar susmaya zorlanmaktadır.

Ne yazık ki, aralarında ülkemizin de bulunduğu pek çok ülkede gözlenen insan hakları ihlalleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin hedeflediği genel hak ve özgürlük düzeyinin çok uzağında kalınmasına neden oluyor. TİHV ve İHD’nin 2022 verilerine göre; ülkemizde yaşam hakkı ihlalleri, işkence ve kötü muamele uygulamaları; düşünce ve ifade özgürlüğü, toplanma ve gösteri özgürlüğü, kadın ve çocuk hakları önündeki engeller vahim boyuttadır. Ülkemizin insan hakları açısından çağın gerektirdiği bir noktaya ulaştırılmasında, sadece insan hakları örgütlerinin değil, bütün meslek örgütlerinin, sendikaların, siyasi partilerin, sivil toplum örgütlerinin ve her düzeyde yurttaş girişiminin ortak çabalarına ihtiyaç vardır. Ancak o zaman özgür, onurlu ve eşit bireylerin insanca bir yaşam sürdüğü bir toplumun üyesi olacağız.

Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları Kolu

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi