İstanbul Sözleşmesi’nin İptaline Karşı Açılan Davalarda Söz TTB’deydi: “Kadına Yönelik Şiddet Bir Halk Sağlığı Sorunudur!”

“İstanbul Sözleşmesi” adıyla anılan “Kadınlara Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi”nden 20 Mart 2021 günü Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle hukuksuz bir biçimde çıkılmıştı. Karara karşı kadın örgütlerinin, baroların, emek ve meslek örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin, siyasi partilerin ve bireylerin açtığı 200’den fazla davaya ilişkin duruşmalar gruplar halinde görülmeye başlamıştı. İlk üç grup duruşması 28 Nisan, 7 Haziran ve 14 Haziran 2022 tarihlerinde gerçekleşmişti.

Türk Tabipleri Birliği’nin (TTB) açtığı dava, 23 Haziran 2022’de Danıştay’da yapılan dördüncü grup duruşmada görüldü. Dördüncü grup duruşmasında TTB’nin yanı sıra Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği, Ankara Dişhekimleri Odası, kadın örgütleri ve barolar yer aldı.

Duruşma öncesi Danıştay önünde bir basın açıklaması yapıldı. Basın açıklamasında konuşan TTB Merkez Konseyi Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı “Biz Türk Tabipleri Birliği olarak, hekimler olarak bu sözleşmenin önleme, koruma, kovuşturma ve destek mekanizmalarının her aşamasında yer almak zorundayız. Halk sağlığı için en önemli tehditlerden biri olan cinsiyetçi şiddete karşı mücadele etmek hepimizin boynumuzun borcudur” dedi. Mevcut yasal düzenlemelerin yetersizliğine dikkat çeken Korur Fincancı, “Biz sözleşmenin sadece varlığı değil, tüm basamaklarının hayata geçirilmesi için mücadele etmeyi sürdüreceğiz. Susmuyoruz, korkmuyoruz, itaat etmiyoruz” diye konuştu.

Duruşmada TTB adına Hukuk Bürosu’nun avukatları birer konuşma yaptı.

Av. Verda Ersoy, Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre dünyadaki kadınların en az üçte birinin hayatının bir döneminde şiddete maruz kaldığını, bu nedenle hem Dünya Sağlık Örgütü’nün hem de TTB’nin kadına yönelik şiddeti bir halk sağlığı sorunu olarak tanımladığını kaydetti. Halk sağlığı sorunlarının ancak bütünlüklü ve samimi bir anlayış ile çözülebileceğini belirten Ersoy, Türkiye’de gerek yasa metinlerindeki gerekse de uygulamadaki yetersizliklerden örnekler verdi. “İstanbul Sözleşmesi TTB bünyesinde yaşatılıyor” diyen Ersoy, TTB 68. Büyük Kongresi’nde kararı alınan “Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum Belgesi”ni ve TTB 73. Büyük Kongresi’nde kararı alınan “Cinsel Şiddeti Önleme ve Toplumsal Cinsiyet Eşitliğini Destekleme Yönergesi”ni anımsattı. Ersoy, davanın bir yaşam hakkı ve sağlık hakkı temelinde değerlendirilmesi gerektiğinin altını çizdi.

Av. Özgür Erbaş, davalı Cumhurbaşkanlığı’nın “İstanbul Sözleşmesi’nin iptalinden doğacak boşluğun iç hukuk yollarıyla tüketilebileceği” iddiasına yanıt verdi. Cumhurbaşkanlığı Hukuk Politikaları Kurulu, Polis Akademisi, TBMM Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu gibi pek çok kurumun kadına yönelik şiddetin önlenmesine dönük tek bir somut çalışma yürütmediğini ifade eden Erbaş, “Burada ısrarlı bir eylemsizlik söz konusudur” diye ekledi. Erbaş sözlerine şöyle devam etti: “Tüm hak metinleri insan derisiyle kaplıdır; kanla, tırnakla örülmüştür. Önemleri, devlet başkanlarının imzasının olmasından gelmez. Dolayısıyla ‘çıkılabilir mi, çıkılamaz mı’ tartışması yürütülemez. Eşitliğin ve insan haklarının aksi yönündeki bir idare davranışı, ayrımcılıktır.”

Av. Hülya Yıldırım ise toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin yarattığı sorunlardan örnekler sıraladı. İstanbul Sözleşmesi gibi insan hak metinlerinin “değerler”, “hassasiyetler” veya “çoğunluk” üzerinden düzenlenemeyeceğini dile getiren Yıldırım, “değer” gerekçesiyle hukuk yaratma çabasının esasen “değer” gerekçesiyle toplumsal yapıyı değiştirme çabası olduğunu vurguladı. İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi mezuniyetinde okunan Hekimlik Andı’ndan “cinsel yönelim” ifadesinin çıkarılmasını örnek gösteren Yıldırım, “İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın tek bir sebebi olabilir: Şiddetin sona ermesi ve toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması. Aksi mümkün değildir” dedi.

Davacı konuşmalarının ardından davalı Cumhurbaşkanlığı vekilleri söz aldı. Uluslararası sözleşmelerin onaylanması ve iptaline ilişkin nihai yetkinin Cumhurbaşkanlığı’nda olduğunu iddia eden davalı vekilleri, iç mevzuatın kadına yönelik şiddetin önlenmesi için son derece yeterli olduğunu ileri sürdü. Davalı vekilleri bu gerekçelerle davanın reddini talep etti.

Danıştay savcısı, ilk üç grup duruşmasında olduğu gibi “İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararının iptal edilmesi” yönünde görüş sundu. Mahkeme heyeti ise kararın daha sonra açıklanacağını belirterek duruşmayı sonlandırdı.

Duruşma sonrası Danıştay önünde bir açıklama daha yapan kadınlar; yaşamlarından, haklarından ve İstanbul Sözleşmesi'nden asla vazgeçmeyeceklerini söyledi.