Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi Başkanı Dr. Alpay Azap, Duvar Gazetesi’nden Didem Mercan’ın sorularını yanıtladı. 10 Temmuz 2024 tarihinde canlı olarak gerçekleştirilen programın gündeminde sağlıkta şiddet, hekim göçü ve randevu sistemindeki değişiklikler vardı. Sağlıkta şiddet sorunuyla ilgili olarak etkin bir yasanın çıkarılmasıyla birlikte kültürel bir değişimin de gerçekleştirilmesi gerektiğini, bunun için de hekimlerin ve sağlık emekçilerinin itibarsızlaştırılmasına son verilmesi gerektiğini söyledi.

Azap, hekimlerin ve sağlık emekçilerinin çalışmak için yurt dışına gitmesini önlemenin yolunun hekimlere ve sağlık emekçilerinin güvenli, güvenceli ve gelecek kaygısı duymadıkları bir ortamda ve itibar gördükleri bir toplumda çalışmalarını sağlamak olduğunu söyledi. Alpay Azap, kışkırtılmış sağlık talebinin çökmesine neden olduğu randevu sistemiyle ilgili olarak da çözüm yolunun hem basamaklandırılmış bir sağlık sistemine geçmek hem de hekimlere yeterli bir muayene süresini sağlamak olduğunu dile getirdi.

Neredeyse her gün sağlıkta şiddet vakası yaşanıyor. Kamu otoriteleri bu konuya ne kadar eğiliyor? TTB yeni dönemde bu soruna ilişkin nasıl bir yöntem izleyecek? Bu sorun nasıl çözülür?

Hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet kabul edilemez bir durum. Savaşlarda bile sağlık çalışanları dokunulmazdır. Düşman askerlerinin bile dokunmadığı sağlık çalışanları, hangi taraftan olursa olsun her insanın sağlığı için çalışırlar. Böyle bir pozisyonda çalışan insanlara kendi vatandaşlarının şiddet uygulaması asla kabul edilebilir değil.

TTB’nin de baskısıyla sağlıkta şiddeti önlemek için bazı yasalar çıkarıldı ancak uygulamada ciddi sorunlar var. Asıl yapılması gereken şey hekimlere ve sağlık çalışanlarına sahip çıkmak. Toplumun ne kadar değerli olduklarını anlamasını sağlamak önemli. Yoksa istediğiniz yasal düzenlemeyi getirin, şiddeti tamamen ortadan kaldıramazsınız. Yasayla birlikte bir kültürel değişime, bakış açısı değişimine de ihtiyaç var. Bu nedenle toplum yöneticilerinin hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik sözlerini dikkatli kurmaları gerekir. Onlara sahip çıktıklarını, yaptıkları işin değerini bildiklerini hakkını teslim ettiklerini topluma hissettirmeleri gerekir. Aslında şiddeti azaltacak en önemli faktörlerden birisi bu. İtibarsızlaştırmaya son verilmesi gerekiyor. Halk ile hekimleri karşı karşıya getirmemek gerekiyor.

Biz de vatandaşlarımız da Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın olumsuz sonuçlarından mustarip olan taraftayız, aynı taraftayız. Ancak vatandaşlar her türlü aksaklıktan, eksiklikten hekimleri sorumlu tutuyor çünkü karşısında hemen hekimi görebiliyor ve tepkisini hekimlere yöneltiyor. Bu bakış açısının değişmesi gerekiyor.

İkincisi mevcut yasaların iyi şekilde uygulanabilmesi gerekiyor. Şu an farklı yasa maddeleri aslında sağlık alanında şiddetin engellenmesine yardımcı olacak hükümler içeriyor. Ancak farklı maddelerin bir arada yorumlanması gerekiyor. Bu nedenle kararlar hakimden hakime değişebiliyor. Bu da ortada cezasızlık varmış gibi bir durum ortaya çıkarıyor. İnfaz yasasındaki hükmün açıklanmasının geri bırakılması, çeşitli indirimler uygulanması gibi hükümler nedeniyle hekimlere ve sağlık çalışanlarına yönelik şiddet cezasız kalıyor gibi bir algı oluşuyor.

Tüm bunların gidermenin yolu bütünlüklü, tek bir sağlıkta şiddet yasasını çıkarmak ve uygulanabilirliğini kolaylaştırmak. Bu yasa çıkarılana kadar da mevcut yasaların etkili şekilde uygulanmasını talep ediyoruz. Sağlıkta şiddet olaylarına bakan mahkemeler belirlenebilir. Şu anda sırada hangi mahkeme varsa olay oraya geliyor. O mahkeme sağlıkta şiddet konusunda çok tecrübeli olmayabiliyor ve bunun sonucunda verilmesi gerekenden çok daha az bir ceza karşımıza çıkabiliyor. Böyle basit bir uygulama ile bile sağlıkta şiddet ile ilgili bir yol kat etmek mümkün.

Ancak en iyi yasayı da çıkarsanız hiçbir yasal düzenleme tek başına yeterli olamayacaktır. Önemli olan bu iklimin değişmesi, bakış açısının değişmesi. Hekimlere itibarının iade edilmesi gerekiyor. Sonuçta biz toplum sağlığı için uğraşıyoruz ve önemli bir görev yapıyoruz. Vatandaşlarımız tarafından bunun algılanması gerekiyor.

Sağlık sistemindeki bir diğer sorun beyin göçü. Son yıllarda binlerce hekim ve hemşire yurt dışına göç ediyor. Araştırmalar Türkiye’de yaşayan hekim ve hemşirelerin de göç etmeye sıcak baktığını söylüyor. Bu göçün nedenleri nedir ve bu göçü durdurmak için adım atılıyor mu? Siz ne öneriyorsunuz?

TTB’nin bu konuyla ilgili önerileri var ancak yetkisi yok. Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının yurt dışına gitmesini önlemenin yolu çalışma ortamının düzenlenmesi, güvenli, güvenceli, gelecek kaygısı duymadıkları bir ortamda, en önemlisi de itibar gördükleri, yaptıkları işin değerinin anlaşıldığı bir ortamda çalışmaları. Çok az sayıda hekim ve sağlık çalışanı maddi kaygılar nedeniyle ülkeyi terk ediyor. Ülkeden ayrılmanın en önemli sebebi güvenli, güvenceli bir ortamda çalışma fırsatı bulamamak. Sağlık sistemindeki çeşitli eksiklikler yüzünden mesleğini iyi bir şekilde icra etme şansı bulamamak. Sağlık örgütlenmesindeki aksaklıklar yüzünden çalıştığı halde istediği pozisyona gelememek. Kendini bilimsel üretime adamak isteyen arkadaşlarımızın Türkiye’de hayatlarını devam ettirmeleri çok zor. Çünkü geçimlerini sağlamaları mümkün değil. Bilimsel araştırmaları daha iyi yapabilmek gayesi ile yurt dışına giden çok sayıda hekim arkadaşımız oluyor. Sadece hekimler ile de sınırlı değil; çok sayıda hemşire, fizyoterapist gibi farklı alanlardan genç arkadaşlarımız yurt dışında gelecek aramaya çalışıyor. Bu büyük bir kayıp. Türkiye’nin sağlık sistemi ciddi kan kaybediyor. Çok ciddi yatırımlar ile yoğun bir emek ile yetişiyor bu insanlar. Tıp fakülteleri 6 yıl. Bu yetmiyor üzerine uzmanlık yapılıyor. O da yetmiyor yan dal uzmanlıkları yapılıyor. Yıllarca okuyorsunuz. Bu süre boyunca bu insanlar için ülkenin kaynaklarından yatırım yapılmış oluyor ama yurt dışında iyi koşullarda iş bulup gidiyorlar. Bunların düzeltilmesi lazım. 

Bu yapılana kadar da yurt dışına giden hekim arkadaşlarımız ile irtibatı koparmamaya yönelik bir iletişim platformu oluşturmaya yönelik planımız var. Böylelikle hem onların yurt dışında da olsa bize ihtiyaçları olduğunda onlara yardım edeceğiz. Daha önemlisi ülke ile bağlarının koparmamış olacaklar, belki gelme şansları, katkı verme şansları olabilecek. Böyle bir destek ve yardımlaşma ağı oluşturmak için bir platform oluşturmaya gayret edeceğiz. 

Gönül ister ki yurt dışına hiçbir arkadaşımızı kaybetmeyelim. Güvenli, güvenceli bir ortamda, yaptığımız işin değerinin bilindiği bir ortamda kendi halkımıza hizmet edelim.

Sağlık sisteminde uzun yıllardır tartışılan bir diğer konu randevu sistemi. Son dönemde bir de onaylı randevu sistemine geçildi. Yeni sistem belki hekimlerin daha verimli çalışmasını, hastaların daha kolay randevu bulabilmesini amaçlıyordu. Çözüm olabildi mi?

Onaylı randevu sistemi çözüm olamadı. Çünkü bekleme sıraları zaten çok çok fazla. Onaylamayan az sayıda hasta oluyor. Onların yerine yedektekiler oraya atanıyor. Bu şekilde çözülemeyeceğini söylemiştik. Çünkü burada kışkırtılmış bir sağlık talebi var. Çok fazla sayıda başvuru oluyor, çok randevu talebi ortaya çıkıyor. Bu talebin de karşılanması mümkün değil. Bu sistemin değişmesi lazım. Bizim önerimiz basamaklı ve sevk zinciriyle çalışan bir sağlık sistemi öneriyoruz. Tüm bilimsel çalışmalarla da bellidir ki; aslında pek çok sağlık problemi birinci basamak dediğimiz aile sağlığı merkezlerinde kolaylıkla halledilebilir. Bunların ikinci üçüncü basamak hastanelere, belirli bir alanda uzmanlaşmış hekimlere ve sağlık hizmetine aslında ihtiyacı yoktur.

Bundan da önce sistemin insanların hastalanmasını önleyecek şekilde çalışması lazım. Yani koruyucu sağlık hizmetlerinin öne çıkarılması lazım. İnsanların hastalanmasını engellerseniz doktora başvurmalarına gerek kalmaz. İşten geri kalmazlar, sağlıklarını kaybetme riskiyle karşı karşıya kalmazlar. Ne yazık ki Sağlıkta Dönüşüm Programı’nın koruyucu sağlık hizmetleri kısmı çok çok eksik. Daha çok tedavi edici sağlık hizmetine göre planlanmış bir sistem ile karşı karşıyayız. Ayrıca bu sistemde  yapılan hizmetin sayısı önemli. Ne kadar iyi bir sağlık hizmeti verildiği hiç değerlendirilmiyor, sadece sayı önemseniyor ve sayıya göre bir performans sistemi geliştirilmiş durumda.

İyi bir sağlık okur yazarlık seviyesi de olmayınca insanlar çok kolay hastalanıyorlar. Türkiye’de bir kişinin bir yılda hekime başvuru sayısı 10’a yaklaştı. Bu oldukça hasta bir toplum olduğumuza işaret eder. Bir de şöyle bir durum var; çok sayıda hasta görüşebilsin  diye randevu süreleri kısa tutuluyor. 5-10 dakikada bir hastayı değerlendirip sonuçlandırmanız bekleniyor. Bu bilimsel olarak mümkün değil. Dünya Sağlık Örgütü hasta bakma süresini 20 dakika olarak öneriyor. Türkiye’de ilk muayeneye gelen hasta için bu süre 10 dakika. Sonuçlara ise randevusuz bakılıyor. Bu hastaları da kattığınız zaman bir hastaya ayırabileceğiniz süre 10 dakikanın altına düşüyor.

Hastaya yeterli zaman ayıramadığınızda hastalığın yönetimini sonlandıramıyorsunuz. Çünkü hastayı yeterince ve iyi dinleyemiyorsunuz, hastayı ayrıntılı muayene edememişsiniz. Mecburen daha çok tetkik istemek zorunda kalıyorsunuz. Bu kez tetkik randevuları artıyor. Tetkikler için uzun süre bekliyor hastalar Hasta sonucunu göstermek için tekrar gelmek zorunda kalıyor. Tekrar tekrar randevu talepleri oluşmaya başlıyor. Süreyi kısaltarak daha çok hastanın bakılabileceği zannediliyor ama tersi oluyor. Hasta tekrar tekrar geliyor ya da belki bu sefer başka bir hastanede başka bir hekime gitmek istiyor. Çünkü hastanın sorunu çözülmüş olmuyor ve bunu doktorun eksikliği olarak algılıyor. Biz buna kışkırtılmış sağlık talebi diyoruz. Böyle bir talebin karşılanması mümkün değil. Hastalara ideal süre ayırılabilse hem hastalardan daha az tetkik istenir hem de hastaları bilgilendirme şansımız da olur. Süre eksikliği nedeniyle hastalara ayrıntılı bilgi veremiyor olmamız hastalarda tatminsizliğe de neden oluyor. Hekim onunla ilgilenmedi, sorunu çözülmedi diye düşünüyor ve bu da tekrar başvuruya sebep oluyor. Bunun çözüm yolu da hem basamaklı bir sisteme geçmek hem de hekimlere yeterli bir muayene süresini sağlamak.

TTB’nin yanı sıra Sağlık Bakanlığı’nda da yönetim değişikliği oldu. Bakanlık görevine Kemal Memişoğlu getirildi. Memişoğlu yönetiminden beklentileriniz nedir? Yeni dönemde Bakanlık ile TTB ilişkisi nasıl olacak? TTB üzerindeki siyasi baskı devam ediyor mu? En kritik meslek örgütlerinden biri olan TTB’nin siyasetin gündeminde olması hem kurumunuzu hem de hekimleri nasıl etkiliyor?

Aslında TTB çok köklü bir örgüt. Ülkemiz açısından önemli bir demokratik kitle meslek örgütüyüz. Bizim her zaman önemli iki hedefimiz var. Birincisi halkımızın eşit, ulaşılabilir, ücretsiz ve kaliteli bir sağlık hizmetine ulaşması. İkincisi de hekimlerin ve sağlık çalışanlarının güvenli, güvenceli, mutlu ve huzurlu bir ortamda işlerini yapabilmelerini istiyoruz. Bu iki hedefe dair her türlü olumlu çabaya biz de sonuna kadar destek veririz. Her türlü işbirliğine açığız. Yeni atanan Bakan Sayın Kemal Memişoğlu’na da hatırlatmış olalım. Kendisinden de bir randevu talebimiz oldu.

Sağlık çok fazla sosyal parametreden etkilenen bir alan. Küçük çocuklardaki gelişim geriliğini sadece o çocuklara ilaç vererek düzeltemezsiniz. O çocukların sağlıklı gıdaya, sağlıklı içme suyuna ulaşması gerekir. Günlük almaları gereken kaloriyi almaları gerekir. Dolayısıyla sağlığın toplumdaki pek çok alanla kesiştiği yerler vardır. TTB de bu kesişim alanlarında bilimsel doğruları söylemek ile yetinen bir örgüt. Söylediğimiz bilimsel doğrular birilerine  olumsuz gelebilir. Biz sağlıklı toplum ve güvenli, güvenceli çalışma ortamında hekimlerin mutlu bir şekilde çalışması ile ilgiliyiz.