PROF. DR. NUSRET FİŞEK'İN KİTAPLAŞMAMIŞ YAZILARI - III
Eğitim, Tıp Eğitimi, Uzmanlık, Sürekli Eğitim ve Diğer Konulardaki Yazıları

 

YÖK'e Açık Mektup*

       Tıp fakültelerimizde eğitim konusunda harcanan çabaların övülecek yönü, bu yazı çerçevesini aşacak kadar çoktur. Övgü, kişiyi heveslendirmekten başka bir işe yaramaz, tersine ilerlemeyi engelleyebilir. Bu nedenle bu yazıda sadece yanlış ve eksikliklere değinmeyi düşünüyorum.

       Önce tıp eğitiminin amacından başlamak istiyorum. Tıp fakülteleri çağlar boyu genel pratisyen yetiştirdiği için kimi istisnalar dışında, hemen her fakültede amacın genel pratisyen yetiştirmek olduğu söylenir. Ancak, öğretim programlarına bakılırsa uygulamanın bu amaca uygun olmadığı da görülür. Fakültelerin çoğunda her bilim dalı kendisine ayrılan sürede olanakların elverdiğince fazla bilgi vermek ve uygulamaların, dünya ölçüsünde en yüksek teknolojiyle, nasıl yapılacağını göstermek çabasındadır. Sanki, tıp eğitiminin amacı öğrencilere kendilerinin ve bilim dallarının önemini ve üstünlüğünü göstermekmiş gibi. Her bilim dalındaki bu tutumları bir araya getirerek bir değerlendirme yapılırsa, tıp fakültelerinde eğitimin uzmanlık eğitimi için bir hazırlık aşaması olduğunu söylemek gerçek dışı bir sav olmaz. Bu nedenle fakülteyi bitiren her öğrenci bir an önce asistan olma ve uzman olma isteğindedir. Bu eğilimde, fakültede yeter düzeyde uygulama becerisi kazanamamış olmanın da rolü vardır.

       Tıp eğitimindeki yanlış uygulamalardan biri de eğitim için olgu seçimindedir. Sık görülen hastalıkların, öldürücü olmayan hastalıkların, hastalığın başlangıç dönemindeki olguların üzerinde "eğitime elverişsiz" diye durulmaz. Öğrenci sık görülen hastalıkların tanı ve tedavisinde, acil olgulara girişimde bulunmada yeterli bilgi ve beceri kazanmadan, nadir sendromları öğrenerek fakülteden mezun olabilmektedir.

       Tıp eğitiminin meslek yaşamındaki uygulamalara uymayan bir yönü de muayenehanelerde, sağlık ocaklarında hekimliğin tek başına yapılan bir iş olmamasına karşın, fakültede öğrenciye büyük bir ekip içinde hekimliğin nasıl yapıldığı ve yapılacağının gösterilmemesidir. Eğitim süresinde öğrenciye karar verme becerisi kazanma fırsatı da verilmemektedir. Bu koşullar altında fakülteyi bitiren ve hayata atılan öğrenciden tek başına ve değişik teknolojik olanaklarla hekimlik yapma sanatını, bir bilenin yardımı olmadan, yürütmesi beklenmektedir.

       Geleneksel tıp biyolojik bir bilimdir. Bugün sağlık ve hastalığın çok etkenli bir bio-sosyal bilim olduğu anlaşılmıştır. Tıp fakültelerinde öğrencilere tıpla sosyal bilimler arasındaki ilişkiden söz edilmemektedir. Göz önüne alınmayan bir diğer gelişme de koruyucu hekimlik alanındadır. Hastalıkların asemptomatik dönemde tanı ve tedavisine olanak veren teknolojik gelişmeler, koruyucu hekimlikte ve tıp uygulamalarında yeni ufuklar açmıştır. Hekimin hizmet edeceği kişi yalnız hasta değil, tüm sağlıklı ve hasta kişiler olmuştur. 1960'lı yıllarda tıp fakültelerinde toplum sağlığı ve hekimliği eğitimine yer vermenin nedeni, bu gelişmelere ayak uydurmaktı. YÖK, yürüttüğü karşı-devrimle bu gelişmeyi önleme çabasındadır. YÖK, TRT (Türkiye Radyo Televizyon Kurumu)nin kimi Türkçe sözcükleri yasakladığına benzer şekilde, tıp öğrencilerine "toplum için, halk için sağlık hizmeti" düzeninin tanıtılmasını da önleme çabasındadır.

       Tıp eğitiminde karşılaşılan güçlüklerden biri de, tıpla ilgili bilgilerin - özellikle temel tıp bilimlerindeki bilgilerin - bir kişi tarafından öğrenilebilme sınırını aşmış olmasıdır. Öğretim üyeleri öğrencilere bu bilgilerden ne kadarının verileceğini seçmekte güçlük çekmektedirler. Bu genişleyen bilgi hazinesinin baskısı altında kuramsal eğitim, uygulamalı eğitimin zararına, genişlemiştir. Fakülteler hekim yetiştirme yerine "hafız" yetiştirir duruma gelmişlerdir. Temel bilim hocalarından beklenen, öğrencilere temel bilgileri verdikten sonra ilgilendikleri konuyu kaynak kitaplardan öğrenme becerisi kazandırmaktır. Bu da başarılamayan doğru uygulamalardan biridir.

       Tıp eğitimi konusundaki sorunlar arasında en önemli olanı öğrenci sayısının eğitim kapasitesinin üstünde oluşudur. Bu, önceleri hükümetin, bugün de YÖK'ün baskısıyla yaratılan bir durumdur. Hükümetin tıp öğrenci sayısını artırma yönündeki istekleri 1930'lu yıllarda, Türkiye'de birkaç bin hekim varken başlamıştır. Bugün ülkemizde gereğinden fazla hekim olmasına karşın bu baskı sürmektedir. Gelişmiş ülkelerdeki nüfus-hekim oranına bakarak tahmin yapma yanlış bir yöntemdir. Tıp eğitimi kalitesinin düşmesinin ve usta-çırak yöntemine uygun eğitimin unutulmasının nedeni, kapasite üstünde öğrenci alınmasıdır.

       Yazımı, çözüm konusunda birkaç öneri sunarak bitirmek istiyorum:

       1. Tıp fakülteleri eğitebilecekleri kadar öğrenci almalıdır. Öğretim  elemanı, eğitim  araç   ve gereçleri, hastanesi yeterli olmayan gecekondu fakülteler, eksikleri tamamlanıncaya kadar öğrenci almamalıdır.

       2. Tıp eğitiminin ilk iki yılında, temel tıp bilimlerinde (anatomi, histoloji, embriyoloji, biyokimya, fizyoloji, farmakoloji, patoloji, mikrobiyoloji, fizyopatoloji ve halk sağlığı) temel bilgiler verilmelidir. Sonraki yıllarda temel tıp bilimleri eğitimi klinik bilimleri eğitimiyle entegre edilmelidir. Temel tıp bilimleri ders kitapları her iki yılda bir yayınlanmalı ve bu kitaplar öğrencilere satın alabilecekleri bir fiyatla satılmalıdır. Klinik yıllarında temel tıp bilimleri eğitimi, öğrencilerin yapacakları seminerlerle sürdürülmelidir.

       3. Öğrencilerin Devlet ve SSK hastanelerinde yaz stajı yapmaları zorunlu olmalıdır. Bu stajları disiplin altına almak ve bu hastanelerdeki hizmeti geliştirebilmek için, bu hastanelerle tıp fakülteleri organik ilişki içine girmelidirler.

       4. Son sınıflarda eğitim, polikliniklerde usta-çırak eğitimi şeklinde sürmeli, öğrenci hastasının laboratuar muayenelerini kendi yapmalı, tedavi kararını kendi verdikten sonra hocasının fikrini almalıdır.

       5. Ülkemizde zorunlu hizmet yasası özel bir durum yaratmaktadır. Öğrenciler fakültelerde sağlık ocağı hizmetlerini yürütmek, diğer sağlık personelini denetlemek ve eğitmek için de eğitilmelidir. Son sınıfta usta-çırak yöntemiyle ocak hizmetlerini yürütme becerisi kazanmalıdırlar.

 

Temel tıp bilimleri öğretim üyeleri, tıp öğrencilerini eğitme yükü hafifleyince, araştırmaya ve klinik asistanlarına ileri düzeyde kurs ve seminer yapmaya fırsat bularak fakültelerin bilimsel standardını yükseltebilirler.



* T.T.B. Haber Bülteni, Sayı:8, Şubat 1986

 

BAŞA DÖN.....ANA SAYFA.....SAYFA BAŞI