Ana Sayfa | Eski Sayılar

TTB 50. BÜYÜK KONGRESİ ÖNÜMÜZDEKİ
20 YILI MERCEK ALTINA ALDI


Sevgili arkadaşlar;
Bir konuda birkaç söz söyleyerek "ortam" değerlendirmesini bitireceğim.
Geçtiğimiz 9 ay hepimiz için üzücü, yorucu bir süreç yaşadık, yaşıyoruz. Açlık grevleri (Israrla ölüm orucu diyemiyorum). TTB örgütü olarak üstümüze düşeni yapmaya çabaladık. Eleştirildik. İlk aylarda zorla besleme tartışması, son zamanlarda ardarda mahkemelerle yoğunlaştık. Hekimlik meslek etiği kurallarını hiç unutmadan onurlu bir hizmet yürüttük. Ama ölümler/sakatlıkları engellemek elimizde değildi, uyardık, başaramadık. Yapabildiğimiz insanların onurlarını ayakta tutmaktı. Sessizliğimiz başkalarının yaptıklarına utanmaktandı. Kimi yerde zincirleri çözdüremedik; kimi yerde hekimliğimize müdahaleye yeterince ses çıkaramadık (müsteşar genelgesi) ama açlık grevcilerinin onurunu hep önemsedik, onların yaşaması için olağanüstü çaba gösterdik. Çabanın yetmediğini biliyoruz, izolasyonu aşmak için; sağlam alınıp, sakat serbest bırakılanlar için onların sağlık hakkı, güvencesi için daha çok ses çıkarmalıyız. Bir hekim örgütüne tüm baskılara karşın bu yakışır. Bize benzer tüm kuruluşların en önemli gündem maddeleridir cezaevleri/sağlık konusu (DTB, AB hekimler Daimi Komitesi gibi). O yoğun siste yüreğinizin derinliğiyle topluma ışık tuttunuz, hepinize teşekkürler. Şimdi yine birlikte ışığı açık tutalım.
Değerli meslektaşlarım;
Önemli bir bunalımın gölgesinde yapıyoruz Büyük Kongremizi. Bu anlattıklarımız, bu olumsuzluklar elbette bir kader değil.
Artık insani gelişim, herkes için eşitlik ve insan haklarını da içeren yoksullukla mücadeleyi hedefleri içine alan sağlık alanında yalnızca üreten değil, değiştiren de olmak durumundayız. Biz hekimler; sağlık politikaları, stratejileri, standartları geliştirmekte başrolde olmalıyız. Bunun için biz de araştırma yapmalı, bilgileri oluşturmalı ve paylaşmalıyız.
Aslında hep birlikte bir "liderliğe" adamalıyız kendimizi. Bu çağrıştırdığı anlamda "kişisel bir liderlik" değildir. Bu stratejik düşünebilen, hızlı karar verebilen, yaratıcı, keşiflere, yeniliklere açık, kendine güvenli, tüm bu kavramları içselleştiren, bunlarla bir örgütsel kültür yaratan bir organizmanın liderliğidir.
Bu liderlik; ülkemizin sağlığına teknik anlamda, etik anlamda, politik anlamda katkıda bulunmak içindir.
Bu liderlik, çalışma arkadaşlarımız olan diğer sağlık çalışanlarıyla birarada yapılan liderliktir.
Bu liderlik sağlık için, eşitlik için, özgürlük için, yeni bir enerji gerekiyor demektir.
Bu liderlik önünde engeller vardır ve bu liderlik ancak siyasal kararlılığı kışkırtarak başarılı olabilecektir.
Bu liderlik 10 yıl öncekinden farklıdır. Çünkü son on yıl içinde verilen sözlerin yerine getirilmesi daha güçleşmiştir, dolayısıyla bugün çağrı yaptığımız önderlik belli kurumla sınırlı değil, ülkemizde sağlık davasını kendi davası sayan herkesin katılımını gerektiren bir liderliktir.
Bu liderlik çok çalışmayı gerektiriyor. Ama arkadaşlar; seçme şansımız yok. Çünkü gelecek bizim bugün yaptıklarımızla şekillenecektir.
Bugün, özlediğimiz değişiklikleri yapabilmek için ummadığımız bir olanak var. Bu olanağı kullanalım. Tüm insanların nitelikli sağlık hizmeti alabilmesi için özlük haklarımızın iyileştirilmesi için, kendimiz için, çocuklarımız için adanmış, ısrarcı, sürekli bir çabaya gerek var. Eğer hızlı çalışırsak inanın bugünün umutları yarının gerçekleri olur.
Korku çıkmaz karşına
Düşlerin yüceyse, gövdeni ve ruhunu
İnce bir heyecan sarmışsa eğer...
Gözümüz kendimizden başkasının durumunu görmeyecek kadar kararmış, ruhumuz başkalarını düşünemeyecek kadar yıpranmış, vicdanımız incinmeyecek kadar körelmiş değil. Biz hekimiz, vicdanlı ve heyecanlıyız.
ŞİMDİ HERŞEY DOLUDİZGİN VE ÇOĞUL,
ŞİMDİ HERŞEY KESİNTİSİZ
ŞİMDİ HERŞEY YENİDEN."

KONGRE'DE 2. GÜN
TTB 50. Büyük Kongresinin ikinci gününde "2000-2020 Sürecinde Nasıl Bir Dünya, Türkiye, Sağlık, Tıp Ortamı Öngörülebilir, Oluşturulabilir? " başlıklı bir etkinlik düzenlendi. Sunuların kitaplaştırılmasının planlandığı ve izleyenlerin hemen tamamının olumlu bir değerlendirme ilettikleri toplantıda, yapılan konuşmalar özetle şöyle:

Dünyada Olası Genel Eğilimler
(ekonomik, ideolojik, sosyal, siyasal)
Ergin YILDIZOĞLU, Yazar
Geçtiğimiz 20 yılda piyasaların açılmasına, teknolojinin kullanımına baktığımızda sermayenin zamanı ve mekanı daha verimli kullanma, denetim altına alma sürecinde küresel çapta bir hızlanma olduğunu görüyoruz. Bunun yolunu açan kapitalist sınıf ve tabakalar ekonomik, siyasi, ideolojik olarak güçlendiler, lider, başat konuma yükseldiler. Bu dinamik, ülkeler bazında imparatorluklar düzeyine ulaştı.
Küreselleşme mali piyasalara, küresel kredi sisteminin ve hacmindeki ani büyümenin ve mali araçlardaki aniden artan karmaşıklaşmanın irdelenmesi olarak yansıyor. Bu süreç 1970'lerde başlıyor. Gelişmekte olan ülkelerde 1985-1994 arasında 50 yeni borsa açıldı ve kapitalizasyonları 10 kat arttı. Ancak, toplumun içinde bir azınlık sayısal olarak küçülmeye devam ederken ekonomik gelişmenin nimetlerinden faydalanarak zenginleşiyordu. Nimetleri üreten çoğunluk ise yoksullaşıyor, dışlanıyor, kızgınlığı giderek artıyordu.
Bugün artık sorumuz şu: Küreselleşme sürecinin fiilen dağılmasına, her türlü felaket senaryosu harekete geçirmeye başlamasına ne kadar yakınız? 2000 yılı bu anlamda dünya çapında yürüyüşler, grevler açısından zengindi. Ekonomik alanda ise teknolojik devrimin borsadaki izdüşümlerinde hisse senetlerinde %50'ye varan gerilemeler yaşandı. Siyasal boyutta ise ABD'nin soğuk savaş sonrası kurulan de facto rakipsizliğinin Avrupa ülkeleri boyutunda kabul edilememesi, tek kutuplu dünyanın ABD istekleri doğrultusunda gelişmesinin olanaksızlığını ortaya koydu. Şimdi ABD ekonomisi yavaşlarken, bu yavaşlama küreselleşme, yeni teknolojiler gibi "bağlayıcılar" yüzünden hızla yaygınlaşı-yor, "bulaşıcılık kazanıyor". ABD kaynaklı "yeni ekonomi"nin yarattığı sorunlar (örneğin telekomünikasyon sektöründeki aşırı kapasite sorunu gibi) şimdilik kalıcı bir trend oluşturuyor. Bu kalıcılık kazanmaya başlayan trend, dünyanın geri kalanının ABD önderliğinde yaşanan küreselleşme biçimlerine bağımlılığını ve de tepkilerini arttırı-yor.
Küreselleşmenin gelir dağılımı üzerindeki olumsuz etkileri, bilgisayar teknolojisinin yayılmasına paralel oluşan ülkeler, bölgeler, sınıflar arasındaki "dijital uçurum" küreselleşmeye karşı tepkilerin doğmasına ve güçlenmesine neden oldu. Ekonomik büyüme bu sorunları gizlerken yavaşlama şimdi bunları büyütüyor.
Durumu daha da tehlikeli hale getiren şu: ABD yönetimi, tam da ekonomik ve siyasi temelinin aşınmaya başladığı bir noktada küresel arenada çok daha atak bir tutum içine giri-yor. Acaba, "hegemonik ulus, sonunda, küresel yayılması mali ve siyasi kapasitelerini aşınca üstünlüğünü kaybeder" tezi ABD için mi gerçekleşmeye başlıyor? Ama tarih bir şey daha gösteriyor, böyle dönüm noktaları, insanlık açısından büyük altüst oluşlara yol açıyor; yerel ve genel savaşlar, yoksulluk, göçler artıyor, siyasi yapılar dağılıyor, devletler kuruluyor, devletler yıkılıyor, ülkeler parçalanıyor, yenileri oluşuyor, Toz duman yeniden yatışmağa başladığında da, geride çapı, insanlığın ulaştığı teknolojik tahrip gücüyle orantılı olarak büyüyen bir enkaz ve felaketler yığını kalı-yor.

Türkiye'de Olası Genel Eğilimler
(ekonomik, ideolojik, sosyal, siyasal)
Mustafa SÖNMEZ, Araştırmacı
Hepimiz, gelecekle ilgili öngörülerimiz sorulduğunda şu soruya takılıp kalıyoruz: "Türkiye kendi geleceğini planlayabiliyor mu?" Bundan önceki soru da Türkiye'nin bugününü ne kadar planlayabildiğidir. Böyle bir yetki ve yeteneği var mıdır? Yanıt IMF'ye verilen 18. niyet mektubudur. 2003'e kadar -uygulanabilirliği tartışmalı- bir yol haritasıdır bu. Buna göre borcu borçla kapama programı ve bunun içinde toplumun olağanüstü bir sıkıntıya katlanması öngörülüyor. Bütçede, aralarında sağlığın da olduğu sosyal harcamaların, eğitim harcamalarının, tüm kamusal hizmet harcamalarının, kamu yatırımlarının azalması, tarıma sübvansiyonu içeren transfer harcamalarının azalması demektir bu.
Türkiye'nin yakın geleceğini iç borç yükümlülükleri belirleyecek görünüyor. Borç yükü artması beklenen Türkiye daha da yoksullaşacak. Yani Türkiye çok sıkı bir kemer sıkma politikası ile hem yoksullaşacak hem de borç yükü azalmamış, tersine artmış ve aynı bela ile 2003'ten itibaren de uğraşan bir ülke olmaktan kurtulamayacak. Sonuçta, 10 yıllık dönemde, sırttaki borç yükü temel belirleyici olarak durmaktadır.
İki yol vardır önümüzde; IMF koordineli (izlenmekte olan) yol ve radikal kopuş. İkincisinde yol, borç ödeme programını dayatmalara göre değil kendi şartlarına göre yürütmektir. Etkili bir vergi reformu ile kaynak yaratmayı (borç ödeme ve ekonomide makul bir büyüme ihtiyacını karşılama) toplumun varlıklı kesimlerini vergilendirerek sağlar. Toplumun hem en varlıklı kesimlerinin etkili vergilendirilmesi hem de vergi dışı bırakılan üst orta kesimlerin etkili vergilendirilmesi ile Türkiye'nin ihtiyacı olan kaynağı yaratmak mümkündür; bu da siyasi bir tercihtir. Bir ek önlemde sermaye hareketlerine kontrol getirmektir. Vergilendirilme ihtimali karşısında, 1989'da getirilen serbest hareket etme özgürlüğünü kullanarak dışarı kaçması muhtemel sermayeye, kambiyo rejiminde düzenlemeye gidilerek kontrol getirilmesi, etkili bir vergilendirme için olmazsa olmaz koşuldur. Bu alternatif yolu izleyebilecek emek omurgalı bir siyasi irade, odağına insanı koyan bir vizyonu harekete geçirmek; iş, ekmek ve demokrasi öncelikli bir programı uygulamak mümkündür.

ÖNCEKİ SAYFA

SONRAKİ SAYFA