Türk Tabipleri Birliği (TTB) Merkez Konseyi, TTB Halk Sağlığı Kolu ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER), 22 Mart Dünya Su Günü dolayısıyla ortak açıklama yaptı. Bu yıl; “Su İçin Doğa” ana temasıyla 25.si kutlanan Dünya Su Günü dolayısıyla yapılan açıklamada, doğal su kaynaklarının korunmasının ve mümkünse geri kazanılmasının önemine vurgu yapıldı.

Açıklamanın tam metni aşağıdadır:

20.03.2018

BASIN AÇIKLAMASI

GÜNDEN GÜNE KİRLENEN VE YİTİRİLEN DOĞAL SU KAYNAKLARI KORUNMALI; MÜMKÜNSE GERİ KAZANILMALIDIR!

Dünya Su Günü bu yıl 25. defa kutlanıyor. 1993 yılında bu yana Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun kararı gereği her yıl 22 Mart günü toplumların suyun önemine dikkat çekmek için düzenlenen “Dünya Su Gününde” bu yıl belirlenen ana başlık; “Su İçin Doğa”.

Niçin “Su İçin Doğa”?

Günümüzde 2.1 milyar insanın evlerinde güvenli içme ve kullanma suyu bulunmuyor, 1.8 milyardan fazla insan hiçbir dezenfeksiyon işleminden geçirilmemiş suları tüketiyor. Küresel iklim değişikliği nedeni ile 1.2 milyar insan aşırı yağışlar, seller ve kuraklık tehlikesi içinde yaşıyor. 2050 yılına kadar tatlı su talebinin %30 artacağı hesaplanıyor. Günümüzde atık suların ise %80’ninden fazlası arıtılmadan doğaya geri veriliyor; bu atık sular doğal su kaynakları için önemli bir kirlilik tehditi oluşturuyor. XX. yüzyılın başından itibaren sulak alanların büyük bir bölümü düzensiz kentleşme, kontrolsüz sanayileşme, yeni tarım alanları kazanma gibi insan aktiviteleri sonucu ya kaybedildi ya da yeraltı ve yerüstü su kaynakları; nehirler ve göller yine insan aktiviteleri sonucu hızlı bir kirlenme sürecine girdi. Ayrıca küresel iklim değişikliğinin durdurulamaması nedeni ile günden güne daha fazla ortaya çıkan aşırı yağış ve seller gibi nedenlerle su kaynakları ya kirlenmiş ya da kuraklık gibi nedenlerle kaybedildi.

Oysa Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP) tarafından belirlenen “sürdürülebilir kalkınma hedefleri” içinde 2030’a kadar dünya üzerindeki her insanın güvenilir suya erişimi altıncı önemli hedef olarak belirlenmiştir. 2030 yılına az bir süre kala bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için, dünyanın yetersiz olan ve dengesiz dağılım gösteren tatlı su kaynaklarının kirlenmeden korunması zorunluluğuna tüm ülkelerin dikkatini çekebilmek için, bu yıl ana başlık “su için doğa” olarak kararlaştırılmıştır. Bu ana başlık ile ülkelerin günden güne kirlenen ve yitirilen doğal su kaynaklarını koruyabilmesi; mümkünse geri kazanabilmesi için projeler geliştirmesine dikkat çekilmesi hedeflenmektedir. Önerilen projeler arasında yeraltı ve yer üstü sulak alanların korunması; gerekiyorsa içme suyu barajlarının yapımı, tarım ilaçları ve suni gübre kaynaklı tarımsal kirliliğin önlenmesi, kaybedilen ormanların yeniden yetiştirilmesi, toprak erozyonunun önlenmesi, iklim değişikliğinin ve iklim değişikliğinden kaynaklı aşırı seller gibi tabloların kontrol altına alınması gibi projeler vardır.

Ülkemizdeki durum

Ülkemiz tatlı su kaynakları açısından “su sıkıntısı çeken” ülkeler arasındadır.  Üstelik mevcut su kaynaklarını koruyup; gelecek yıllara taşıyamazsa 2030 yılına kalmadan “su fakiri ülke” durumuna düşecektir. Bu gerçek ortada iken kısıtlı su kaynakları üzerinde düzensiz kentleşme, kontrolsüz sanayileşmeye ve maden ocaklarına göz yumulmakta; tarımsal alanlarda tarım ilaçları ve suni gübrelemeler doğal su kaynakları dikkate alınmadan yapılmaktadır.

Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) tarafından 2017 Kasım’ında yayımlanan 2016 yılı verilerine göre belediyeler tarafından içme ve kullanma suyu olarak 5.8 milyar m³ su doğadan alınmış; bu suyun %44.8’i barajlardan, %26.8’i kuyulardan, %17.1'i kaynaklardan, %9.5'i akarsulardan ve %1.8'i göl, göletlerden karşılanmıştır. Bu rakamlar içme suyu barajlarının yapımı ile su toplama havzalarının ve doğal su kaynaklarımızın korunmasının önemini göstermektedir. TUİK’in 2016 yılı içme suyu ile ilgili istatistikleri içinde dikkat çeken diğer bir oran ise, dağıtılan içme suyunun ancak %57.4’ünün arıtılabilmiş olmasıdır. Başka bir anlatım ile, insanlarımızın tükettiği içme ve kullanma suyunun %42.6’sı arıtılmadan kullanılmıştır; yani güvenilir su değildir. Diğer bir sorun ise, özellikle büyük kentlerimize su sağlayan göl ve akarsu gibi yer üstü su kaynaklarının tarım kökenli kimyasallarla ve sanayi atıkları ile kirlenmiş olmasıdır. Bu durum özellikle zaten içme ve kullanma suyunun ancak %57.4’ünü arıtabilen belediyelerimiz için ayrı sorun doğurmaktadır; içme suyu arıtımı yapan belediyeler, bu suyun %92.6’ını kaliteli ham sulara uygulanan konvansiyonel arıtmadan geçirebilmektir. Yani kimyasal kirlilikle başa çıkabilecek alt yapıları yoktur.

 

Sonuç olarak; yukarıdaki birkaç rakam bile içme ve kullanma suyu açısından durumuzun hiç de iç açıcı olmadığını göstermektedir. Bu nedenle;

  • Zaten kısıtlı olan doğal su kaynaklarımız korumaya alınmalı; kentleşme, sanayi ve tarımsal kimyasalların baskısından kurtarılmalıdır. Özellikle başta İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerimizin zaten kısıtlı olan su havzaları korunmalıdır.
  • Planlanan içme suyu barajları yapımına, ormanların korunması ve erozyonla mücadele projelerine öncelik verilmelidir.
  • Ülkemiz imzaladığı ve onayladığı başta Ramsar Sözleşmesi olmak üzere uluslararası sözleşmelere uygun olarak sulak alanlarını dikkatle korumalıdır.

Her insanın yeterli, temiz ve güvenli suya erişimi temel hakkıdır. Ülkemizi yönetenler bu temel hakkımıza saygı duyarak; zaten yetersiz olan su kaynaklarımızı korumak geleceğe taşımak için azami dikkati göstermelidir.

Bu yıl 25.si düzenlenen Dünya Su Gününde kamuoyuna saygı ile duyurulur.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

TTB Halk Sağlığı Kolu

Halk Sağlığı Uzmanları Derneği (HASUDER)