Sağlık Emek-Meslek Örgütlerinden Kadınlar 8 Mart’ta Dört Bir Yandan Seslendi: Yaşamak ve Yaşatmak İçin Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz!

Sağlık emek-meslek örgütlerinden kadınlar 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nde birçok ilde basın açıklamaları düzenledi.

“Yaşamak ve Yaşatmak İçin Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz! Emeği Örgütlüyor, Dayanışmayı Büyütüyoruz!” yazılı pankartlar açan kadınlar mor kurdelelerle dayanışma zincirleri oluşturdu.

Ankara’da İbn-i Sina Hastanesi önündeki basın açıklamasında ise pankartlarını açmak isteyen sağlık emek-meslek örgütlerinden kadınlara polis saldırdı. Kadınlar saldırıya ve engelleme çabalarına karşın hastanenin arka bahçesinde açıklamalarını yaptı. Ankara Tabip Odası Yönetim Kurulu üyesi Dr. Ayşe Uğurlu, AKP’nin lebalep dolu kongreler düzenlediğini, asker uğurlamalarına ve düğünlere izin verildiğini hatırlatarak polis saldırısını kınadı.

Basın açıklamalarında okunan ortak metin ise şöyle:

Yaşamak ve Yaşatmak İçin Haklarımızdan Vazgeçmiyoruz!

Emeği Örgütlüyor, Dayanışmayı Büyütüyoruz!

Pandeminin Yükü Kadın Sağlık Emekçilerinin Omuzundadır!

Tüm dünyayı etkisi altına alan COVID-19 salgınının bir yılı geride kalırken,  tüm krizlerde olduğu gibi patriyarkal kapitalist sistem,  pandemiyi de kadınların emeği ve bedeni üzerinden fırsata çevirmektedir.

Pandemi öncesi dünyanın eşitsizlikleri, salgının getirdiği yeni koşullarla birlikte giderek daha da büyümektedir.  Pandemi süreci, sermayenin ve egemenlerin çıkarlarını koruyacak şekilde yönetilirken, emek sömürüsü ve yoksulluk hızla artmaktadır. Günümüz dünyasında,  erkek egemenliğine dayanan cinsiyet eşitsizliği, ayrımcılık içeren politikalar ve söylemler ise kadınların görünen ve görünmeyen emekleri üzerindeki sömürüyü, kadın bedeni üzerindeki denetimi ve kadına yönelik şiddeti arttırmaya devam etmektedir.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de sağlık çalışanlarının büyük çoğunluğunu oluşturan biz sağlık ve sosyal hizmet emekçisi kadınlar, her gün emeğimizin değersizleştirilmesine, el konulmasına, haklarımızın gasp edilmesine tanık olurken, pandemi krizinin tam göbeğinde de tüm bu eşitsizlikleri her yönüyle yaşadık, yaşamaya da devam etmekteyiz.

Kadın sağlık ve sosyal hizmet emekçileri olarak yaptığımız işler kadına yüklenen bakım verme rolleriyle bağdaştırıldığı için doğal bir görevmiş gibi görülmekte, bununla bağlantılı olarak da değersizleştirilmektedir.  Özellikle pandemi sürecinde COVID-19 hastalarının tıbbi tedavi ve bakımını yaparken bu bakım verme rolü biz kadın sağlıkçılar üzerinde ayrı bir duygusal emek yükü oluşturmaktadır.

Kadın Sağlık Çalışanları; Pandemide Gerektiği Gibi Korunamamakta, Yeterli ve Uygun Ekipmana Ulaşamamaktadır!

Pandemiye karşı gerçekçi koruyucu önlemler alınmaması nedeniyle giderek artan iş yükü, sağlık çalışanlarının; en çok da biz kadın sağlık çalışanlarının omuzlarına yıkılmıştır ve yıkılmaya da devam etmektedir.  Pandemide bir yılı geride bırakmamıza rağmen, hala sağlık emekçileri nitelikli kişisel koruyucu ekipmana erişimde güçlük yaşamaktadır.  Kadınlar hala standart erkek bedenine göre yapılan koruyucu ekipman nedeniyle çok daha zor, ergonomik olmayan koşullarda, uzun saatler çalışmak zorunda bırakılmaktadır.

Kadın Emeğinin Pandemide de Her Türlü Sömürüsü Devam Etmekte, Kadın Emeği Görmezden Gelinmektedir!

Pandeminin sağlık alanında da tüm yükünü kadın sağlık ve sosyal hizmet çalışanları üstlenirken emeğimiz değersizleştirilmeye, görünmez kılınmaya devam ediliyor. Bakanlığın üst düzeyinden, en küçük birimine kadar tüm yönetim düzeylerinde, hatta sağlık emek ve meslek örgütlerinin karar mekanizmalarında, erkeklerin emek ve kararları sahnede başrollere konularak kadınların emeği görünmez kılınıyor.

Sermaye sahipleri kar etmeye devam edebilsin diye sağlık çalışanları olarak yoğun ve tüketici koşullarda yakınlarına hastalık taşıma endişesiyle çalışmaya devam etmekte, hastalanmakta ve ölmekteyiz. Pandemi tüm can yakıcılığı ile devam etmesine rağmen, sağlık kurumlarında müşteri mantığıyla COVID dışı hasta sayısını arttırmaya yönelik çalışma düzeni yeniden kurulmakta, sağlık emekçileri,  performans baskısıyla, gerekli önlemler alınmadan ve pandemiye uygun fiziki koşullar oluşturulmadan çalıştırılmaya zorlanmaktadır.

Tüm bu zorlu koşullarda kadın sağlık ve sosyal emekçilerinin mesaileri iş yeriyle sınırlı kalmamakta, pandemide "evde kal" çağrılarıyla; okula gidemeyen, kreşe gönderilemeyen çocuğun, sokağa çıkamayan hane halkının artan bakım, temizlik ve hijyen ihtiyacını karşılama görevi gibi kadına yüklenen roller daha da pekişmektedir. Bu süreçte erkek yargı da pandeminin faturasını kadına yüklemiş,  boşanan sağlık emekçisi bir kadın üzerinden kadınları, işleri ile çocukları arasında seçim yapmaya zorlayarak, çocuğun velayetini babaya vermiştir. Kadınların güçlü dayanışması ve mücadelesi sonucunda bu yanlış karardan dönülmüştür.

Kadına Şiddet, Yine Şiddet, Hep Şiddet!

Pandemiyle mücadelede şeffaf ve gerçekçi olunmaması nedeniyle sağlık kurumlarında yaşanan tüm sorunların kaynağı sağlık emekçileri olarak görülmekte ve bu durum sağlıkta şiddeti arttırmaktadır. Sağlıkta şiddet,  kadın sağlık çalışanlarına toplumsal cinsiyet rollerinin yansıması olarak da yönelmekte, kadın sağlık ve sosyal hizmet çalışanları, sadece kadın oldukları için, psikolojik ve fiziksel şiddetin yanı sıra meslektaşları ve amirleri olan erkekler tarafından da mobbinge maruz kalmaktadır.

Patriyarkal Kapitalizmin Tüm Saldırılarına Rağmen Yaşam Hakkımızdan Vazgeçmiyoruz!

Krizi fırsata çevirenler karşısında kadınlar yaşamlarından hiç vazgeçmemiş, baskının ve sömürünün olduğu yerde kadınlar yaşamı yeniden kurma güçleriyle birlikte, mücadeleyi hep var etmişlerdir. Kadınların dünyanın dört bir yanında emekleri, bedenleri, kimlikleri üzerindeki baskı ve sömürüyü kırmak adına verdikleri mücadele, böylesi zorlu bir dönemde bile iktidarlara geri adım attırabilmekte, toplumsal mücadelenin en ileri unsuru olarak da yol gösterici olmaktadır.

Hane içi şiddet başta olmak üzere;  kadına yönelik her türlü şiddet artarken, kadın katillerine cezasızlık, özsavunma hakkını kullanan kadınlara ise adaletsizlik uygulanmaktadır. İktidar kadınların güvencesi olan İstanbul Sözleşmesi'nden imza çekmeye ve 6284 sayılı yasayı iptal etmeye hazırlandığında da, yaşam hakkımızdan vazgeçmedik, vazgeçmiyoruz.

Dayanışmayı bırakmamaya, şiddete, tacize, tecavüze karşı birlikte ses çıkarmaya, birbirimizin sesi olmaya,  erkeklerin "güç" ve konumlarını kullanarak kadınlara uyguladıkları tacizi ifşa etmeye ve birbirimizden aldığımız güçle birilerinin uykularını kaçırmaya devam edeceğiz.

Salgının getirdiği biz kadınlara göre hiç de yeni olmayan baskıcı düzenin ilk 8 Mart’ında baskı, şiddet ve sömürünün, derinleşen krizlerin karşısında, dayanışmamızın verdiği güçle mücadelemizi büyütüyoruz!

Yaşamak ve Yaşatmak İçin: Yaşasın 8 Mart, Yaşasın Kadın Dayanışması!

Kadın Sağlık ve Sosyal Hizmet Çalışanları olarak taleplerimiz:

  • Kadın mücadelesi ile kazanılan 8 Mart günü kadınlara ücretli izin olarak verilmelidir.

  • Cinsiyetçi iş bölümü nedeniyle kadınların üzerine yıkılan çocuk bakımı, ebeveynlerin ortak sorumluluğudur. Kreş,  kamusal bir hizmet olarak sunulmalıdır. Parasız, 24 saat hizmet veren, anadilde, nitelikli kreşler tüm iş yerlerinde kadın sayısına göre değil, çalışan sayısına göre belirlenmeli, çalışanlar arasında ayrım yapılmadan hizmet sunulmalıdır.

  • Sağlık ve sosyal hizmetler iş kolu tehlikeli iş kapsamına alınmalı, yıpranma payı arttırılmalı ve kadın sağlık emekçilerine ek yıpranma payı verilmelidir.

  • Nitelikli,  kadınlara uygun kişisel koruyucu ekipman ücretsiz olarak sağlanmalıdır.

  • Kadınlar fizyolojik bir döngü olan regl döngüsünün doğal belirtileri olan karın ağrısı, kramplar ve halsizlik gibi belirtileri ile çalışmak zorunda bırakılıyor ya da bu doğal süreç için zar zor “hastalık raporu” almak durumunda kalabiliyor. Oysa regl olmak hastalık değildir. Bizler kadın özgünlüğümüzle eşit ve haklarımızla çalışmalıyız, ücretli izin hakkımızı istiyoruz.

  • Fiilen uygulanan kürtaj yasağına son verilmeli,  kürtaj hakkımızı kullanmanın önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Pandemide giderek zorlaşan kadınların cinsel sağlık hizmetlerine erişimi sağlanmalıdır.

  • Doğum sonrası 24 ay ücretli izin verilmelidir. Doğum izninin anne ve bebek için biyolojik gereklilik ortadan kalktıktan sonraki kısmı, her iki ebeveynden birini kapsayacak şekilde düzenlenmelidir.

  • 3600 ek gösterge hakkı, sağlık hizmetleri kapsamında yer alan tüm personel için uygulanmalıdır.

  • Çalışma hayatında kadına yönelik şiddetle mücadelede, Uluslararası Çalışma Örgütü’nün (ILO) 190 sayılı "Çalışma Yaşamında Şiddetin ve Tacizin Önlenmesi Sözleşmesi" imzalanmalıdır.

  • Kadın çalışanların yoğun olduğu sağlık alanında, kadına yönelik her türlü şiddet ve taciz durumunda kadınların güvenle başvurabileceği bağımsız kadın birimleri oluşturulmalıdır.

  • Bizler yaşamak, yaşatmak istiyoruz. İstanbul Sözleşmesi ve 6284 sayılı yasa tam ve istisnasız uygulanmalıdır.

Taleplerimiz için mücadele etmeye, yaşam hakkımızı savunmaya devam edeceğiz. Yaşasın 8 Mart, yaşasın kadın dayanışması!