PROF. DR. NUSRET FİŞEK'İN KİTAPLAŞMAMIŞ YAZILARI - III
Eğitim, Tıp Eğitimi, Uzmanlık, Sürekli Eğitim ve Diğer Konulardaki Yazıları

 

Tıp Fakültesinde Öğretim Programlarının Geliştirilmesinde Çağdaş Görüşler*

       1. Giriş :

       Günümüzde tıp teknolojisindeki büyük gelişmeler, birincil ve ikincil korumanın önem ve öncelik kazanması ve herkese koruyucu ve tedavi edici hekimlik hizmeti sunma zorunluğu, sağlık hizmetlerinde büyük değişiklikler yapılmasını gerektirmiştir. Bu değişme zorunluğu sadece, kendi koşullarına uymayan gelişmiş ülke hizmet modellerini aynen kabul eden, az gelişmiş ülkeler için değil, kendi kültürlerinin bir parçası olarak geliştirdikleri modelleri yeni görüş ve gelişmelere uydurma zorunda olan, gelişmiş ülkeler için de söz konusudur.

       Bu değişmelerin nerede ve nasıl yapılması gerektiği konusunu inceleyenlerin görüş birliğine vardığı husus, geleneksel mezuniyet öncesi tıp eğitim modelinin, çağımızın sağlık hizmet anlayışına uydurulmasının çözümlenmesi gerekli çeşitli sorunlar arasında önemli bir yeri olduğudur. Bu uyumun sağlanması da tıp öğretim programlarında büyük değişmeler yapılmasını gerektirmektedir.

       Bu değişmenin yönünü saptamak için önce, mezuniyet öncesi tıp eğitiminin amacını saptamak gerekir. Mezuniyet öncesi tıp eğitiminin amacının ne olması gerektiği konusunda iki temel görüş  vardır. Bunlardan biri, gelişmiş veya az gelişmiş ülkelerde tıp fakültelerinin aynı eğitim standardını koruması gerektiği görüşüdür. Diğer görüş, öğretim programlarının, her ülkenin koşulları göz önününde tutularak, sağlık örgütlerinin gereksindiği nitelikte hekim yetiştirecek şekilde düzenlenmesidir.

       Ben, "biz Sağlık Bakanlığının istediği nitelikte değil, dünya standartlarına göre hekim yetiştirmekten sorumluyuz" görüşünü savunan veya "bizim fakültelerin mezunlarının Amerika Birleşik Devletleri'nde yabancı fakülte mezunları için yapılan sınavda (ECFMG) başarı oranları diğer fakültelerden yüksek" diye öğünen öğretim üyelerine rastladım. Bu görüşün ne kadar yaygın olduğunu tartışmaya  gerek yoktur. Önemli olan tıp fakültelerinde bu görüşte olanların varlığı ve eğitimi bu düzeyde tutma çabasında olmalarıdır.

       Bu tutum ve davranış gelişmiş ülkeler için -bir ölçüde- çok zararlı olmayabilir. Çünkü bu ülkelerin kaynakları ve ekonomik gücü hekimliği en yüksek düzeyde herkese götürecek kadar yeterlidir. Az gelişmiş ülkelerde ise durum farklıdır. Bu ülkelerin insangücü gizi (potansiyeli) ve ekonomik gücü herkese tıp fakültelerinde sunulan ve öğrencilere öğretilen düzeyde hizmet sunmaya yetmez. Az gelişmiş ülkelerde bu tip eğitimi en yüksek teknoloji düzeyinde tutma, diğer etkenler ile de birleşince, hekimlik hizmetinden belli bir azınlığın en yüksek düzeyde yararlanmasına karşın büyük çoğunluğun hizmetten yoksun kalması sonucunu doğurur. Ülke koşullarına uygun olmayan tıp eğitiminin doğurduğu diğer bir sonuç da, öğrendiği hekimliği ülkesinde uygulayamayan ve o biçim hekimlikte gelişmek isteyen hekimlerin gelişmiş ülkelere göç etmesidir. Az gelişmiş ülkelerde tıp öğretimini değerlendiren bir İngiliz yazar, bu çelişkiyi şöyle değerlendiriyor (1):

       "Az gelişmiş ülkelerde tıp eğitimi neo-kolonializm'in örneklerindendir. Az gelişmiş ülkeler, tıp merkezleri kurmaya ve batı standardında hekim yetiştirmeye özendirilmektedir. Bu ülkelerde tıp merkezleri gelişmiş ülkelerin tıp araç, gereç ve ilâç sanayii için iyi bir pazar olmakta, burada yetişen hekimler de gelişmiş ülkeler için ucuz hekim gücü kaynağı teşkil etmektedir."

       Mezuniyet öncesi tıp öğretim programlarının amaca uygun biçimde hazırlanması için amacın; öğrencilere tek başına genel pratisyenlik yapacak bilgi ve becerileri kazandırmak mı, yoksa onları mezuniyet sonrası uzmanlık eğitimine hazırlamak mı olduğuna karar vermek gerekir.

       Tıp fakülteleri çağlar boyu genel pratisyen yetiştirdiği için, bazı istisnalar dışında hemen her fakültede amacın genel pratisyen yetiştirmek olduğu söylenir. Ancak öğretim programlarına bakıldığı vakit uygulamanın bu amaca uygun olmadığı görülür. Fakültelerin çoğunda her bölüm ve kürsü eğitim için kendisine ayrılan sürede neyi ve nasıl öğreteceklerini saptama özgürlükleri olduğu için çoğu kez bir fakültenin her bölüm ve kürsüsü eğitimi kendi amaçlarına göre yürütmektedir. Bu amaçla da genellikle en yüksek düzeyde ve mümkün olduğu kadar fazla bilgi vermeye, öğrencilere meslek üstünlüklerini ve bilim dallarının diğerlerinden önemli olduğunu göstermeye çalışırlar. Bir yazarın aşağıdaki gözlemleri bu durumu iyi bir biçimde yansıtmaktadır (2):

       " Hastanelerde öğrencilere gösterilen vakaların seçiminde üç hususa önem verilmektedir: Hastalığın vahim oluşu, nadir vaka oluşu ve başka nedenlerle hastaneye alınmasının uygun oluşu. Sık görülen hastalıklar, öldürücü olmayan hastalıklar ve hastalığın başlangıç devresindeki vakalar ise "eğitime elverişsiz" diye bir tarafa itilmektedir".

       Bir ülkenin tıp fakültelerinin o ülkenin sağlık hizmetlerinin gerektirdiği biçimde hekim yetiştirmesi zorunluğu kabul edildikten sonra tıp fakülteleri ile sağlık hizmetinin yürütülmesinden sorumlu örgütün işbirliği yapmasını ve birbirini destekleyecek ve tamamlayacak şekilde davranmalarını beklemek doğaldır. Bu işbirliğinin yaratılması sosyalist ülkelerde bir sorun olmamıştır. Çünkü hekimler dahil tüm sağlık personelinin yetiştirilmesi Sağlık Bakanlığı'nın kontrolu altındadır. Buna karşın batı ülkelerinde ve batı modelini kabul eden az gelişmiş ülkelerde durum farklıdır. Bu ülkelerde tıp fakülteleri ya bağımsız üniversitelere veya Milli Eğitim Bakanlıklarına bağlıdır. Bu nedenle sağlık hizmetini yürüten örgütler ile tıp fakülteleri arasında işbirliği geliştirme zor olmaktadır. Bu zorluğu yenmek için çeşitli önlemler düşünülmüş ve uygulanmıştır. Bunlardan birisi sağlık hizmetini yürüten örgütün, tıp fakültelerini bitiren hekimlerin ülkede hekimlik yapmak için diplomalarını tescil ederken belli koşullar aramasıdır. Örneğin: Kırsal bölgede internlik yapmak, kendi düzenlediği tescil öncesi sınavı başarmak. Son zamanlarda başvurulan bir yol da, fakülte temsilcilerinin de katıldığı bir sağlık hizmetleri koordinasyon komitesi kurmaktır. Fakülteler alacakları öğrenci sayısı ve yetiştirilecek hekimlerin nitelikleri hususunda bu komitenin kararına uymaktadırlar. Faklüte öğretim üyelerinin ülkenin gerçeklerini anlamaları ve eğitimde ülke koşullarını göz önüne almalarını sağlamak için, başvurulan bir diğer yol da tıp fakültelerine bir bölgenin sağlık hizmetlerini yürütme görevi verilmesidir. Örneğin: Genel pratisyenlik ve koruyucu hekimlik kürsülerinin sağlık merkezlerinin, diğer kliniklerin de devlet hastanelerininin hizmetini denetlemesi, desteklemesi ve hekimler dahil tüm sağlık personeline iş başında ve hizmet içinde eğitim vermeleri.

       Sağlık hizmetlerini yürüten örgütlerin tıp fakülteleri ile işbirliği yapmalarında karşılaşılan güçlükler, birçok yerlerde akademik bağımsızlığın ülke gerçeklerinden kopma şekline dönüşmesi, öğretim üyelerinin kendilerini halkları ile değil, gelişmiş tıp merkezlerindeki meslektaşları ile idantifiye etmeleri, ülkelerin sorunları ile değil, kendilerinin en yüksek düzeydeki mesleki sorunları ile ilgilenmeleri ve tıp eğitimini bu yöne itmeleridir.

       Tıp fakülteleri ile sağlık hizmetini yürütmekle görevli örgüt arasındaki işbirliğinin önemini gören Dünya Sağlık Örgütü, son yıllarda sağlık hizmetleri ve insangücü geliştirme kavramı (IHSMD. Integrated health services and manpower development) diye adlandırılan bir program geliştirmektedir. Bu konu, uluslararası düzeyde ilk defa 23 üncü Dünya Sağlık Örgütü Genel Toplantısında teknik tartışma konusu olarak ele alınmıştır (3). Aynı örgütün 24, 25, 27 ve 29 uncu toplantılarında da eğitim ve hizmet örgütleri arası işbirliğini geliştirmeyi öngören öneri kararları alınmıştır (4). En son olarak Dünya Sağlık Örgütü, Eylül 1976'da konuyu incelemek ve çalışmalara ışık tutmak amacıyla bir danışmanlar toplantısı düzenlenmiştir (5). Bu çalışma grubunun önerileri Ek 1 de verilmiştir.

       2. Öğretim Programlarının Hazırlanmasında Gözönüne Alınacak İlkeler:

       Yarının hekimlerini yetiştirmek sorumluluğunu yüklenmiş olan tıp fakülteleri öğretim üyeleri, öğretim programlarını hazırlarken, başka ülkelerde yapılanları değil, kendi ülke koşullarını ve gereksinmelerini göz önüne almalı, sorumlu olduğu dersin eğitim programını kendi amacına göre değil, fakültenin amacına göre yapmalı, düne değil, bugüne veya yarınlara bakmalı, sağlık hizmetlerinin halka sunulmasındaki değişmeleri sürekli olarak göz önünde tutmalıdırlar. Ben yazımın bu bölümünde zamanımızda gözlenen ve önemi gelecekte daha belirgin hale gelecek olan beş olgu üzerinde duracağım.

       a- Sağlık hizmetinden yararlanmanın insan hakkı oluşu: Hekimlik hizmetinin geleneksel düzeni, parası olan ve hekime başvuran kişinin hekimlik hizmetinden yararlanmasıdır. Geçmişte, parası olmayanlar ise çoğunlukla halk hekimliği olanakları ile yetinirler veya hayrına hasta bakan bir hekim veya kurum bulurlarsa onlara başvururlardı. 19 uncu yüzyıl ortalarında zayıf bir akım olarak başlayan "Sağlık hizmetinden yararlanmada eşitlik" görüşü gittikçe kuvvetlenmiş ve 1946 yılında kabul edilen "İnsan Hakları Bildirisi"nde ve Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında sağlık hizmetlerinden yararlanma bir insan hakkı olarak kabul edilmiştir. Bu, Dünya Sağlık Örgütü Anayasasında şöyle belirtilmiştir (6):

       "Irk, din, politik inanç, ekonomik ve sosyal durum farkı gözetmeksizin, herkesin ulaşılabilecek en yüksek sağlık düzeyine ulaşması temel haklarından biridir".

       Sağlık hizmetinden yararlanma bir hak olunca, bunu sağlamanın bir devlet görevi olması kaçınılmazdır. Ülkemizde 1961 Anayasası bu gerçeği kanıtlamıştır. Sağlık hizmetinin devlet hizmeti oluşunun doğal sonucu, hekimliğin kişiye hizmet eden meslek olmaktan çıkıp, kamuya hizmet eden bir meslek olmasıdır. Bu nedenle mezuniyet öncesi tıp eğitiminde öğrencilerin kamu hizmetlisi olacak biçimde eğitilmesi için gerekli koşullar sağlanmalıdır.

       b- Koruyucu hekimliğin önem kazanması: Bu yazıda, kişileri hastalıklardan koruma (birincil koruma, primary prevention) veya kişilerin hastalıklarını presemptomatik dönemde teşhis ve tedavi etmenin (ikincil koruma, secondary prevention) daha ucuz, daha kolay, aktöreye daha uygun olduğunun kanıtlarını sıralamak gereksizdir. Sadece, koruyucu hekimliği, çevre hijyeni ve bulaşıcı hastalıklarla savaş saymamak gerektiğini belirtmek yeterlidir. Koruyucu hekimlik hizmetleri çevreye ve kişiye yönelik olarak ikiye ayrılır. Bunlardan birincisi mühendislik hizmeti, ikincisi hekimlik hizmetidir. Hekimlerin yapacağı kişiye yönelik hizmetler de bağışıklama, uygun beslenme aşırı doğurganlığın kontrolü, ilaçla koruma (kemoprofilaksi), erken teşhis ve tedavi ve sağlık eğitimidir. Tedavi hizmetinin sunuluşu ile, koruyucu hekimlik hizmetinin sunuluşu arasındaki önemli farkın; tedavi hekimliğinde hizmet edilenlerin hastalar, koruyucu hekimlikte ise sağlam kişiler olduğu göz önüne alınacak olursa, sağlık hizmetlerini, sağlam kişilerin tümüne yetişecek şekilde örgütleme ve tıp öğrencilerini hem hastalara ve hem de yukarıda sayılan kişiye yönelik koruyucu hizmetleri toplum içinde sağlam kişilere yapacak şekilde, eğitmek gerektiği ortaya çıkar.

       c- Sağlık hizmetlerinin bir ekip hizmeti oluşu: Geleneksel hekimlik, tek kişinin yaptığı hizmettir (solo-practice). Ancak hekimlik teknolojisindeki büyük gelişmeler nedeni ile, hizmetlerin yürütülmesi için gerekli tüm bilgi ve becerileri bir kişinin kazanmasının olanaksızlığı, hekimlik hizmetini isteyenlerin artışına kıyasla hekim sayısının artışının yetersiz oluşu ve hekim hizmetinin maliyetinin yüksek oluşu gibi nedenler ile, yeni sağlık meslekleri doğmuş, hekimlerin yapabildiği hizmetlerin bir kısmı hekim olmayan sağlık personeline aktarılmış ve hekimler ile sağlık meslekleri mensuplarının bir ekip halinde çalışma zorunluğu doğmuştur. Gerçekten çağdaş hekimlik, hastanelerden toplum içindeki hizmetlere kadar, küçük ekiplerin oluşturduğu büyük bir ekibin hizmetidir.

       Az gelişmiş ülkelerde batı ülkeleri standardında eğitim görmemiş sağlık personelini çalıştırma zorunluğu, ekip hizmetine yeni bir uygulama biçimi getirmiştir. Örneğin az gelişmiş ülkelerde ana-çocuk sağlığı hizmetini hekimlerin yürütmesi olanaksızdır. Periodik muayeneleri, aşılamaları ve anne eğitimini hemşirelerin, ebelerin, hatta yardımcı hemşire ve ebelerin yapması ve buldukları hastaları hekime yollaması gerekir. Bazı ülkelerde sık görülen ve kolay teşhis edilen hastalıkların tedavisi için de hekim olmayan sağlık personelinden yararlanılmaktadır.

       Hekimliğin bir ekip hizmeti oluşu ve ekiplerde standart eğitim görmemiş personelin bulunuşu, hekimlere ekip önderliği ve iş başında eğitim sorumluluğu verme zorunluluğunu doğurmuştur. Bu nedenle tıp eğitiminde öğrencilere ekip içinde çalışma, ekip önderliği yapma ve ekip içinde iş başında eğitim yapma bilgi ve becerilerini de kazandırma zorunluğu vardır.

       d- Hekimliğin sosyal bilimlerle bütünleşmesi: Hekimliğin sosyal bir bilim olduğu 19 uncu yüzyıl ortalarından beri söylenir gelir. Başlangıçta garipsenen bu görüş gittikçe kuvvetlenmiştir ve bugün "teknisyen" düzeyini aşıp "düşünür" düzeyine erişen hekimler, sağlığın sosyal bir kurum olduğunu, bir toplumda sağlık hizmetlerinin sağlıklı bir biçimde yürümesi ve gelişmesi için toplumun diğer sosyal kurumları ve kültürü ile ahenkli bir biçimde ele alınması ve geliştirilmesi gerektiğini tartışmasız kabul etmektedirler. Hekimlik ve sosyal bilimlerin bu yaklaşımı, tıp sosyolojisi, tıp antropolojisi, sağlık ekonomisi gibi yeni bilim dallarının doğmasına neden olmuştur (7,8).

       Sosyal bilimlerin hekimliğe katkısını göstermek için bir olayı inceleyelim. Tıp sosyolojisinin ortaya koyduğu gerçeklerden biri, hekimlikte biyolojik sayılan olguların temelinde sosyal ve ekonomik etkenlerin bulunduğu ve bu etkenleri kontrol  etmeden sonucun değiştirilemeyeceğidir. Bu görüşü ülkemizden bir örnek vererek açıklayalım. Türkiye'de her yıl pnömoniden ölen çocuk sayısı 50.000 dolaylarında tahmin edilmektedir. Bir hastalık veya ölüm karşısında sadece biyolojik nedenleri düşünen hekim için, "hastalığın nedeni pnömokoklar ve ölüm nedeni kalp yetmezliğidir" yargısı yeterlidir. Acaba bu yargı doğru mu? Bir sosyal bilimci bize sorabilir: "Pnömoniye yakalanan her çocuk ölür mü?". Yanıtımız. "Hayır! Pnömoniye yakalanan çocuklar erken hekime getirilir ve tedavi edilirler veya çocuklarda ileri derecede beslenme yetersizliği yoksa ölme olasılığı çok azalır" olacaktır. O halde ölümün temel nedeni beslenme yetersizliği veya hekimlik hizmetinden yararlanamamaktır. Bunlar sosyal olgulardır. Bu sosyal olguların da nedenlerini araştırabilir ve bir dizi sosyal, kültürel ve ekonomik neden bulabiliriz. O halde tıp öğrencilerine pnömoni teşhis etmek ve bir antibiyotik reçetesi yazmakla, meslek amaçları olan hastaların tedavisinin sağlanamayacağını, sağlık hizmetinin sosyo-ekonomik sistemin bir parçası olduğunu ve sağlıkla diğer sosyal, ekonomik ve kültürel koşullar arasındaki etkileşimi öğretmek gerekir. Bu nedenle zamanımızda hekimliğe hazırlık eğitiminde, tıp öğrencilerine hekimlik ile ilgili sosyal bilim konularının da öğretilmesi istenmektedir.

       3. Eğitim Programlarının Başarılı Olma Koşulları:

       İnsanlar duydukları ile değil, gördükleri ve yaptıkları ile yeni davranışlar kazanırlar. Bu nedenle iyi düzenlenen bir eğitim programının bekleneni vermesi için öğrencilerin eğitildiği çevre önemlidir. Örneğin, öğretim üyeleri, teşhis ve tedavisi güç vakalara ve meslekte eksiksizciliğe (perfectionism) önem veriyorlar ise, öğrencilerin toplumda en çok görülen ve en çok öldürülen basit hastalıklara ilgi duyması beklenemez. Öğretim üyesi için hekimlik, kazanç sağlamak için bir araç ise, öğrencisinin hekimliği halk yararına uygulamaya öncelik vermesi hemen hemen olanaksızdır. Bir öğrenci hekimlik yeteneğini arttırmak için, bir tıp merkezinin kliniklerinde rotasyona girer ise, bu öğrenci genel pratisyenlik öğrenmez. Bir tıp merkezinde asistan olma yeteneğini geliştirir ve bu yolu tutmaya şartlanır. Öğretim üyeleri istedikleri kadar korunmanın tedaviden üstün olduğunu söylesinler. Koruyucu hekimliği sadece ders kitabından okuyan, hiçbir uygulama ve uygulamanın sonucunu görmeyen bir öğrencinin, mezun olduktan sonra koruyucu hizmetlere öncelik vermesi beklenemez. Bu nedenle çağdaş eğitimlere uygun bir öğretim programının başarıya ulaşması için öğretim üyeleri öğrencilere olumlu örnek olmalı ve eğitimde teorik veya yatak başında eğitimden çok, poliklinik ve sağlık ocaklarında staja ağırlık verilmelidir.

       Tıp fakültelerinin öğretim programlarının ülkenin gereksinmelerine uydurulması ve öğretim üyelerinin davranışlarının olumlu olması da istenen sonucu elde etmeye yetmez. Toplumda hizmetin sunuluş biçimi sonucu etkileyen en önemli etkendir. Eğer bulunduğu toplumda koruyucu hekimlik kazanç getiren bir hekimlik dalı değilse, -hekim bunun sakıncasını kavramış olsa bile- kazanç getirmeyen koruyucu hekimlik hizmetlerini yürütme görevini almaz. Uzmanlar, genel pratisyenlerden fazla kazanıyorsa, hekim -genel pratisyenliğin önemine inansa bile- uzman olur. Ekonomik olarak gelişmiş bölgelerde kazanç olanağı varken, hekimin bu kazançtan vazgeçip kazancın az olduğu kırsal bölgelere gitmemesi de doğaldır.

       4. Sonuç:

       Yukarıdaki tartışmalar ışığında, "Türkiye'de hekimlik öğretim programı nasıl olmalıdır?" sorusunu yanıtlamak için, önce ülkemiz olanak ve koşullarını belirlemek gerekir. Türkiye'de 1961 Anayasasına göre sağlık hizmetleri bir devlet görevidir ve devlet herkese hizmet götürme zorundadır. Devletin bir hizmeti satması bahis konusu olamayacağına göre, öğrencileri, hekimliğin satılan bir hizmet olmaktan çıkarılmış olduğu bir sistemde çalışacak biçimde yetiştirmek gerekir.

       Türkiye'de kişiye yönelmiş tüm koruyucu hizmetler ile tedavi hizmetlerinin -gelişmiş ülkelerde olduğu gibi hekimler tarafından yürütülmesi ilkesi kabul edilirse- hekim sayısı yetersiz olduğundan-  bu hizmetten herkesin yararlanması olanağı olmaz. Hizmeti herkese götürebilmek için geleneksel olarak hekimlik hizmeti sayılan birçok hizmetleri, hekim olmayan personele devretmek gerekir. Bu personelin yaptıkları hizmetin niteliğinin yeterli olması için de, bunların hekimin yönettiği bir ekip içinde ve sıkı bir denetim altında işbaşında eğitilerek çalışmaları gerekir. Ülkemizin sağlık örgütlenme modelinde temel birim olan sağlık ocaklarında koruyucu ve evde-ayakta tedavi edici hekimliğin, hekimin önderliğinde hemşire, sağlık memuru ve köy ebelerinden oluşan bir ekip tarafından yürütülmesi ön görülmüştür. Bu duruma göre hekimlik öğretim programı, öğrencilere ocak hekimliğinde başarılı olabilecek bilgi ve beceriler ve özellikle ekip liderliği  ve hekim olmayan personeli iş başında eğitme yeteneği kazandıracak biçimde düzenlenmelidir. Bunun yapılabilmesi için öğretim programlarında şu konular ele alınmalıdır:

       a- Hekimlik için sosyal bilimler,

       b- Koruyucu hekimlik ilkeleri,

       c- Toplumun sağlık sorunlarını ve tanı yöntemlerini öğretmeyi öngörecek şekilde programlanmış epidemiyoloji dersleri,

       d- Normal çocuk ve gebelerin muayene edildiği aile kliniklerinde, sağlık ocaklarında staj ve internlik.

       Ülkemizde tıp fakülteleri, öğretim programlarında bu yönde değişiklik yapmaktadırlar. Bazıları bu değişikliğin büyük kısmını yapmışlar, bazıları ise henüz başlangıç aşamasındadır.

       Fakültelerin, ülkemizde tıp eğitiminde karşılaştıkları sorun; bütün fakültelerin gelişmiş ülkeler standardına uygun düzeyde eğitim yapmaları   ve ülke şartları ile gereksinmelerini düşünmemeleridir. Bu sorun sadece Türkiye için değil, Türkiye'den daha az gelişmiş ülkeler için de bir sorundur. Bu geleneği başarı ile kıran ülke Çin Halk Cumhuriyetidir (9).

       Çin'de, tıp fakültelerinde eğitim, ihtilalden önce batı ülkelerinin fakülteleri gibi idi. İhtilalden sonra Sovyetler Birliğinin tıp eğitimi modeline dönüşmüştür. 1965 de kültür devriminin başlaması ile sağlık personeli yetiştirme ve çalıştırma politikasında da büyük değişmeler olmuştur. 1965-1971 yılları arasında tıp fakülteleri kapatılmış ve öğretim üyeleri belirli bir program çerçevesinde kırsal bölgelerde 1-2 yıl çalıştırılmışlardır. Bunun amacı halkın gereksinmelerinden çok, meslek sorunlarına yönelik olan öğretim üyelerinin Çin'in gerçeklerini görmelerini  ve öğrencilerini Çin'in sağlık sorunlarını çözecek şekilde yetiştirebilmelerini sağlamaktır. 1971 yılında tıp fakülteleri pratik eğitime ağırlık veren ve 3-4 yılda hekim yetiştirecek bir programla yeniden eğitime başlamıştır. Buna hekimliği meslekçilikten kurtarma (deprofessionalization) hareketi denmektedir. Üç yıllık bir tıp fakültesinin 1 inci yılında, 4 ay temel tıp bilimleri öğretilmekte, bundan sonra kırsal bölgedeki sağlık merkezinde öğrencilere usta-çırak yöntemi ile klinik ve koruyucu hekimlik eğitimi yapılmakta, ikinci yıl eğitim hastanelerde yürütülmekte, üçüncü yıl eğitim yine kırsal bölgelerdeki sağlık merkezlerinde sürdürülmektedir.

       Tıp fakültelerine öğrenci seçim yöntemi de değiştirilmiştir. Orta öğretimi bitiren her gencin en az üç yıl kırsal bölgede üretimde çalışma zorunluğu kabul edilmiştir. Bu dönem sonunda bir genç, hekim olmak ister ve çalıştığı üretim ekibi veya takımındaki çiftçiler kendisini yüksek eğitim için seçerlerse, bu genç, hekim olmak üzere tıp fakültesine girebilmektedir. Çin yöneticilerine göre bir kimsenin iyi hekim olabilmesi için zeki ve parlak bir öğrenci olması değil, halk tarafından sevilen ve inanılan bir kimse olması önemlidir.

       Batı standartlarına eş değerde uzman ve araştırıcı yetiştirme, mezuniyet sonrası eğitimde ele alınmaktadır.

Yararlanılan Kaynaklar

1.       1.Leeson, J.: Social Science and health policy in preindustrial society, Int. J.of Health Services 4 (3), 429-440, 1974.

2.       2.Ryle, J.A.: Changing Discipline, Oxford University Press, 1948.

3.       3.--, Education for the health profession (Technical Discussion at the 23rd WHA) WHO Chronicle 24 (10), 444-449, 1970.

4.       4.World Health Assembly Resolution 29, 72, Health Manpower Development, 21 May 1976.

5.       5.--, Report on Consultation on Health Services and Manpower Development, Who Consultation Group 6-8 Sept. 1976, Geneva

6.       6.--, Basic Documents, (22nd edition), World Health organization, Geneva, 1971.

7.       Susser, M.W.: Social sciences and public health. In: "The Theory and Practice of Public Health" by Hobson, Oxford University Press, 1975.

8.       Hanlon, J.J.: Principles of Public Health Administration. C.V., Mosby Co., 1969.

9.       9.Sidel, V.W. and Sidel, R.: Medical education In: "Serve the People: Observation on Medicine in People's Republic of China". J.Macy Jr. Foundation, 1973.

 

Ek: 1

DSÖ Sağlık Hizmeti ve İnsangücü Geliştirme Danışma Grubu Raporunun Öneriler Bölümü

       6.2. Ülkelerin SHİG (Sağlık Hizmeti ve İnsangücü Geliştirme) Tecrübelerinin Önemli Yönleri:

       Her  ülkenin kendisine en uygun SHİG mekanizmasını kendisini bulacağı daha önce ısrarla vurgulanmakla birlikte, yine de başka ülkelerin tecrübelerinden öğrenilebilecek çok şey vardır.

       Aşağıda sıralanan özgül noktalar Uzman Danışma Toplantısı tartışmalarından şekillenmiştir. Bunları öncelik gözetmeksizin veriyoruz.

       1. Bir ülkede SHİG mekanizması oluşturulurken, en yüksek düzeydeki yetkililerin (bakan, rektör, müdür, vb.) desteğini kazanarak işe başlamak en uygun yoldur.

       2.SHİG mekanizmasında ilgili kurumların temsil edilmelerini sağlamaya çalışırken, her kurumun en yetkili üyesince temsil edilmesi yolları bulunmalıdır. Hiyerarşinin daha alt basamaklarında yer alan kişilerin kurumları adına konuşma yetkileri bulunmayabilir.

       3. İlgili bütün kurumların SHİG mekanizmasında eşit şekilde temsil edilebilmelerini sağlamak için, eğitimcilerin ve meslek kuruluşlarının ilk hazırlık aşamalarından başlayarak görev almaları gerekir. Onların desteği olmaksızın mekanizma işletilemeyebilir.

       4. Genç kişiler yeni görüşlere daha açık oldukları için, sağlık hizmetlerinin ve sağlık işgücünün eşgüdümünde benimsenen bu yeni yaklaşım onlar tarafından daha kolay benimsenebilir. Bu bakımdan bu gibi grupların (örneğin tıp öğrencileri) çalışmalara katılmaları yararlı sonuçlar verebilir.



* İstanbul Tıp Kurultayı, Tıp ve Hemşirelik Eğitimi Sempozyumları, 25-30 Eylül 1997 İstanbul.

 

BAŞA DÖN.....ANA SAYFA.....SAYFA BAŞI