İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin Kabul Edilişinin 73. Yılında; Yaşamın Krizi Karşısında Ekonomik, Siyasal ve Sosyal Haklarımızı, COVID-19 Pandemi Koşullarında Sağlıklı Yaşam Hakkımızı Savunuyoruz!

Neoliberal patriyarkal kapitalizmin dünyamızda yarattığı ekolojik yıkımın kök neden olduğu COVID-19 pandemisinin yıkıcı etkisini yaşamaya devam ediyoruz. Pandemiye yönelik alınamayan önlemler nedeniyle yaşam hakkı başta olmak üzere temel insan hakları ihlal ediliyor. Dünyamız da aradan geçen üç çeyrek asra rağmen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ni oluşturan koşullardan çok daha kötü hak ihlallerini yaşıyor. 

İkinci Dünya Savaşı’nın neden olduğu ağır yıkım ve tahribatın ardından, benzeri acıların bir daha yaşanmadığı ve barışın egemen olduğu bir uluslararası düzen kurmak amacıyla daha savaş sürerken başlayan tartışmalar savaşın hemen ardından sonuç vermiş, 10 Aralık 1948 tarihinde Evrensel Temel İnsan Hakları Bildirgesi yayımlanmıştır. Bu tarihten sonra her yıl 10 Aralık, dünya genelinde insan hakları savunucuları tarafından kutlanıyor ve temel haklara vurgu yapılıyor. Her türlü otoriter güç bu hakların kullanımı ve korunması gereği konusunda da uyarılıyor, ihlallere dikkat çekilerek sorumluların cezalandırılması talep ediliyor. 

Aradan geçen uzun yıllara rağmen Evrensel Bildirge’de yer alan hak ve özgürlüklere dayalı uluslararası bir düzen ne yazık ki hâlâ oluşturulamamıştır. İnsanların ırkından, renginden, cinsiyetinden, cinsel yöneliminden, dilinden, din ve mezhebinden, inancından, etnik kimliğinden, siyasi-vicdani ve felsefi kanaatinden bağımsız olarak, insan olmaktan gelen hakları ve dokunulmazlıkları olduğu temel fikri dünya çapında egemen olamamıştır. Günümüzde Birleşmiş Milletler ve uluslararası kuruluşlar varoluş gerekçesiyle çelişir biçimde, hak ihlallerinin başlıca sebebi olan savaşları ve iç savaşları önlemede/sonlandırmada, mülteci krizlerine müdahalede, küresel çapta doğal ve kültürel mirasın korunmasında, yoksullukla ve adaletsizlikle mücadelede, başta kadınlara yönelik olmak üzere her türlü ayrımcılığı sonlandırmada yeterince etkin olamamaktadır. Aradan geçen 73 yıllık zaman içerisinde insan haklarında aşınmanın gerçekleştiği ve insan haklarının araçsallaştığı, COVID-19 pandemisinin de derinleştirdiği devam eden ekonomik krizler, silahlı çatışma ve savaş ortamlarının insan haklarını tehdit ettiği bir dönemi yaşamaya devam ediyoruz.

Dünyada ve Ortadoğu coğrafyasında savaşlar, ölümler yaşanmakta; insan hakları ihlalleri en ağır hali ile devam etmektedir. Türkiye'de de durum farklı değildir. Tek adam rejimi kalıcılaşan OHAL uygulamaları ile toplumsal hayatı militarist politikalarla yapılandırmakta ve farklılıkları reddeden tekçi zihniyet ile toplumsal yaşam dizayn edilmektedir. İnsan hakları ve özgürlükler, insan hakları eylem planları ve yargı alanında reform söylemlerine rağmen gittikçe artan bir şekilde ihlal edilmektedir.

Hukuku bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanılmasının sonucunda Türkiye hapishanelerinde kapasitelerinin çok üzerinde bir nüfus yaşamaktadır. Mahpus sayısı bakımından tarihinin en yoğun dönemini yaşayan hapishaneler de yoğun hak ihlalleri nedeniyle gündemden düşmemektedir. Mahpuslar yaşam hakkı ihlalinden işkenceye, sağlık hizmetlerine erişimden otoriter uygulamalara kadar ağır ve ciddi ihlaller ile karşı karşıyadır.

İki yıla yaklaşan COVID-19 pandemisi sürecinde birçok ülkede hükümetler; hapishanelerin havalandırmaları yetersiz, kişisel alan ve hijyenin iyi olmadığı kapalı mekanlar olması, yoğun ve sürekli değişen nüfus, çalışan görevlilerin dışarı ile sürekli temas halinde olmaları,  özellikleri ve organizasyonu itibariyle COVID-19 gibi salgınların yayılması için oldukça elverişli ortam oluşturdukları gerekçesi ile ayrımsız tahliyeler başlattı. Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) ve BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği üye devletlere “hapishanelerdeki insan sayısını azaltmaları için acil harekete geçme” konusunda çağrıda bulunarak; “Hükümetler şimdi, her zamankinden çok daha fazla, yasal bir temel olmadan hapsedilen, siyasi mahkumlar ve sadece eleştirel ya da muhalif görüşler ifade ettikleri için hapsedilenler dahil her bir kişiyi serbest bırakmalıdır” şeklinde tavsiyede bulundu. Bu uyarı ve tavsiyelere rağmen risk gruplarından bir an önce tahliye edilmeleri, tüm mahpusları kapsayacak ve mahpuslar arasında ayrımcılığı gütmeyen eşit ve adil bir infaz değişikliği Adalet Bakanlığı tarafından gerçekleştirilmedi. Özellikle pandeminin başında çıkarılan Ceza İnfaz Kanunu değişikliği ile mafya suçlarından hapishanelerde tutuklu olanları salıvermiş, Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki mahpuslar bakımından infaz koşulları ağırlaştırılmış, adaletli-eşitlikçi olmayan infaz düzenlenmesi nedeniyle, pandemide başta sağlığa erişim olmak üzere hak ihlalleri giderek artmıştır.

Pandemiye karşı hapishanelerde alınan “önlemlerin” biçimi sağlık hizmetlerine erişimin önünde büyük bir engel oluşturdu. Salgın gerekçe gösterilerek mahpusların zaten kısıtlanmış olan hakları daha da sınırlandırılırken, hastaneye giden ve dönen tutuklu-hükümlüler karantina uygulaması bahanesiyle tecride tabi tutulmaktadır.

İnsan Hakları Derneği'ne (İHD) göre; hapishanelerde 604'ü ağır olmak üzere 1605 hasta mahpus bulunuyor. Bu hastaların içinde durumu en ağır olanlar kanser hastalarıdır. Bu hastalar için de kronik ve çoklu hastalıkları olanlar, akciğer hastaları, kalp hastaları, şeker ve tansiyon hastaları, yaşlı ve yaşamını tek başına idame ettiremeyecek kadar hasta olanlar da var. Çoğu zaman hasta mahpusların tedavilerinin hapishanelerde devam edilebileceğine dair rapor verilmektedir. Hasta mahpuslar serbest bırakıldıklarında hastalığı artık çok ilerlemiş, bırakıldığı gece vefat eden hasta mahpuslar olduğu biliniyor. Adalet Bakanlığı pandemi döneminde ağır hasta mahpusların tahliye edilmeleri ile ilgili yapılan çağrılara sessiz kaldı. Kimi hasta mahpuslar için verilmeyen veya geç verilen kararlar yaşam hakkı ihlaline yol açıyor. Cezaevlerinden ya tabutlar çıkıyor ya da mahpuslar tahliye edildikten kısa bir süre sonra hayatını kaybediyor.

Hekimlik değerleri ayrımsız ve ayrıcalıksız herkesin yaşam hakkının savunulmasını vazeder. Bu nedenle biz hekimler olarak yaşanan en küçük insan hakkı ihlallerinde dahi bu ihlallerin karşısında yer almakla yükümlü olduğumuzun bilinci ve sorumluluğuyla; BM İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabul ve ilanının 73. yıldönümünde her insanı, her kurumu ve her otoriteyi;

  1. İnsan haklarına saygılı olmaya ve sahip çıkmaya,
  2. İnsan değeri ve onuruna yakışır, hukukun üstün olduğu ekonomik, sosyal ve siyasal bir ortam oluşturmaya,
  3. Özgür ve bağımsız bir yaşamın koşullarını oluşturmaya,
  4. Temel insani haklar olan yaşama, barınma, beslenme, çalışma, üretme ve sağlık gibi hakları her birey için sağlamaya,
  5. Adalet ve hak kaybının en çarpıcı örnekleri olan haksız ve keyfi tutuklamalara son verilmesi için emek harcamaya,
  6. Cezaevlerinde yaşanmakta olan kötü muamelelere son verilmesine, mahpusların sağlık hakkının önündeki engellerin ortadan kaldırılmasına,
  7. Sağlığın ve iyi bir yaşamın olmazsa olmazı olan barış ve demokrasiye yönelik müdahalelere son verilmesine yönelik çağrımızı bir kez daha yineliyoruz.

 

Bilinmelidir ki insanlığın varoluşunu tehdit eden bu yaşamsal krizden çıkışın tek yolu değerlerimize sahip çıkmaktır. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde temel insan haklarına bir kez daha vurgu yaparak, pandemi mücadelesinin de bu bağlamda yürütülmesinin gereğini yetkililere hatırlatıyor, yaşama adanmış bir mesleğin mensupları olarak, yaşanan her türlü insan hakları ihlalleri karşısında olduğumuzu, insan eliyle gerçekleşen insan hakları ihlallerinin son bulduğu, insan haklarına dayalı ortak yaşam koşullarının oluşmasına dair mücadeleye devam edeceğimizi bildiriyoruz.

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi

Türk Tabipleri Birliği İnsan Hakları Kolu