TTB Ali Özyurt Zihin Sempozyumu

“Şunu biliniz ki keyif, sevinç, kahkaha ve neşe ve üzüntü, acı, ümitsizlik ve keder, beyinden başka bir yerden çıkmaz.” Hippokrates (M.Ö. 460-370)

Hippokrat’tan bu yana beyin ile zihin arasındaki ilişki sezgisel olarak bilinir ve kabul edilirken, bu ilişkinin mahiyeti hakkında ölülerin gömülme tarzındaki özen dikkate alınınca yazılı tarih öncesinden itibaren ruhun bedenden ayrı bir töz olduğu inancının toplumlarda yaygın bir kabulleniş olarak kabul edildiğini görüyoruz. Descartes’ın “Düşünüyorum öyleyse varım / Cogito Ergo Sum” önermesiyle temellendirdiği bu anlayış gündelik yaşamda hâlâ birçok insan için geçerliliğini korumakta.

Zihin ve beyin/beden, bir başka deyişle ruh ve madde ikiliğinin arasındaki ilişki, varlığımıza dair önemli bir ontolojik problem olarak felsefenin en temel problemlerinden biri olagelmiştir. Bilimin bu alana yönelimi felsefeye göre çok daha geç başladı. Doğa bilimlerinin temel önermesi; doğanın nicel olarak belirlenebilen, ölçülebilen ve matematiksel ilişkilere dökülebilen özellikleri dünyaya ilişkin tek, kesin ve nesnel bilgiyi sağladığıdır. Neşe, güzellik, acı, hüzün, bir sanat eserinden veya manzaradan duyulan haz gibi bilince ait öznel yaşantılarımız nicel olarak ölçülemeyen niteliklerdir, bilimsel çalışmalarda güvenilir bir temel oluşturamadıkları için doğa  bilimlerinin çalışma alanı dışında kalmıştır.

Özetle gerek dinlerin ruh-beden ayrılığı üzerine kurdukları mitolojiler gerekse Descartes’la güçlenen Kartezyen bakış açısının dünyayı kavrayışımızdaki baskın etkileri ve doğa bilimlerinin araştırma yöntemlerini zorlayan yanlarıyla zihin-beden ayırımının (Kartezyen ikilik) yarattığı temel sorunlar 20. yy. sonlarına kadar doğa bilimcileri ve tıp doktorları tarafından bir anlamda görmezden gelindi. Aslında 20. yy. başlarında C. Sherrington, W. Penfield gibi nörobiyolojinin kurucu hocaları bilincin ortaya koyduğu zor problemin farkında olmalarına rağmen az ya da çok etkileşimci ikilikçi felsefi görüşün etkisi altında kabaca ruh gibi bir şeye inanma eğilimindeydiler. Aynı dönemlerde bilimsel kariyerine nöropatoloji doçenti olarak başlayan genç Sigmund Freud beyin işlevinin anlaşılmasıyla zihinsel yaşama özgü gizlerin aydınlanacağı kanısındaydı, ancak o da eldeki araçların beyni incelemeye yetecek kadar gelişkin olmadığını görünce, saf bir psikolojik yaklaşıma yöneldi.

Ancak bilincin, bir başka deyişle zihnin ya da ruhun doğa bilimleri yöntemleriyle anlaşılabileceği kabulü son otuz yılda beyin fonksiyonlarıyla ilgili ileri görüntüleme ve inceleme tekniklerinin gelişmesiyle birleşince nörobilim alanında çalışmalar çok arttı. Artık nörobilim alanında çalışan neredeyse hemen herkes zihin-beden ayrımına dayalı klasik ikiciliğin (Kartezyen düalizm) geçerli olmadığı, yani zihin ve bedenin, beyin ve bilincin-iki farklı töz olamayacağı konusunda hemfikir olmakla birlikte, bilinç filozof D. Chalmers’in geniş kabul gören deyişiyle “zor problem” olmaktan çıkabilmiş değil. Chalmers kendisiyle yapılan bir söyleşide “Bilinç üzerine araştırma yapmayı hem bu denli ilginç hem bir o kadar zor kılan şey ne?” sorusuna cevap verirken zor problemin birinci şahıs bakış açısıyla üçüncü şahıs bakış açısı arasındaki problemden kaynaklandığına işaret eder. Yani bilimin problemlere üçüncü şahıs bakış açısıyla bakarak çözüm ürettiğini oysa bilinç bilimin özünde birinci şahıs bakış açısını anlamaya çalışmak olduğunu açıklar. Özetle yarasa olmanın ne demek olduğunu bilemediğimiz gibi şu anki bakış açımız ve elimizdeki araştırma yöntemleriyle bir başka insanın ne hissettiğini, ne yaşantıladığını, dünyayı nasıl gördüğünü bilme şansımız yok.

Gene de Science dergisinin 2005 yılında araştırmacılar arasında yaptığı anket sonucunda, yanıtlanması bilim insanları ve toplum açısından hayati önem taşıyan 125 soru arasında “Bilincin biyolojik temelinde ne yatar?” sorusu “Evren neden oluşmuştur?” sorusunun ardından ikinci sırayı aldığını düşününce yalnızca zihin fonksiyonlarının değil, nörobilimin “zor problemi” bilincin de tüm bu zorluklara rağmen doğa bilimlerinin araştırma alanlarında hızla zirveye çıktığını görmek mümkün.

Einstein, “Zihnin yarattığı sorunları, o sorunları yaratan zihin düzleminde kalarak çözemeyiz” diyerek problemleri çözmek için kavrayış ve anlayış değişikliğini, bir anlamda kendi düşünce yapımızdaki paradigmalarımızı ve önyargılarımızı kırmak gerekliliğini hatırlatıyor bize. Onu doğrulamak istercesine “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” makalesiyle tanınan zihin felsefesinin yaşayan önemli isimlerinden Thomas Nagel, 1974’te yayımlanan o ünlü makalesinde bilinci anlamak için yeni bir teoriye ihtiyaç olduğuna işaret ediyordu. Nagel otuz sekiz yıl sonra 2012’de yayımladığı Zihin ve Evren kitabında, “Yarasa Olmak Nasıl Bir Şeydir?” makalesindeki tezini geçen zamanda elde edilen bilimsel veriler ışığında netleştiriyor, bilimin indirgemeci teorilerinin çözemediği “umutsuz vaka” bilinç sorununun anti-indirgemeci yeni düşünce modelleriyle nasıl araştırılacağının yollarını göstermeye çalışıyor.

Filozof ve robotik mühendis Manzotti'nin dediği gibi, “Belki de yapmamız gereken, bilincin dünyanın temsili olduğu fikrinin ötesine geçmektir. Belki bilinç gerçekliğin ta kendisidir. Veya belki en başta ima ettiğim gibi, bütün bu tartışmanın arkasında yatan özne-nesne ayırımını bir kenara bırakmamız gerekiyordur.”

Ne dersiniz belki de zihin felsefesinin sorularına yanıt buldukça Eagleman’ın dediği gibi beyinlerimizin içindeki yüz milyar nöronun birbirleriyle kurdukları trilyonlarca bağlantıdan oluşan sonsuz yoğunluktaki ağın içinde görmeyi belki de hiç beklemediğimiz bir şekilde kendimizi bulabileceğiz. 

İşte TTB Ali Özyurt Sanat Kültür ve Edebiyat Kolu olarak gerçekleştireceğimiz “Türk Tabipleri Birliği Ali Özyurt Zihin Felsefesi Sempozyumu”nda bu heyecan verici meseleyi bilinç ve özne gibi iki önemli konu üzerinden felsefeciler ve farklı alanlardan bilim insanlarıyla  tartışırken, yaşamı boyunca birlikte düşünme ve dayanışmanın heyecanını, sevincini dalga dalga büyüten sevgili meslektaşımız, yoldaşımız Ali Özyurt'u da anmak istedik.

***

TTB ALİ ÖZYURT ZİHİN SEMPOZYUMU

23 Mayıs 2021 Pazar

I. OTURUM - BİLİNÇ ve KOZMOS (ÇAĞDAŞ BİLİMDE BİLİNÇ PROBLEMİ)

Konuşmacı: Saffet Murat Tura

Saffet Murat Tura: Günümüz biliminde meydana gelen büyük gelişmelere rağmen tamamen fiziksel bir evrende öznel yaşantılarımızın, bilinç fenomenlerinin nasıl ortaya çıktıkları aydınlatılamayan en önemli problemlerden biri olma özelliğini koruyor. Geçen yüzyılın ilk yarısı Albert Einstein ve Niels Bohr arasında fizik ve fiziksel gerçekliğin ne olduğu konusunda sert ve derin bir felsefi tartışmaya tanık olmuştu. Konuşmada ‘bilincin nöral eşlenikleri’ (neuronal correlates of consciousness) konusundaki biyolojik çalışmalar ve kuantum mekaniği kaynaklı bazı teorik açıklama denemelerini kısaca özetledikten sonra bilinçle ilgili problemleri bir de bu tarihi tartışmanın ışığında ele almanın yararlı sonuçları olabileceğini düşünüyorum.

Moderatör: Erhan Demircioğlu

*

II. OTURUM - NÖROBİLİM ve FELSEFE BAKIŞ AÇISIYLA BİLİNÇ

Konuşmacılar: Tolga Esat Özkurt ve Necmi Buğdaycı

Tolga Esat Özkurt: “Le cerveau n’existe pas” Beyin, beyinlerin soyutlanmasından ibarettir. Bizde bir beyin izlenimi ve “fikri” vardır. Beynin “yokluğu” beyne karşılık düşen bir gerçekliğin (gerçeklik payının, ilintinin) olmadığı anlamına gelmez. Beyin fikri, bu gerçeklik payının evrimsel süreçte özel olarak şekillenmiş insan zihnindeki izdüşümüdür. Dolayısıyla nörobilim, ancak nesnesi beyin fikri olduğunda anlam bulur. Günümüzde “nörofelsefeciler” olarak tarif edilen düşünürlerin pek çoğu, empirik nörobilim çalışmalarının sonuçlarının çarpıtılması yoluyla ideolojik bir hegemoni kurmak suretiyle, dogmatik felsefi görüşlerinin desteklenmesi ve meşru kılınması girişimlerini bilerek ya da bilmeyerek ifa etmektedirler. Nörobilimlerin henüz immatür, yeterince olgunlaşmamış olması ve günümüzde güç kazanan kontrol toplumları bu suistimale olanak sağlamaktadır. Beynin asli ontolojik statüsünü ve zihinle olan ilişkisini eleştirel olarak ele almak ise nörobilimin gelişimine iki şekilde katkıda bulunabilir: i) Nörobilime bulaşmış ideolojik sızıntıları ve temelindeki yanlış varsayımları eleyebilir. ii) Kullanışlı ve verimli nörobilimsel teorilerin ortaya konulmasına yardımcı olabilir.

Necmi Buğdaycı: Genellikle, doğa bilimleri tarafından betimlenen fiziksel evrenin, insan zihninden bağımsız olarak var olan dış gerçekliğin kendisi olduğu varsayılır. Fiziğin, yaşadığımız evreni açıklamaktaki inanılmaz başarısı insanın evreni bilmesi ve bütün sırlarını açıklamasının önünde hiç bir engel olmadığını düşündürür. Ancak bilimin çerçevesinden düşünüldüğünde, insan da fizik yasalarının egemen olduğu bir evrende cansız maddeden başlayan ve milyarlarca yıl süren evrimsel sürecin sonunda meydana gelmiş bir varlıktır. Peki cansız maddenin çok kompleks bir şekilde örgütlenmiş halinden başka bir şey olmayan insan, nasıl olur da evrenin sırlarını keşfetme yeteneğiyle donanmış olabilir? Bu sorunun yanıtlanmasında, felsefeye başta nörobilim olmak üzere doğa bilimleri yol gösterebilir. Fizik, biyoloji ve nörobilimin verilerinden hareketle felsefi konumumu söyle özetleyebilirim: İnsan zihni, evrimsel süreçte içinde bulunduğu çevrenin bir temsilini oluşturma yeteneği kazanmıştır. Bu temsil, beyinde nöral devreler aracılığıyla bir dış dünya imgesinin inşa edilmesiyle sonuçlanır. Algılarımıızn bize sunduğu dünya gerçekliğin kendisi değil, beynin kendi diliyle ifade ettiği temsilidir. Kant’ın terimleriyle konuşursak, gerçekliğin kendisi “kendinde şey- numen”dir; İnsanın beyindeki temsil mekanizması sayesinde erişebildiği dış dünya imgesi ise “fenomen”dir. Nöral temsil mekanizması doğrudan bilme olanağımızın olmadığı dış gerçeklik ile öznel dünya algımız arasında bir arayüz işlevi görür. Bu arayüz başta memeliler olmak üzere birçok hayvan türünde ortaktır. Ancak evrenin yasalarını keşfedebilme yeteneği yalnızca insanda özgüdür. Homo Sapiens’in bu ayrıcalıklı yeteneği konusundaki varsayımım, nöral temsil mekanizmasının ara basamaklarına bilinçli olarak erişmesini sağlayan bir mutasyon geçirmiş olmasıdır.

Moderatör: Kaan Özkan

*

III. OTURUM - NÖROBİLİM ve PSİKANALİZ BAKIŞ AÇISINDAN ÖZNE

Konuşmacılar: Hakan Atalay ve Hakan Gürvit

Hakan Atalay: Bu konuşmada “özne” kavramına hem psikanaliz, hem de nörobilim, dolayısıyla “nöropsikanaliz” açısından bakmak istiyorum. Psikanalizin “özne”si “ben”dir (ego). “Ben” (ego) organizmanın iç ve dış dünyasıyla iletişimini kuran ve onun her iki dünyaya da uyumunu sağlayan işleyiştir (agency). Başka bir deyişle, “ben” (ego) hem fiziksel (bedensel, ekolojik, enformatif) ve kültürel dünyalar arasında tercüme işi görür, hem de “özne”nin işlevselliğini mümkün kılar ve denetler. Psikanalizin diğer “özne”si “kendilik”tir (self). Kendilik (self) “ben”i (ego) de kapsayan, organizmanın bütününü içeren, organizmayı diğerlerinden, “öteki”lerden ayırt etmemizi olası kılan kurgusal kavramdır. Gerek “ben” (ego), gerekse “kendilik” (self) “özne”nin “failliği” (agency) söz konusu olunca, tartışmalı hale gelirler. Psikanalitik terimlerle bir “ben”den (ego), “kendilik”ten (self) söz etmek kolaysa da, sinirbilimsel terimlerle “ben”i (ego) ve “kendilik”i (self) mümkün kılanın ne olduğu sorgulandığında bu kavramlar tartışmalı hale gelir. Çünkü ne psikanalitik olarak, ne de sinirbilimsel olarak bütünlüğü olan, bilinçli, eyleyici, bir “fail”den (agent) rahatlıkla söz edilebilir. Buradan da “özne”nin görünümleri olan beyin ve zihnin tek bir şeyin iki farklı boyutu olduğu, (bedeni de dahil ederek) bu ikiliyi “özne” adı altında birleştirenin belki de sadece kültür/dil olduğu sonucuna varabiliriz. Özetle, “özne” adını verdiğimiz kurgusal yapıyı mümkün kılan ya da gerektiren şey, toplumsal ilişkiler sırasında, yani, “içimizdeki çokluklar”ın diğer çokluklarla ilişkisi sırasında, nasıl biz karşımızda tek bir muhatap görmek istiyorsak, diğer faillerin de tek bir fail görmek istemesi, kültürel evrim sürecinin bireylere bu yeteneği kazandırmasıdır, diyebiliriz.

Hakan Gürvit: Antik Yunan’dan beri sorulan kadim “Neden hiçlik değil de bir şey var?” sorusunu Aydınlanma filozofu Gottfried Leibniz “Yeterli Neden İlkesi” ile cevapladı: “Başka türlü değil de öyle olması için yeterli bir neden olmaksızın hiçbir hakikat gerçek veya mevcut ve hiç bir ifade doğru olamaz.” Leibniz bu ilkeyle tarihte sonsuza kadar geriye gidilemeyeceği için Evren’in başlangıcında bir pozitif nedensellik olması gerektiğini ileri sürüp Tanrı'nın varlığını kanıtlıyordu. Bu ilke yine Antikite'den beri geçerli ifade "ex nihilo nihil fit" (hiçbir şey hiçlikten belirmez). Evrenin mitik başlangıcında hiçlik olduğuna göre bu hiçlik durumunda "bir şey" olarak Evren'in zuhur edebilmesi (hiçten varolabilmesi) için bir pozitif nedensellik (“provisional causality”) zorunludur: Tanrısal “creatio ex nihilo”. Antik Çağ'dan miras kalan pozitif nedensellik ile birlikte insanın merkezinde durduğu (antroposantrik) "Tam", küresel evren anlayışının varyasyonları çağdaş bilimde de (fizik, biyoloji, psikoloji, ekonomi) psödo-seküler kisvelerde karşımıza çıkmaktadır: mekanistik-indirgemeci materyalist nörobilim, teleolojik evrim anlayışı, öz-bilinçliliğe sahip benlik ("self"), toplumsal ilişkileri düzenleyen piyasanın gizli eli, vb. Yoksunluk, eksiklik, hiçlik kökenli negatif nedensellikler ("privative causality") mümkün mü? Gerçekten materyalist bir "creatio ex nihilo" tezahürcülük ("emergentism") tasavvur edilebilir mi? Fenomenler, antiteler yoksun olmaları nedeniyle içlerinden yeni şeyler zuhur ettiriyorlarsa onlar eksik, "Tam-Değil", "Tam-Olmayan"lardır. Antroposantrik evren anlayışının Kopernik ile başlayan ilerleyici desantralizasyonu Marx ile birlikte insan topluluklarının bütüncül değil, mülk sahibi olanlar ve olmayanlar olarak sınıflara yarılmış şekilde "Tam-Olmayan", Freud ile birlikte insan bireylerinin bedeninin sahibi bütüncül bireyler değil de bilinçdışı ve bilinç olarak yarılmış özneler olarak "Tam-Olmayan" olduğu ortaya kondu. Lacan insan özneliğini bir varlıkta eksiklik ("manque a être"), "Tam" olan erkek cinsiyetlenmesi karşısında kadın cinsiyetlenmesini "Tam-Olmayan" olarak kavramlaştırır. Nörobilimin ortaya çıkardığı sapient bilinç hiç de zihnin merkezinde konumlanmış gibi görünmüyor. İnsan beyninin bilgi işlemesinde hiç de zorunlu bir durak değil. Nörobilimci David Linden insan beynini acemice bir araya getirilmiş parçalardan oluşmuş bir donanım (“kludge”) olarak görüyor. Cecilia Heyes bilince bir zihinsel avadanlık (“gadget”) rolü yakıştırıyor. Yoksunluk nedenselliği ve "Tam-Olmayan" kavramları çağdaş felsefede örneğin Adrian Johnston tarafından "zayıf Doğa" kavramıyla, çağdaş bilimde örneğin Terrence Deacon tarafından "yokçuluk" ("absentialism") ve "eksik Doğa" kavramlarıyla tartışılıyor. Alain Badiou ve Slavoj Žižek gibi filozoflar hegemonik toplumsal ilişkileri yeniden üreten "Tam" düşüncesi karşısında "Tam-Olmayan"da radikal kurtuluşçu politik hareketlerin temel itkisini görüyorlar."

Moderatör: Güven Güzeldere

*

IV. OTURUM - İDEALİZM ve ÖZNE

Konuşmacı: Mehmet B. Albayrak

Mehmet B. Albayrak: Köhnemiş gibi duran ve hatta çağdaş bilim söz konusunda olduğunda tabu olan idealizm kavramından bugün söz etmenin bir anlamı var mı? Her şeyden önce bilinç ve özne söz konusu olduğunda bugün idealizm ne anlama gelir? Özellikle bilişsel bilimler ve nörobilimdeki gelişmelere paralel olarak bugün idealist düşünce bir şeyler söyleyebilir mi? Bu sunumda, doğru tanımlandığı ölçüde idealizmin materyalizmin bir karşıtı olmadığını, aynı ölçüde materyalizmin de idealizmin karşıtı olmak zorunda olmadığını öne süreceğim. Buradan yola çıkarak, en azından başlangıç noktası olarak insanmerkezci olmayan bir özne anlayışını temel alarak, bilinç kavramını farklı bir açıdan yeniden düşünebileceğimizi tartışmak istiyorum.

Moderatör: Mustafa Ülker

***

ÖZGEÇMİŞLER

Saffet Murat Tura: 1980 yılında Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra 1986 yılında İstanbul Tıp Fakültesi’nde Psikiyatri ihtisasını tamamladı. 1993 yılında İmago Psikoterapi Merkezi’ni kurdu. Zihin Felsefesi, Bilinç Nörobiyolojisi ve Psikanaliz konularında kitapları, makaleleri ve çevirileri yayımlandı.

Erhan Demircioğlu: Lisans eğitimini İstanbul Teknik Üniversitesi İşletme Mühendisliği Bölümü’nde (2001), yüksek lisans eğitimini ise Boğaziçi Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde (2005) tamamladı. Doktora derecesini Pittsburgh Üniversitesi Felsefe Bölümü’nden (2011) "At the Gates of Consciousness: Physicalism and Phenomenal Concepts" teziyle aldı. Doktora tez danışmanı Anil Gupta iken komite üyeleri arasında John McDowell ve Robert Brandom bulunmaktaydı. 2013-2015 yılları arasında Orta Doğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim üyeliği yaptıktan sonra 2015 yılında, halen görev yaptığı Koç Üniversitesi Felsefe Bölümü’ne geçmiştir. Zihin felsefesi, epistemoloji ve dil felsefesi alanlarında çok sayıda yayını mevcuttur. Makaleleri, Philosophical Studies, Minds and Machines, Synthese, Acta Analytica, Theoria ve Philosophia gibi uluslararası saygınlığa sahip dergilerde yayımlanmıştır.

Tolga Esat Özkurt: 2009’da ABD’de Pittsburgh Üniversitesi’nde biyomedikal sinyal işleme alanında doktorasını tamamladıktan sonra, Almanya’da Düsseldorf’da Heinrich Heine Üniversitesi’nde klinik nörobilim alanında Parkinson bozukluğuna yönelik olarak doktora sonrası araştırmacı olarak üç sene kadar çalıştı. 2019’da yedinci yıl izninde bir seneliğine Londra’da UCL Wellcome Trust Centre for Neuroimaging isimli nörogörüntüleme merkezinde onursal araştırmacı olarak çalıştı. 2012’den beri ODTÜ Enformatik Enstitüsü’nde öğretim üyesi olup, ağırlıklı olarak bellek-dikkat süreçlerine ilişkin beyin sinyalleri alımı ve analizine dair olan araştırmalarını sürdüregelmiştir.

Necmi Buğdaycı: Lisans eğitimini 1988 yılında ODTÜ Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nde tamamladı. Yüksek lisansı Kuantum kuramının felsefi sonuçları konulu teziyle felsefe alanında, doktora çalışmasını ise Fizik alanında genel görelilik kuramı üzerine yaptı. Çalışmalarının ana eksenini Mikro-evrende gerçeklik sorunu ve fiziksel kavramların nörolojik kökenleri oluşturmaktadır.

Kaan Özkan: İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’ni (1999), ardından Kocaeli Üniversitesi Felsefe Bölümü Yüksek Lisans Programı’nı bitirdi (2002). Maltepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı (2005-2010). Bu arada Ankara Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde başladığı doktora programıyla çalışmalarını fenomenolojiye ve zihin-beden problemine kaydırdı. 2012’de “Maurice Merlaeu-Ponty’de Bedensel Özne Anlayışı” başlıklı çalışmasıyla doktora derecesini aldı. 2013’ten itibaren Çapa Tıp Fakültesi İleri Nörolojik Bilimler Doktora Programı’nda Özel Öğrenci olarak dersler aldı. 2016-2017 yılları arasında ise TÜBİTAK’tan aldığı Doktora Sonrası Araştırma Bursu’yla çalışmalarını İngiltere’de, Sheffield Üniversitesi Felsefe Bölümü’nde sürdürdü. Başlıca ilgi alanları arasında fenomenoloji, algı felsefesi, zihin-beden problemi ve nörofelsefe yer alan Kaan Özkan, Phainomena adlı derginin genel yayın yönetmeni ve Alfa Yayınları felsefe dizisi sorumlu editörüdür.

Hakan Atalay: Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu. Psikiyatri ihtisasını 1991’de Bakırköy Mazhar Osman Ruh ve Sinir Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde bitirdi. Çeşitli özel ve kamu hastanelerinde çalıştıktan sonra, 2005-2016 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde, Eylül 2016-Eylül 2018 yılları arasına Okan Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde çalıştı. Eylül 2018’den bu yana yine Yeditepe Üniversitesi’nde, klinisyen ve öğretim üyesi olarak çalışıyor. Tıp Fakültesi’nde, psikoloji yüksek lisans programında ders veriyor. Üniversite çalışanlarına, akademisyenlere ve öğrencilere hizmet veren Yeditepe Üniversitesi Psikoterapi ve Eğitim Merkezi’ni (YUPEM) kurdu ve halen koordinatörü. Klinik çalışmaları, eğitim faaliyetleri ve konferansları dışında, psikodinamik psikoterapiler (uygulama ve kuram olarak) ve nöropsikanaliz (nörobilim ve psikanalizin kesişme alanları) gibi ilgisini çeken alanlarda çalışıyor. Şizofrengi, Denizyıldızı, Başka, Psikeart gibi dergilere yazdı. 7 çeviri kitabı var.

  • Belleğini Yitiren Toplum: Adler’den Laing’e Konformist Psikolojinin Eleştirisi. (Jacoby R.) 184 sayfa. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 1996.
  • Psikopatoloji. (Freud S). 340 sayfa. Payel Yayınevi, İstanbul, 1999.
  • Freud Savaşları. (Forrester J). 303 sayfa. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2000.
  • Kurtlarla Koşan Kadınlar: Vahşi Kadın Arketipine Dair Mit ve Öyküler. (Pinkola-Estes C). 558 sayfa. Ayrıntı Yayınları, İstanbul, 2003, (7. Baskı 2013).
  • Dinamik Psikiyatri: Kuramı ve Uygulaması. (Wallace ER). 449 sayfa. Okuyanus Yayınları, İstanbul, 2008. (2. Baskı 2013)
  • Uzun Süreli Psikodinamik Psikoterapi: A Basic Text. (Gabbard GO). 217 sayfa. Türkiye Psikiyatri Derneği Yayını. Ankara 2011
  • Beyin ve İç Dünya – Öznel Deneyimin Sinirbilimine Giriş. (Solms M, Turnbull O). 295 sayfa. Metis Yayınları, İstanbul 2013

 

İ. Hakan Gürvit: 1983 yılında İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Mecburi hizmetini izleyerek 1986-1991 tarihleri arasında aynı fakültenin Nöroloji Anabilim Dalı’nda nöroloji uzmanlık eğitimini tamamladı. Bu sürenin sonunda bir süre Boston, ABD’de Dr. Marsel Mesulam’ın yanında davranış nörolojisi eğitimi aldı. 1992 yılında uzmanlık eğitimi aldığı bölümde başasistan oldu. Başlangıçtan beri çalışmaları davranış nörolojisi ve bir süre sonra hareket bozukluklarında yoğunlaştı. Anabilim dalında Davranış Nörolojisi ve Hareket Bozuklukları Birimi’nin kuruluşunda bulundu. 1997 yılı sonunda doçent, 2009 yılında profesör oldu. 2013 Mayıs'ında, 2019 Mayıs'ına kadar sürdüreceği bölümün anabilim dalı başkanlığı görevine getirildi. Alzheimer Derneği, Beyin Araştırmaları Derneği, Nöropsikoloji Derneği gibi derneklerde başkanlık ve yönetim kurulu üyeliği, üç dönem İstanbul Tabip Odası Onur Kurulu üyeliğinde bulundu. 14 Mart 1997'de Türk Tabipleri Birliği Onur Ödülü'nü aldı.

Güven Güzeldere: Bilişsel bilimci ve zihin ve bilim felsefecisidir. Lisans eğitimini Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği, yüksek lisans derecelerini Indiana Üniversitesi Bilgisayar Bilimi ve Felsefe bölümlerinde tamamladı. Doktorasını Stanford Üniversitesi'nde Felsefe ve Sembolik Sistemler alanında yaparken, XEROX Palo Alto Araştırma Merkezi'nin Akıllı Sistemler laboratuvarında araştırmacı olarak çalıştı. 1997’den bu yana önce Duke, ardından Harvard üniversitelerinde Felsefe, Psikoloji, ve Bilişsel Nörobilim alanlarında öğretim üyesi olarak görev yaptı; ziyaretçi öğretim üyesi olarak Boğaziçi ve Viyana üniversitelerinde ders verdi. Bilişsel bilimler, nörobilim, yapay zekâ ve felsefe alanlarında yayımlanmış pek çok makalesi ve derlenmiş kitapları var. Halen, insanlar ve hayvanlarda bilinç sorunu ve Yapay Zekâ'nın tarihçesi konularında üzerine iki kitap üzerinde çalışmakta. 2012'den bu yana Açık Radyo'da Açık Bilinç başlıklı haftalık bir popüler bilim ve felsefe programı hazırlayıp sunuyor.

Mehmet B. Albayrak: Boğaziçi Üniversitesi ve Tübingen Üniversitesi'nin psikolojik danışmanlık ve felsefe bölümlerinden mezun oldu. Alman İdealizmi ve özellikle Erken Dönem Alman Romantizminde özne ve bilinç konularıyla ilgileniyor. Schelling, Novalis, Hölderlin gibi yazarlardan çevirileri bulunuyor.

Mustafa Ülker: Bursa doğumlu. 1999'da Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ni, 2004 yılında Nöroloji ihtisasını tamamladı. O tarihten bu yana çeşitli eğitim hastanelerinde nörolog olarak çalıştı ve halen çalışmaya devam etmektedir. Mesleki pratiği dışında ağırlıklı olarak teorik beyin bilimleri, zihin felsefesi, biyoloji felsefesi ve fizik bilimi ile ilgili okumalar ve düşünme faaliyetleri ana uğraş alanıdır. Özellikle felsefe, zihin felsefesi ve sinema ile ilgili, üniversite yıllarından bu yana bulunduğu kurumlarda çeşitli seminerler düzenlemiş ve bazı dergilerde makale ve kitap eleştiri yazıları yayımlanmıştır. 2020 yılında yayımlanan güncel felsefi tartışmalara değinilen bir kitabı bulunmaktadır.