SONUÇ
Bu çalışma uzun
süreli açlık sonrasında ortaya çıkan nörolojik ve sistemik yakınma ve bulgular için,
bu zamana kadar bilinenlere yeni yorum ve katkılar sunmuştur.
Uzun süreli açlık
organizmada ağır yıkımlara yol açmaktadır. Açlık sürecinde ortaya çıkan
yakınmalar ve vücudun cevabı değerlendirildiğinde:
· Kusmalar en belli başlı
yakınmadır ve grevcileri yatağa bağımlı hale getirmektedir. Ancak bazılarında
ağır kusmalar olmasına rağmen, bazılarında niçin gelişmediğinin açıklaması
tarafımızdan yapılamamıştır.
· Duysal yakınmalar da
açlık süresince ön plandadır.
· Sürekli kusmaları
takiben olan ölümler, altmışlı günler aşıldığında meydana gelmektedir. Hem
ölümler hem de kalıcı zararlanmanın gelişimi açısından açlıkta 60 günün aşılması kritiktir.
· % 30 ağırlık
kaybı morbidite ve mortalite açısından kritik, % 25’in altı kayıplar ise zararsız görünmektedir.
· Uzun süreli açlıkta
erkekler mortalite ve morbiditeye daha yatkındır.
Uzun süreli açlık
sonrasında ilk dönemde olduğu gibi kronik dönemde de belirleyici olan bulgu WA/WKS’dir.
Diğer duysal yakınmalar yeterli vitamin verilmesi ve uygun yeniden beslenme ile hızla düzelmektedir.
Alkolik bir seri olmayan hastalarımız literatürde varolan alkolik WA/WKS serileriyle
karşılaştırıldığında:
· Bütünüyle dışarıdan
tiamin alımının kısıtlandığı hastalarımızda açlığın altmışlı günleri vücutta varolan tiamin depolarının tükenmesi
ve WA ile uyumlu yakınmaların başlaması için
belirleyicidir.
· Açlığın
sonlandırılmasında kısa süreli de olsa tiamin eklenmemiş glikoz yüklemesinin yapılması
durumunda varolan WA yakınmalarının yaklaşık % 100 oranında arttığı
saptanmıştır. Açlığın sonlandırılmasında bu uygulamadan kesinlikle kaçınılmalıdır.
· Alkolik olmayan
hastalarımızda, alkolik WA serileri ile benzer başlangıç klinik tablosu gözlenmiştir. Ancak bizim serimizde bilinç
değişiklikleri çok daha az oranda mevcuttur.
WA/WKS klinik
seyrinde alkolik serilerden farklılıklar olduğu gözlenmiştir. Genel seyir benzemekle
birlikte bu farklıkları özetlersek:
· Okuler bulgularda;
oftalmoparezinin tamamen düzeleceği belirtilse de hastalarımızda % 28 oranında
kalıcı olduğu, nistagmusdan iyileşme oranının benzer olmasına rağmen rezidüel olarak daha belirgin kalma eğilimi
gösterdiği söylenebilir.
· Serebellar bulguların
alkolik serilerden daha yavaş iyileşmesinin yanısıra, beşinci aydan itibaren progresyonların olması
dikkat çekicidir.
· Hastalarımızın bir
kısmında temelde ekstremite ataksisinde ve az sayıdaki hastada serebellar-akinetik tablo biçiminde olan bu progresyon literatürde
bildirilmemiştir.
· KS’li hastalarımızdaki
amnezinin seyri literatürle uyumlu olmakla birlikte
nöropsikiyatrik gösterimler çok çeşitli ve yoğun olarak ortaya
çıkmıştır.
· Serebellar
bulgulardaki progresyon ile yoğun nöropsikiyatrik gösteriler gözönüne alınırsa alkolik olmayan hastalarımızda
sendrom daha ağır seyretmiştir. Bu nedenle hastalarımızdaki santral sinir sistemi
hasarının alkoliklerden daha yagın olabileceği düşünülmüştür.
WA/WKS hastalarının
nöropsikolojik değerlendirmesinde:
· WA’lı hastalarda nöropsikolojik
testlerin tümü normal sınırlarda değerlendirilmiştir.
· WKS’li hastalarda,
sendrom için karekteristik olan bellek süreçlerinde (öğrenme ve hatırlama) çok
belirgin etkilenmenin yanısıra, dikkat ve sözel akıcılıkta azalma ve enterferansa
yatkınlık saptanmıştır.
· KS’li hastalar
için ilk dönem ve birinci yıl sonunda yapılan testlerde istatiksel olarak anlamlı bir farklılık bulunmamıştır.
WA/WKS
hastalarında yapılan kranyal MRG incelemelerinde:
· Subakut dönemde yapılan
proton dansiteli ve T2 ağırlıklı incelemelerde literatürle uyumlu olarak 3. ventrikül çevresinde ve
medial talamik bölgede Hİ’ler saptanmıştır.
· Yine aynı dönemde
yapılan incelemelerin çok azında mamiller cisim, 3. ventrikül çevresi ile korpora
kuadrigeminada kontrast madde tutulumu saptanmıştır. Bu durumun kontrast maddenin
hastalarımıza geç dönemde verilmesine bağlı olabileceği düşünülmüştür.
· Alkolik olmayan
hastalarımızda serebellar atrofinin yüksek oranda gözlenmesi, serebellar patolojinin gelişiminde alkolün
toksik etkilerinden çok tiamin eksikliğinin olduğunu
destekleyici bulgudur.
· Çeşitli dönemlerde
yapılan incelemelerin hem literatür hem de klinik bulgularla uyumlu olduğu gözlenmiştir.
Oftalmik, olfaktor
ve vestibuler-akustik bulguların seyrinde:
· Başlangıçta olan ağır
ambliyopinin çok hızlı ve tamamen düzeldiği gözlenmiştir.
· Ambliyopinin
etiyolojisinde B vitaminlerinin eksikliğinin olduğu düşünülmüştür.
· Uzun açlık
sonrasında gece körlüğü ve kseroftalminin de geliştiği ancak hızla düzeldiği gözlenmiştir.
· Klinik bulguların düzeldiği
dönemde yapılan incelemeler, bu hastalarda elektrofizyolojik olarak tam düzelmenin daha
uzun sürede olacağını göstermiştir.
· Olfaktor yakınmalar
kısa sürede tamamen düzelmiştir.
· Hastaların çok azında
tinnitus ve vertigo yakınmaları kalıcı olmuştur.
· Sensorinöral işitme
kaybını düşündüren bulgularımız olsa da yapılan
nörootolojik incelemeler ile yeterli dokümantasyon yapılamamıştır.
EEG
incelemelerinde:
· WA’da en fazla
bildirilen patolojik EEG bulgusu olan yaygın yavaş aktivite hastalarımızda da
saptanmıştır. Bir yıllık süre içinde varolan patolojik EEG bulgularında, klinik
bulgularla az çok paralel olan bir düzelme gözlenmiştir.
· İlk incelemelerde
(akut-subakut dönem) hastaların yaklaşık % 30’unda saptanan patolojik bulgular
klinik tabloyu birebir yansıtmamaktadır. Aynı şekilde başlangıç EEG bulguları ve
birinci yıl klinik bulgular karşılaştırıldığında prognozu belirleme açısından
da anlamlı bir ilişki kurulamamıştır.
EMG ve EP
incelemelerinde:
· Hızla geri dönen
kas atrofisi, kas zaafı ve motor NCV çalışmalarından elde edilen düşük
amplitüdlü CMAP’lar; hastalarımızda en belirgin nöromuskuler tutulumun kaslarda
olduğunu göstermektedir.
· Periferik sinirler
için hafif fonksiyonel tutulumun varlığını gösteren bulgular mevcuttur.
· Ayrıca santral sinir
sistemi inen motor (belki de çıkan duysal) yolları hafifçe tutulmuş olarak
değerlendirilmiştir.
Yeniden beslenme ve
metabolizmanın cevabı değerlendirildiğinde:
· Hastalarımızdakine
benzer uzun süreli açlık sonrasında gelişen ağır malnütrisyonun düzeltilmesinde
oligopeptid diyet kullanılmalıdır.
· Başlangıçtaki
adaptasyon süresinde hastalar periferik kısmi TPN ile desteklenmelidir.
· Villöz atrofinin
tamamen düzelmesi için oligopeptid diyete 6 hafta-2 ay süreyle devam edilmelidir.
Kardiyolojik
bulgular değerlendirildiğinde ise yapılan kardiyoloji konsültasyonu, kan basıncı ve
nabız takipleri ve TTE incelemesinde:
· Hastalarımızdaki
ağır PEM’den, tüm vücut kaslarındaki yıkımın yanısıra kalp de önemli
ölçüde etkilenmiştir.
· Tiamin eksikliğinde
görülen klasik beriberi tablosu gelişmediği gibi kalbin fonksiyonlarının da halen
korunmuş olduğu söylenebilir.
· Hastalarda saptanan
postural hipotansiyon, bradikardi ve hipotansiyon ise tiamin eksikliğinin sempatik sinir
sistemi üzerindeki geri dönüşümlü hasarına bağlı gelişmiştir.
Nekropsi
bulgularında; makroskopik görünümler, organların tartı ve ölçümleri ile
histopatolojik bulgular değerlendirildiğinde:
· Ağır kaşektik görünümlü
olgularda, akciğerlerde ödem ve kanama, karaciğerde
yağlanma, sindirim sisteminde yaygın mukozal atrofi saptanmıştır.
· Organların tartı ve
ölçümlerinde beyin dışındaki organların ağırlığında azalma belirgindir. Sadece
akciğerlerde ödem ve pnömonik infiltrasyona bağlı ağırlık artışı mevcuttur.
· Histopatolojik değerlendirmeler
preparatların yetersizliği nedeniyle kısıtlı yapılabilmiştir. Ancak makroskopik ve
mikroskopik bulgular sonucunda lobüler pnömoni birincil ölüm nedeni olarak belirlenmiştir.
Bir olguda görülen beyin sapındaki periventriküler
intraparankimal kanama ve diğer değişikliklerin akut WA ile uyumlu olduğu ve bu
olgunun ölümünde WA’nın rolünün olabileceği düşünülmüştür. |