HEKİMLERİN YASAL SORUMLULUKLARI

 

Dr. Yaşar BİLGE, Dr. Ümit Naci GÜNDOĞMUŞ , Dr. Tarık GÜNDÜZ,
Dr. İ. Hamit HANCI, Dr. Ufuk KATKICI , Dr. Ahmet Nezih KÖK,
Dr. İsmail Cezmi YAVUZ, İSTANBUL TABİP ODASI

 

Hukuk devleti ilkesinin gereği olarak hekim de mesleki uygulamasından yasalar önünde sorumludur. Hekimlerin kendileriyle ilgili yasaları ve yaptırımları bilmemeleri, onları sorumluktan kurtarmamaktadır. Türk Ceza Kanununun 44. maddesine göre kanunu bilmemek mazeret değildir.

I- HEKİMLERİN BİLİRKİŞİLİK GÖREVİ

Adli olaylarda bilgisinden yararlanılan kişilere bilirkişi denir. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu'na göre (C.M.U.K); çözümü özel veya teknik veya teknik bir bilgiyi gerektiren hallerde bilirkişinin oy ve düşüncesinin alınmasına karar verilir. Hakimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesi mümkün olan konularda bilirkişi dinlenemez. Bilirkişinin tayini ve üç kişiden fazla olmamak üzere adedinin tesbiti hakime, gecikmesinde zarar olabilecek durumlarda Cumhuriyet Savcısına aittir.

Hekimlerin sağlıkla ilgili konularda bilirkişilik görevi vardır. İnsan vücudunda meydana gelen lezyonların niteliği, nasıl meydana gelmiş olabileceği, her türlü biyolojik kanıtların incelenmesi bilirkişi hekim tarafından yapılır. Ayrıca suçlunun, mağdurun ya da medeni haklarını kullanmak isteyenlerin durumlarının belirlenmesi ve tanımlanması da bilirkişi hekim tarafından yapılır.

Bilirkişilikle ilgili cezai sorumluluklar: Bilirkişi olarak görevlendirilmiş ve usulüne uygun davet edildiği halde gelmeyen veya gelip de yemin etmekten veya görüş bildirmekten çekinen bilirkişi zorla getirilir ve gelmemesinin sebep olduğu masrafları ödemekle ve hafif para cezasıyla cezalandırılır (C.M.U.K 46, 70. m). Türk Ceza Kanunu (T.C.K) 282. maddesine göre; bilirkişiler doğru olmayan bir neden ileri sürerek çağrıya gelmezler veya gelip de bilirkişilik vazifesini yapmaktan çekinirlerse 6 aya kadar hapis, belli bir süre mesleğini yapmaktan alıkonma cezası verilebilir.

Gerçeğe aykırı raporlar: Bilirkişilik dışında hekim hükümetçe güvenilecek bir belgeyi (Sağlık ve istirahat raporları gibi) gerçeğe aykırı olarak hatır için, para veya çıkar karşılığında verirse cezalandırılır. T.C.K 354. maddesine göre; (hatır karşılığı rapor verilmesi) hekim, hükümetçe emniyet ve itimat olunacak bir belgeyi hatır karşılığı hakikate aykırı olarak verirse 3 aydan 8 aya kadar hapis ve para cezasıyla cezalandırılır (354/1). Yukarıda belirtilen durumlarda (T.C.K 282, 354) tazminat davası da söz konusudur.

Adli tabiplik görevi: Adalet Bakanlığının her bölgeye yeterince adli tıp uzmanı atamasının olanaksızlığı göz önüne alınarak adli tabibin bulunmadığı yerlerde ek görev olarak bunlara ait işlerin sağlık ocağı hekimlerince yapılacağı hükümleri getirilmiştir. Adli tabip bulunmayan yerlerde adli tabibin görevini sağlık ocağı tabibi yapar (Sağlık Hizmetlerinin Sosyalleştirilmesi Hakkında Kanun).

Keşif: Herhangi bir adli olayın nasıl meydana geldiği, olayın oluş şekli, olaydan meydana gelen zarar ve ziyanın tespiti, suçlu ve mağdura ait suç kanıtlarının elde edilebilmesi için hakim yönetiminde olay yerinde yapılan incelemeye keşif denir. Keşif hakim yönetiminde, gecikmesinde zarar doğacak durumlarda Cumhuriyet Savcısı tarafından yapılır (C.M.U.K 78/1). Ölüm, yaralanma ve ırza geçme olaylarında bilirkişi olarak muhakkak bir doktorun bulunması, olay yerinde bulunabilecek suç delillerinin doktor tarafından incelenmesi gerekir. Yaralı ya da ölenlerin durumları, kan lekeleri varsa yerleri, sıçrama yönleri, suçluya ait izler belirtilir. Kıllar ve insana ait bütün biyolojik artıklar ve lekeleri incelenir (meni, tükürük vs). Keşif sırasında hiçbir şeyin yeri değişmeden olay yerinin fotoğrafları çekilmeli, krokileri yapılmalıdır. Kan, sperm ve kıl gibi biyolojik artıklar usulüne uygun örneklenip ambalajlanarak laboratuvara gönderilmelidir. Keşif sonunda bir tutanak düzenlenir. Buraya keşif esnasında görülenler, bulunanlar ile olayın özelliğine göre bulunması umulup da bulunmayanlar kaydedilir (C.M.U.K 78/2).

Bir ölüm söz konusu ise keşif sırasında ölenlerin adli muayeneleri yapılır. Bir ölünün adli muayenesi tabip huzuru ile yapılır. Adli muayenede ölünün tıbbi kimliği, ölüm zamanı ve ölüm sebebini belirlemek için dış bulgular tesbit edilir (C.M.U.K 79/1). Olay, olay yeri ve ölene ilişkin bilgiler, dış muayene bulguları Cumhuriyet Savcısı tarafından saptanır. Daha sonra ölüm nedeninin ortaya konması için ölü, hekimin muayene ve incelemesine bırakılır. Ceset elbiseli iken ve elbiseleri çıkarıldıktan sonra muayene edilir. Keşif muayenesinde insizyon yapılmaz, sonucunda otopsi işlemine gerek olduğu belirtilir. Ölüm olgularında keşif sonunda düzenlenen tutanağa, ölü muayenesi tutanağı denir. Tutanak hakim veya savcı, tutanağı yazan katip, hekim ve bu işlerde hekime yardımcı olan teknik hizmetli tarafından imzalanır.

Mezar açılarak (fethi kabir) cesetlerin muayene ve otopsilerinin yapılması da bir keşiftir. Gerekli eleman ve teknik donanım mezar açma işlemine karar veren C. Savcısı veya ilgili mahkeme tarafından temin edilir.

II- ÖLÜLERİN DEFNİ ve ŞÜPHELİ ÖLÜMLERİN İHBARI

Mezarlıklardan başka yerlere ölü defni yasaktır (Umumi Hıfzısıhha Kanunu 211). Önceden belirlenen bazı sıhhi ve fenni özellikleri olan alanlar mezarlık olarak seçilir (UHK 214). Defin ruhsatı alınmadıkça ve ibraz olunmadıkça hiçbir cenaze gömülemez. Defin ruhsatında ölenin kimliği, adresi, ölüm sebebi ve gömülmesine izin verildiği açıkça belirtilir (UHK 215m). Belediye hekimi olan yerlerde defin ruhsatı bu tabipler tarafından verilir. Belediye tabibinin bulunmadığı yerlerde hükümet tabiplerince (günümüzde sağlık ocağı hekimince) ölünün muayene edilmesinden sonra verilir. Ölümüne sebep olan hastalık sırasında öleni tedavi eden hekimin verdiği ruhsatname resmi tabipler tarafından tasdik edilmek şartıyla geçerlidir (UHK 216m).

Hükümet ya da belediye tabipleri gerektiğinde hastayı tedavi eden hekimden ölüm sebebinin saptanması için rapor isteyebilirler. Böyle bir istek yapıldığında o hastayı tedavi eden hekim (müdavi hekim) bu raporu vermek zorundadır (UHK 217). Hastane ve diğer resmi sağlık kurumlarında defin ruhsatı o kurum müdür veya baştabibi tarafından verilir ve usülüne uygun olarak resmi tabiplerce onaylanır (UHK 218). Hekim bulunmayan yerlerde ölülerin muayeneleri sağlık memurları ve bu iş için yetiştirilmiş memurlarca yapılır ve defin ruhsatı bunlar tarafından verilir. Bunların da bulunmadığı yerlerde Jandarma Karakol Komutanları ya da köy muhtarları tarafından verilir (UHK 219). Her belediye ve belediye olmayan yerlerde defin ruhsatı verenler bu iş için bir kayıt defteri tutarlar. Bu deftere ölenin ismi, adresi, ölüm tarihi, belli ise ölüme yol açan hastalık ve defin ruhsatını verenin adı yazılır. Bu bilgi her ay sonunda toplanarak öbür ayın 15'ine kadar en yakın hükümet tabipliği veya sağlık müdürlüğüne bildirilir. Sağlık kurumlarınca da yerel nüfus idarelerine ihbar olunur (UHK 220). Ölü muayenesinde kaza veya bulaşıcı hastalıktan şüphe edildiğinde, ilgili makamlara haber verilmeden defin ruhsatı verilmez (UHK 221). Mezarlıklarda her mezara bir ölü defnedilir ve mezarlıkların bulunduğu arazinin yapısına göre belirlenecek bir zaman geçmeden aynı yerde ikinci bir ölünün defnine müsade edilemez. Bu süre beş seneden az olamaz (UHK 223).

Şüpheli ölümlerin ihbarı: Adli bir olay nedeni ile acil tedavi ve ameliyata tabi tutulan bir hasta ve yaralının ölümü halinde hemen bölgenin Cumhuriyet Savcılığına ölüm ihbarı yapılmalıdır. Suçlara dair ihbarlar sözlü veya yazılı olarak Cumhuriyet Savcılığına, zabıta makam ve memurlarına ve sulh hakimlerine yapılabilir. Bu ihbarlar kanuni makamlara iletilmek üzere vali ve kaymakamlara da yapılabilir. Sözlü ihbarlar üzerine zabıt varakası tutulur (C.M.U.K 151)

Adli soruşturmayı gerektiren bir olayda, ölen kişiyi keşif ve otopsi yapmadan gömme eylemi TCK 297. maddesine girer (Yargıtay 2. Ceza Dairesi 3.2.1988). T.C.K 297: Maktülün (Ölenin) cesedini saklayan ve saklatan veya Hükümete haber vermeksizin ve keşif olunmaksızın gömen veya gömdüren kimseler üç aydan bir seneye kadar hapis ve ağır para cezası ile cezalandırılır.

III- TIBBİ GİRİŞİMLER NEDENİYLE HEKİMİN CEZA SORUMLULUĞU

Ceza hukuku " Kusursuz suç olmayacağını belirtmiştir". Kişi eyleminden doğacak sonucu tahmin edemezse bu eylem suç olarak kabul edilmez. Sonuç öngörülebilir değilse, kişi kendisinden beklenen özeni gösterse bile netice meydana gelebiliyor, dikkat ve özene rağmen fiilin meydana gelmesine engel olunamıyorsa bu gibi neticeleri doğurabilecek hareketlerden çekinmesi hiçkimseden istenmeyeceği için ortada kusurluluk yoktur. Kusurluluğun kasıt (amaçlama) ve taksir (ihmal = savsama) olarak iki türü vardır. Her iki kusur tipinde de ortak olan fiilin istenmesidir. Dolayısıyla suçlar da kasıtlı ya da taksirli suçlar olmak üzere ikiye ayrılabilir.

Kasıtlı suçlarda kişi eyleminden doğacak sonucu öngörerek, tahmin ederek ve bu sonucu isteyerek suçu işler. Kasıtlı suçlara örnek olarak kasıtlı adam öldürme (T.C.K 448, 449 ve 450. maddeleri) ile kasıtlı adam yaralama (müessir fiil=etkili eylem=darp) (T.C.K 456 ve 457. maddeleri) suçları örnek olarak verilebilir. Ötenazi “iyileşmesi mümkün olmayan hastanın öldürülmesi ya da tedavisinin kesilerek ölüme terkedilmesi” kasıtlı adam öldürme suçuna girmektedir (T.C.K 448. m). Tıbbi girişim esnasında neden oldukları yaralama ve ölüme sebebiyet durumlarında hekimler hakkında özel yaptırım getiren bir kanun yoktur. Genel olan T.C.K 455 ve 459. maddeleri kullanılmaktadır. Sağlık mensuplarının kusur oranları (kusurlulukları) Yüksek Sağlık Şurasınca tespit edilir.

IV- YÜKSEK SAĞLIK ŞURASININ KURULUŞ VE ÇALIŞMA ESASLARI

Yüksek Sağlık Şurasının Kuruluş ve Çalışma esasları, Sağlık Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun Hükmünde Kararnameye göre yeniden düzenlenmiştir. Anılan kararnameye göre Yüksek Sağlık Şurası, önemli sağlık konuları hakkında ve tıbbi uygulamalar sonrası oluşan adli nitelik kazanmış olaylarda görüş bildirmekle yükümlü kılınmıştır. Sağlık Bakanlığınca ülkede hizmetleri veya eserleri ile tanınmış kişiler arasından 11 üye seçilmektedir. Görev süreleri 1 yıldır. Ayrıca Bakanlık Müsteşarı, Araştırma Planlama Koordinasyon Kurulu Başkanı, Temel ve Tedavi Hizmetleri Genel Müdürleri ile Birinci Hukuk Müşaviri Şuranın doğal üyeleridir. Yılda en az bir kere toplanma şartı getirilmiş olup, bakanlığın gerekli görmesi halinde olağanüstü toplantılar yapılabilmektedir.

1219 sayılı Kanunun 75. maddesine göre tıbbi uygulamalar sonrası oluşan durumların adli nitelik kazanması durumunda açılan ceza davalarında, ilgili mahkemenin diğer bilirkişilere başvuru hakkı saklı kalmak kaydıyla Yüksek Sağlık Şurasının görüşünün alınması zorunludur. Ceza Mahkemeleri için bağlayıcı niteliği olan bu husus, Hukuk Mahkemeleri için geçerli değildir. Bu doğrultuda tıbbi yardım ve müdahaleler sonrası oluşan durumlarda açılan tazminat davalarında mahkeme Yüksek Sağlık Şurasının görüşünü almadan diğer bilirkişilerin görüşü doğrultusunda da hüküm kurabilir.

V- HEKİMİN ACİL MÜDAHALE ZORUNLULUĞU VE KAÇINMA BİÇİMİNDEKİ SUÇLARI

Hekimlik mesleğini icra eden veya icra etmeye resmen yetkili olan kimseler, hayatı tehlikede olan bir hasta veya yaralının tedavisi için davet edilmeleri halinde, zamanında çağrıya uymak zorundadırlar. Ancak davetin hastanın yakınları ya da resmi görevliler (polis, jandarma) tarafından yapılmış olması gerekir. Hasta ve yaralı ile ilgisi olmayan bir kişinin haber niteliğinde olmak üzere doktora bir hastanın ya da yaralının tehlikede olduğunu söylemesi çağrı sayılmaz. Hasta ve yaralının yeri uzaksa doktor uygun bir taşıt aracı ile götürülür. Ancak ilkyardıma muhtaç hastanın bulunduğu bölgeye yakın yerde resmi sıfatlı ve bu işlere bakmakla görevli bir tabip (sağlık ocağı tabibi v. d.), sağlık merkezi ya da hastane gibi sağlık kuruluşları varsa, veya daha yakında başka hekimler bulunuyorsa, davet halinde hekim isterse hastaya gidebileceği gibi, yakında bulunan bir hekimin çağrılmasını ya da bir hastaneye götürülmesini de önerebilir. Kamu kuruluşlarında ve tüzel kişiliği olan kurumlardaki hekim ve diğer sağlık mensupları hastayı kabul etmek zorundadır. Özel olarak çalışmasını yürüten bir hekim bir yerde yalnız çalışıyorsa hastayı kabul etmemezlik yapamaz. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 9.01.1991 tarih, E1, K1 sayılı kararı, acil durumlarda hekimin hastaya gitmek zorunda olduğunu, aksi halde sorumlu tutulacağını kabul etmektedir. İlk yardım ve acil tedavi yerel olanaklara ve koşullara en uygun biçimde yapıldıktan sonra hekim tarafından gerekli görülürse hasta bir hastaneye sevkedilir. Yerel olanakların kısıtlılığından gelişecek durumlardan hekimin kanuni sorumluluğu söz konusu edilemez.

Acil tedavi; hayatı tehlikede olan ve erken müdahale ile kurtulması mümkün olan hastalar ya da yaralılar için söz konusudur. Acil tedavide hekimin hem kısa sürede belli bir disiplin içinde pek çok şey yapması birçok bilgi ile dolu olması ve öncelikle hayatı kurtaracak şekilde hareket etmesi beklenmekte, hem de hukuki sorumluluklarından hiç ödün vermemesi ve hukuk kurallarını eksiksiz olarak yerine getirmesi istenmektedir. Hekimler acil durumdaki hastaya yardım etmekle yükümlüdürler. Eğer hekim acil durumdaki bir hastaya yardım etmez ve hastanın ölümüne, hastalığının ağırlaşmasına veya hastalığının ağır durumunun sürmesine neden olursa “kusurlu etkili eylem” veya “adam öldürmeden” sorumlu olacaktır. (Yüksek Sağlık Şurası 25.2.1970/6324, Yargıtay 4. Ceza Dairesi 28.2.1970, 28.2.1945/1394. 6).

Türk Tabipleri Birliği Kanunu 38. maddesine göre; Türk Tabipleri Birliği Haysiyet Divanı kanunun yüklediği görevleri yerine getirmeyen hekimler hakkında inzibati (mesleki ve disiplin cezası) ceza vermeye yetkilidir.

VI- HEKİMLERİN SIR SAKLAMA VE İHBAR(HABER VERME) YÜKÜMLÜLÜKLERİ

Hekimlik gibi kişinin yaşama alanına giren mesleklerde kişinin gizli ve özel sırları hakkında edinilen bilgilerin "meslek sırrı" olarak saklanması zorunludur. Aksi takdirde "sır sahibinin kişilik haklarına " saldırı olacağından doktorun cezai ve hukuki sorumluluğu olacaktır. Bazı mesleklerde çalışanların, işlerini düzenli yapabilmeleri için kendilerine başvuranlar ile güvene dayalı bir ilişki kurmaları gereklidir. Hekime başvuran kimse, zorunlu olarak, sağlığına kavuşmak için kendisi veya yakınları ile ilgili bazı özel bilgileri aktarmak durumundadır. Hekim bu bilgilerin yanı sıra bireyin kendisine özgü, başkaları tarafından bilinmesi istenmeyen özellikleri hakkında da bilgi sahibi olur. Meslek sırrı olarak nitelenen bu bilgilerin saklanması tıbbi deontoloji tüzüğüne göre zorunludur, açıklanması meslek ahlakına aykırıdır. Ayrıca kişilik haklarına da saldırı olması nedeniyle meslek sırrının açıklanması Türk Ceza Kanunu'nda da yer almıştır.

Bir hasta ya da yaralının başkaları tarafından bilinmeyen ve duyulması hoş karşılanmayacak özellikleri ve hastalıkları sır sayılır. Toplumun ayıplamasını, tiksinmesini, hastanın ekonomik durumunu ve geleceğini etkileyen hastalık, yasal olmayan kürtaj, evli olmayan kadının çocuk doğurması veya düşürmesi, intihar gibi toplum içinde kişinin onur ve saygınlığı ile ilgili olaylar sırdır. Toplumun üzerinde durmadığı, her yerde söylenebilen hastalıklarla ilgili bilgiler ya da hastanın herkes tarafından bilinen yönleri sır değildir. Ancak grip, trafik kazasında yaralanma gibi sır niteliğinde olmayan bu tip sağlık durumlarının gizli tutulması için hekime tenbih edilmişse aynı şekilde meslek sırrı olarak saklanmalıdır. Meslek sırrının ifşası (açıklanması) kanunla da yasaklanmıştır.

T.C.K’nun 198. maddesine göre; “bir kimse meslek ve sanatı icabı olarak açıklanmasında zarar meydana gelebilecek bir sırra vakıf olupta yasal bir sebebe dayanmaksızın o sırrı açıklarsa 3 aya kadar hapis ve para cezasına mahkum olur”.

Meslek sırrı; bir mesleğin yapılması sırasında öğrenilen, sır sahibi tarafından açıklanmaması öngörülen ve gerçekte başkaları tarafından bilinmeyen, bireyin özel yaşamına ilişkin bilgi ve olay olarak tanımlanmıştır. Meslek sırrı yalnızca mesleğin yapılması sırasında öğrenilen bilgiler olmayıp aynı zamanda mesleğin kendisi ile de ilgili olmak durumundadır. Yalnızca hastanın aktardıklarından ibaret değildir, hekimin muayene bulguları da sır kapsamındadır. Dikkatsizlik veya önlem almama gibi nedenlerle sırrın başkası tarafından öğrenilmesi hekimin cezalandırılmasını gerektirmez, ancak hukuki sorumluluk doğurur. Sırrın geçerli olmayan nedenlerle açıklanması suçu oluşturur. Kendileri de meslek sırrı ile bağlı olanlara sırrın açıklanmasının suç olmadığı bildirilmektedir. Olgu tartışmaları, hekimin hekime bilgi vermesi, hastane protokol defterine kayıt yapılması gibi.

Hekim, resmi istemler veya mahkemeler dışında hiçbir kuruma hasta hakkında rapor veremez. Aile çevresine hastalığın prognozunun söylenmesi suç değildir.

Hukuki konularda da hekimler meslek sırrını açıklayamaz. Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 48. maddesine göre kendisine sır verilen kimse mahkemeye çağrıldığı takdirde olayın meslek sırrı oluşturduğunu öne sürerek şahitlikten çekilme hakkına sahiptir. Bunu mahkemeye bildirir. Ancak yasal bir sebep ve daha üstün bir çıkarı korumak düşüncesi ile sırrın açıklanması olanağı vardır. Yaralı ya da hastanın yararına olacaksa veya mağdur sırrının açıklanmasına izin verirse sırrın açıklanması uygundur. Verdiği raporun gerçeğe uygun olmadığı ileri sürülürse gerçeğin kanıtlanması için hekim meslek sırrını açıklayabilir.

Halk sağlığı için tehlikeli bazı bulaşıcı hastalıklar ve zehirlenmelerin de duyurulması zorunludur.

Sır sahibi hastanın rızası ile yapılacak açıklama hukuka uygundur. Ancak hekim açıklamanın zararlı sonuçları olacağı durumlarda konuşmamalıdır. TCK 530. madde kapsamına giren hallerde (suç ihbarı söz konusu ise) sır saklama hasta ve yaralının korkmadan hekime ve hastaneye gidebilmesi ve kendisini tedavi ettirmesi için insancıl bir görüşle gerekli görülmüştür. Önemli bir sebepten ötürü hasta ve yaralının zararına da olsa meslek sırrının açıklanması olanağı vardır. Yaralanmış, zehirlenmiş veya saldırıya uğramış bir kimseyi tedavi eden hekimin olayı adalete bildirmesi mağdura ait bir sırrın açıklanması anlamına gelmez. Çünkü sır mağdura ait olmayıp saldırıyı yapan kişi için önemlidir.

T.C.K. 530. maddesine göre “Hekim, cerrah, ebe yahut sıhhıye memurları eşhas (şahıslar=kişiler) aleyhine işlenmiş bir cürüm asarını (suç belirtisini) gösteren ahvalde (durumda) sanatlarının icabettirdiği yardımı ifa ettikten (uyguladıktan) sonra keyfiyeti (durumu) adliyeye veya zabıtaya bildirmezler yahut ihbar hususunda teahur (gecikme) gösterirlerse bu ihbar kendilerine yardım ettikleri kimseyi takibata (koğuşturmaya) maruz kılacak ahval (durum) müstesna (ayrık) olmak üzere hafif cezayı nakdiye (para cezası) mahkum olurlar”.

T.C.K.'nun 235.maddesine göre “Memurlar görevlerini yaptıkları sırada kamu adına kovuşturmayı gerektirecek bir suç işlendiğini öğrenip de ilgili yerlere bildirmekte ihmal ve gecikme göstermeleri durumunda” cezalandırılır.

TCK'nun 296. maddesinde; “Cürüm işleyenleri saklamak ve cürmün delillerini yok etmek cürümlerini tanımlamaktadır. Bu madde kapsamında hekimler, tedavi ettikleri hastalarının sanık veya aranan bireyler olması durumunda, "yardım ve yataklık etme" suçlarından yargılanıp mahkum edilebilmektedirler.

Sağlık hizmeti yapan hekimler için düzenlenen bu yasa maddesinde hekimlerin suç duyurusu için bazı koşullar söz konusudur: Yasaya göre suç duyurusu, kişi aleyhine işlenen suçlar konusunda yapılabilecektir. Bu nedenle hekimin kişi aleyhine işlenen suçların dışında suç duyurusu yükümlülüğü bulunmamaktadır.

Şahıslar aleyhine işlenen suçlar Türk Ceza Kanunu'nda tanımlanmıştır; bunlar adam öldürme, yaralama, terk etme veya fena muamele gibi suçlardır. Ancak çocuk düşürme veya intihar girişimi gibi olaylarla karşılaşıldığında bu suçlar kişi aleyhine işlenen suçlar kapsamında olmadığı için hekim suç duyurusunda bulunmak zorunda değildir. İhbarda bulunduğunda meslek sırrını açıklamaktan sorumlu tutulabilir.

Bundan başka, yasada, hakkında suç duyurusu yapılacak kişinin bir suçun faili olmaması gerektiği belirtilmektedir. Muayene edilen hasta, hakkında kovuşturma yapılacak kişi yani fail ise, hekimin bu durumda suç duyurusu yapma yükümlülüğü yoktur. Bu özelliğin yasaya konmasının amacı; hekimin asıl görevi olan sağaltım işlevini yerine getirebilmesi ve bu görevi nedeniyle ortaya çıkan sırrı saklayabilmesidir. Buna ek olarak kişilerin sanık veya suçlu da olsalar, ihbar edilerek yakalanacaklarını düşünüp hekime başvurmaktan çekinmelerinin önlenmesi, yani yaşam ve sağlıklarının korunması amaçlanmıştır.

Hekim gerek suçun niteliği, gerekse kıygının (mağdurun) yasalar karşısındaki durumunu bir hukukçu gözü ile değerlendiremez. Hekim, hastasının kişiler aleyhine bir suç işleyip işlemediğini, bu suçun onu kovuşturmaya uğratıp uğratmayacağını kişisel olarak değerlendirebilecektir. T.C.K. 296. maddesinin hekimlere uygulanması söz konusu olabilmektedir. Ancak bu konuda hekimler için özel bir hüküm (530) getirilmiş olması nedeniyle 296. maddenin uygulanma alanının kalmadığı öne sürülmektedir. Bu konudaki bir başka görüş; devlet memuru olan hekimlerin ve resmi sağlık kurumlarının, TCK 235. maddesi nedeniyle ayırımsız, hakkında suç duyurusu yapılması gereken tüm hasta ve yaralıların ihbar edilmesi gerektiğidir. Bu konuya tam bir açıklık getirilmemiştir.

Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği 86. maddesine göre; yataklı tedavi kurumlarında muayene ve tedavi edilen vakaların T.C.K. 530. maddesinin müstesna kıldığı haller dışında gecikmeksizin Cumhuriyet Savcılığı'na haber verilmesi zorunludur. Ayrıca yaralı ve cesetten elde edilen delil niteliğini haiz eşyanın adli makamlara aynen ve gecikmeksizin teslimi gerekir. Resmi veya özel sağlık kurumlarında çalışan hekimler muayene ve sağaltım yaptıkları hastaları ile ilgili kayıtlarını titizlikle ve ayrıntılı olarak tutarlar. Gerektiğinde hastaları hakkında adli kurumlarda bilgi vermeye çağırılabilirler.

VII- HEKİMLERİN KİŞİLER ALEYHİNE İŞLEDİĞİ SUÇLAR

TCK’nun 448. maddesine göre; “Hekim bir kimseyi acısını dindirmek için kasten öldürürse (ötenazi) 24 seneden 30 seneye kadar ağır hapis cezasına çarptırılır (adiyen katil). Öldürülen kişinin cinsiyet, ırk, milliyet ve sağlık durumu yönünden ayırımı söz konusu değildir. Anomalili doğan canlı varlıkların öldürülmesi de bu suçu oluşturur. Uterustaki fetusa müdahale adam öldürme olarak nitelendirilmez. Öldürme kasdıyla aç bırakma da bu madde içinde değerlendirilir. Kişinin isteği ve izninin olması suçu kaldırmaz.

Tedavi amacına yönelik olmayan yardımlar hastanın rızası bulunsa da hukuka aykırıdır. Hukuka uygunluk için tıbbi girişimin tedavi amacına yönelmiş olması gerekir. Her ne sebeple olursa olsun (kanunda ayrıca belirtilmemişse) kişinin tedavi amacı dışında bir organının kesilmesine rıza göstermesi suç kastını ortadan kaldırmaz.

VIII-HEKİMİN HUKUKİ (TAZMİNAT) SORUMLULUĞU

Hekimler meslekte bir kusur yapmaları halinde cezadan ayrı özel hukuk yönünden de sorumlu olurlar. Ceza hukukunda hukuka aykırılık devletin cezalandırma hakkının kullanılması; özel hukukta ise zarar görenin zararının tazminiyle sonuçlanmaktadır. Bir kimseyi bile bile ya da ihmal yoluyla zarara uğratan kişi bu zararı ödemekle yükümlüdür. Hukuk davaları ceza davalarının sonucuna bağlı değildir (Borçlar Kanunu (B.K.) 53. madde). Ceza sorumluluğu olmayan bir kişinin hukuki sorumluluğu olabilir. Bir ceza davasından beraat etmiş olabilen kimse hakkında hukuk ve tazminat davaları açılabilir.

Tazminat miktarının kapsamını tespit etmeden evvel, zararın gerçek miktarının belirlenmesi gerekir. Genellikle zararın kesin miktarı, zarar görenin mahkemeye sunacağı belgeler ve bilirkişi incelemesi ile ortaya çıkacaktır. Zararın varlığının tartışmasız olduğu ancak, miktarının kanıtlanamadığı hallerde hakim, B. K nun 42. maddesi gereğince kendi takdir hakkını kullanarak zarar miktarını tespit edebilir.

IX- TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE YÖNELİK HEKİM TUTUMU VE YASAL DÜZENLEMELER

A-CEZAEVİ HEKİMİNİN GÖREVLERİ:

Ceza İnfaz Kurumları ile Tevkif Evlerinin Yönetimine ve Cezaların İnfazına Dair Tüzük’e göre; müstakil müşahede ve sınıflandırma merkezleri ile müşahede ve sınıflandırma merkezi olarak kabul edilen veya teşkilatı müsait bulunan kurumlarda yeteri kadar tabip bulundurulur. Ancak müstakil tabibi bulunmayan kurumların sağlık işleri mahalli hükümet veya belediye tabipleri tarafından asli görevlerinin müsadesi oranında yerine getirilir (45. m). Tabip; kurumun şartlarını düzenlemek, hükümlü ve tutuklularla kurum personelinin muayene ve tedavisini yapmakla yükümlüdür (37. m). Tabip, kurumu sık sık denetler ve acele tedbir alınmasını gerektiren önemli hastalıklar hakkında derhal müdüre rapor verir. En az onbeş günde bir defa olmak üzere kurumu tamamiyle gezerek sağlık durumuna ve lüzumu halinde alınması gereken tedbirlere dair düşüncesini raporla müdüre bildirir (38. m). Tabip, kurum tarafından satın alınan bütün gıda maddelerini muayene ve bunların kabul veya reddine dair düzenlenecek tutanağı imza eder (39. m). Tabip, temarüz eden hükümlü ve tutuklularla tedaviden kaçmaya çalışanların ve kurumun sağlığını bozacak şekilde hareket edenlerin adlarını müdüre bildirir (40. m). Tabip, kurumda çıkan hastalıkların nev'i ve hastalananların sayısına, hastalıkların önüne geçmek için uygun gördüğü tedbirlere ve ayrıca iaşenin kalitesine, miktarına ve dağıtım şekillerine, hükümlü ve tutuklular ile personelin temizliğine ve elbiseleri ile yatak takımlarına, kurumun sıhhi tesisat, ısıtma, aydınlatma ve havalandırma tesislerinin sağlık şartlarına uygun bir şekilde yürütülüp yürütülmediğine dair hususları, her ay sonunda, hazırlayacağı bir raporla müdüre bildirir. Müdür bu raporda belirtilen tavsiyelerin yerine getirilmesi için gerekli tedbirleri alır (41. m).

Zincir ve demire vurma önlem olarak uygulanamaz. Kelepçe, akıl hastaları için kullanılan gömlek ve benzeri bedensel hareketi kısıtlayıcı araçlar aşağıdaki haller dışında kullanılamaz: a) Sevk ve nakil sırasında kaçmasını önlemek için b) Tıp görevlisinin talimat ve gözetiminde olmak üzere tıbbi nedenlerle c) Diğer kontrol yöntemlerinin yetersizliğinde hükümlü ve tutuklunun kendisine veya başkalarına zarar vermesine veya eşyayı tahrip etmesine engel olmak için müdürün emriyle tıp görevlisine derhal danışılması ve durumun ilgili idari makama bildirilmesi koşuluyla (172. m). Hücre hapsi cezasının infazından önce hükümlü; tabip tarafından muayene edilir. Muayene sonunda hükümlünün bu cezaya katlanamayacağı anlaşılırsa, infaz sonraya bırakılır veya tabibin uygun göreceği aralıklarla yerine getirilir. Ceza süresi içinde hükümlü, tabibin gözetim ve denetimi altında bulundurulur (173. m).

B- HASTANELERE GETİRİLEN TUTUKLU VE HÜKÜMLÜLERE YÖNELİK HEKİM TUTUMU:

Tokyo Bildirgesinin ön deyişinde "Tıbbı insanlığın hizmetine sunmak, kişiler arasında herhangi bir ayrım yapmadan beden ve ruh sağlığını korumak ve iyileştirmek, hastaların acılarını dindirmek ve onları rahatlatmak, tıp doktorlarına tanınmış bir ayrıcalıktır" denilmektedir.

Türk Tabipler Birliği'nin Aralık 1994 te bu konuyla ilgili bir bildirgesi yayınlanmıştır.

1. Hastanede karşılaştığımız mahkum bizim için bir hastadır. Bu bağlamda hasta hekim ilişkisinin konusu olmayacak şekilde şahsın yargılanmasına veya hüküm giymesine gerekçe olan nedenin araştırılması anlamlı değildir.

2. Kişinin hastaneye giriş kaydının yapılması sağlanmalıdır.

3. Sorulduğu takdirde, hekim adını ve soyadını açıkça belirtmelidir.

4. Muayeneler sırasında hastaların kelepçeleri açtırılmalı, klinik özgürlük koşullarına ve hasta haklarına uygun tam bir ortam sağlanmalıdır. Bunun için muayene ortamlarında hasta ve sağlık personeli dışında kimse bulunmamalıdır. Bu hasta ve hekimin hakkı ve hekimin görevidir.

5. Muayene sırasında herhangi bir darp izi saptanırsa, bu bir tutanakla tespit edilmeli, kurum amirliği ve ilgili tabip odasına bildirilmelidir.

6. Tanısal yaklaşım için gerekli olan tüm tetkikler istenmeli ve bu konuda dış etkilenimlere kapalı olunmalıdır.

7. Hastalığı, tedavisi ve prognozu ile ilgili bilgiler bizzat hastanın kendisine belirtilmelidir.

8. Tüm bu bilgiler sevk kağıdına ad, soyad ve diploma numarası açık olacak şekilde belirtilmelidir.

9. Hastaneye yatırmanın gerekli olduğu durumlarda dış etkiye maruz kalmaksızın tıbbi kanaatin gerektirdiği şekilde tavır alınmalıdır. Bu konudaki itirazlar resmi evraka imzalı bir tutanak şeklinde geçirilmelidir.

10. Mahkumların hasta yataklarına zincirlenmesi, kelepçelenmesi veya birtakım tıbbi girişimlerin bunların eşliğinde gerçekleştirilmesi mutlaka engellenmelidir.

11. Hasta odalarında jandarma ve gardiyan bulundurulmamalıdır. Hastane ve eklentilerinde yetki ve sorumluluk hekimindir. Hekimler bu yetkilerini hekim dışı kişilere devredemez.

12. Mahkum koğuşları hastanelerin bir eklentisidir. Bu sağlık kurumunun iç işleyişinden hekim sorumludur. Burada bulundurulan hastaların tedavi ve bakımları aksatılmamalıdır. Gerekli sayıda sağlık personeli bulundurulmalı ve acil girişim için gerekli donanım sağlanmalıdır.

13. Hastaların tıbbi ve cerrahi tedavileri tıp dışı nedenler ve dinamiklerle aksatılmamalıdır.

14. Tüm hekimler bu tutumu almakla yükümlüdür, bu tutumlardan dolayı zarar gören hekimler bu durumu acilen en yakın tabip odası ve TTB'ne bildirmelidirler.

Konuyla ilgili olarak Jandarma Genel Komutanlığı'nın 10 Ocak 1989 tarihli tamiminde şöyle denilmektedir;

Muayene için jandarma muhafazasında sağlık kuruluşlarına götürülen hükümlü ve tutukluların, muayene odalarında doktor tarafından muayene edilmeleri sırasında meydana gelebilecek firar olaylarını önlemek üzere alınacak emniyet tedbirleri aşağıda belirtilen esaslar dahilinde yapılacaktır. 

1. Muayene odasında kapının dışında firara yarayacak pencere veya başka bir çıkış yoksa, yani oda muhafazalı ise bu takdirde muhafız jandarma, muayene sırasında kapının dışında bekleyecek, içeri girmeyecektir.

2.Muayene odasının dışarıya bakan penceresi varsa ve bina dışında emniyet tedbiri alma imkanı mevcutsa, muhafız jandarma hem kapının dışında, hem de muayene odasını görecek şekilde dışarıda tedbir alacaktır.

3. Muayene odasının kapıdan başka dışarıya çıkışı varsa ve dışarıda emniyet tedbiri alma imkanı yoksa bu takdirde muhafız jandarma muayene odasına girecek, ancak doktorun muayene yaptığı paravanlı bölmenin uzağında emniyet tedbiri alacaktır.

Yataklı Tedavi Kurumları İşletme Yönetmeliği 75. maddeye göre;

Yataklı tedavi kurumlarına yatırılan tutuklu ve hükümlülerin kurumda kaldıkları sürece muhafazaları ilgili adli makamlarca sağlanır. Bu gibilerin kaçmasından veya suç işlemelerinden kurum idaresi sorumlu tutulamaz. Ancak kurum yöneticileri tutuklularla ilgili hasta ziyareti ve benzeri işlerle kontrol ve muhafaza işlerinde adli sorumlulara yardımcı olacak özel tertip ve tedbirler aldırır, durumdan devamlı bilgi sahibi olur. Kurumda hükümlülere mahsus demir parmaklıklı, pencereli koğuş veya oda bulunmadığı veya bunlara ayrılan yataklar dolu olduğu takdirde hükümlü ve tutuklu, ilgili adli makamlarca başka bir kuruma sevkedilir. Adli mercilerce müşahede altına alınmasına lüzum görülen vakalar, ancak müsait yerleri veya ilgili uzmanı bulunan kurumlara sevkedilebilir. Tutuklu ve hükümlülerin yattığı kurumlarda, bütün inzibati sorumluluğu üzerine alan cezaevi sorumlularınca yeteri kadar muhafız bulundurulur. Tutuklu ve hükümlü hastalar ve bunların muhafazası ile ilgili görevliler kurum disiplinine uymaya mecburdurlar.

X- AÇLIK GREVLERİNDE HEKİM TUTUMU

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi'nin 5739-90 sayı 12.11.1990 tarihli genelgesi (Açlık grevleri karşısında hekimlerin alması gereken önlemler):

Açlık grevi yapan kişiye hekimin karşılaşacağı tıbbi sorunları anlatması gerekir.

Açlık grevi yapan kişi zorla beslenmemelidir. (Dünya Tabipler Birliği Bildirgeleri-Tokyo Bildirgesi Madde5.)

Açlık grevi yapan kişi sık sık muayene edilmeli, tespit edilen bulgular düzenli olarak sağlık kartına kaydedilmelidir.

Açlık grevi yapan kişi direnci düşeceği için sessiz, havalandırması iyi, ılık ve hafif nemli bir yerde bulundurulmalıdır. En basit travmalar bile bu kişilerde öldürücü olabilir.

Yaşamını sürdürebilmesi için, dilerse tuz ve şeker almasına izin verilmeli, tuz-şeker kısıtlaması yapılmamalıdır.

Yapılan muayenelerde, sağlık açısından kritik bir durum ortaya çıktığında tutuklu/mahkum derhal hastaneye sevkedilmelidir.

Açlık grevini bırakan kişiler, hemen normal beslenmeye alınmamalı, grevde kaldığı süreyle paralel olarak gerekirse damardan sıvı verilmesi şeklinde azar azar, yumuşak basit gıdalarla beslenmelidir.

Açlık grevi sonrası oluşan enfeksiyon, bilinç bulanıklığı, derin anemi v.b durumlar özel olarak değerlendirilmelidir.

Açlık grevinde bulunan kişinin sağlığının sorumluluğu büyük ölçüde hekimin üzerindedir. Hekime bu çerçevede tıp-dışı gerekçelerle baskı yapılması engellenmelidir.

TTB'nin 1994 Aralık Tarihli Bildirgesi;

Açlık grevi, genellikle cezaevlerinde, daha az olarak başka yerlerde başvurulan bir protesto biçimidir. Açlık grevi yapan kişi karşısında hekim şunları yapmalıdır;

1. Açlık grevindeki kişinin sağlık durumu ile ilgili bir kart çıkarır. Kişinin ayrıntılı bir tıbbi öyküsünü alır. Tam bir fizik muayenesini yapar. Hangi gün (1. gün görmesi tercih edilir) kişiyi gördüyse; genel durum, kilo, tansiyon, nabız vb. bulguları karta işler.

2. Açlık grevindeki kişiye, açlık grevinin olası sağlık sorunlarını anlatır. Vücut bakımının düzenli yapılması gerektiği konusunda bilgi verir (diş, ayak, vücut, tuvalet bakımı gibi).

3. Hergün kişiyi görür ve gereken muayeneleri yapar. Sonuçları karta işler.

4. Olanak varsa, kan ve idrar tahlillerini yaptırır.

5. Özellikle kalp, böbrek, karaciğer, mide, endokrin hastalıkları olanlara, açlık grevinin daha fazla tahrip edici etkileri olduğunu anlatır.

6. Açlık grevi ölüm orucu niteliğinde değilse, kişilere alabileceği kadar ağızdan su, tuz, (beş bardak suya 1 çorba kaşığı), şeker (beş bardak suya 1 tatlı kaşığı) almasını söyler. Bu maddelerin alınması konusunda tıbbi rapor düzenler.

7. Kişinin durumu kötüye gittiğinde durumu kendisine iletir. Ancak açlık grevini bırakması konusunda kendisine baskı yapmaz. Zorla serum vb. verilmesi doğru değildir. Açlık grevi yapan kişilerin, ılık ve nemli bir ortamda, çok fazla fiziksel aktiviteye tabi tutulmaksızın bulunabilmelerini sağlar. Bu amaçla rapor düzenler.

8. Açlık grevinin 1. haftasından itibaren, olası acil durumlar için açlık grevindeki kişileri bilgilendirir ve gerekli hazırlıkları yapar.

9. Açlık grevi sırasında, kişilere zorla fiziksel aktiviteyi arttırıcı işler yaptırılmaması konusunda, yetkilileri uyarır.

10. Açlık grevi bir nedenle sona erdiğinde, tüm kişileri sistemik bir muayeneden geçirilir.

11. Açlık grevinden hemen sonra normal beslenmeye geçilmez. Özellikle ilk 3 gün karbonhidrattan zengin, ama kalorisi yüksek olmayan, hafif katı besinlerle başlanır. Giderek karbonhidrat miktarı azaltılarak, protein ve yağ oranları yükseltilir. Kalori yavaş yavaş arttırılır. Normal beslenmeye 5 günden önce geçilmemesi önerilir.

 

Diğer Belgeler:

Dünya Tabipler Birliği Tokyo Bildirgesi Madde5:

Bir hükümlü beslenmeyi reddettiğinde, eğer hekim gönüllü olarak reddetmenin yol açacağı sorunlar üzerinde kişinin tavrı ve doğru bir yargıya varacak yetenekte olduğu kanısında ise, bu kişiyi damardan beslemeyecektir. Hükümlünün böyle bir yargıya varma yeteneği ile ilgili karar, en azından bir başka bağımsız hekimce onaylanmalıdır. Beslenmeyi reddetmenin yol açacağı sonuçların hekim tarafından hükümlüye anlatılması gerekir.

Konuya ilişkin Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü'nün 6.12.1993 tarih 52530 sayılı yazısında şöyle denilmektedir;

“Adli Tıp Kurumu Başkanlığının 4.12.1993 tarih ve 93-727 sayılı Başkanlar Kurulu Kararı aşağıya çıkarılmıştır: “Gıda ve su almayı reddetme, tedaviyi kabul etmeme hallerinde, vücutta yıkım iki aşamada olur. 1. aşamada bedende görülen arızalar red olayının kalkması halinde kalıcı bir arıza bırakmadan düzelebilen ve reverzibl denilen dönem olup, bu dönemden sonraki 2. aşama olan ve irreverzibl denen dönemde kalıcı hastalıklar veya ölüm meydana gelir.

Bunlar kişinin bedensel yapısı, alışkanlıkları, yaşı ve başkaca kendisinde mevcut eski bir hastalığın bulunup bulunmaması ile çok değişik durumlar gösterir.

20-60 yaş dilimindeki kişilerde, önceden bir hastalığın veya başkaca bir yetersizliğin bulunmaması halinde su ve gıda almayı reddetmelerinde, 1. safhada; 1-Kiloda %15 kayıp, 2-Bacaklarda ve vücutta ödem başlaması, 3-Kan basıncının maksimum değerinin 90 mmHg nin altına düşmesi, 4-Vücut hararetinin 36°C derecenin altına düşmesi, 5-Adelelerde myokimi ve fasikülasyon ile krampların görülmesi, 6-Nabız sayısında azalma, 7-Solunum havasında aseton kokusunun alınması, 8-İshal ve kusmaların başlaması

Laboratuvar olarak; 1- Gıda alınmamasına rağmen kan proteinlerindeki azalmanın düşme hızının belirgin bir şekilde yavaşlaması, 2-Kan üresinin %60-70 mg. ın üstüne çıkması, 3-Kalp elektrosunda değişimlerin başlanması, 4-Kanda keton cisimlerinin (Asetoasetik asit, aseton, beta-hidroksi bütirik asit) artması, 5-Kan lenfositlerinin milimetreküpte 1500 ün altına düşmesi, gibi durumlardan herhangi birinin görülmesi, su reddinin 4. günü, gıda reddinin ise 10. günü geçmesi durumları hudut olarak 1. safhayı kapsayıp, bunlardan daha ağır değişimlerin olması halinde kalıcı ve ölüme yol açabilecek bir duruma işaret olarak kabul edilmesi gerektiği; dolayısıyla tıbbi açıdan, şahsın iradesine bakılmaksızın tıbbi müdahale yapılması gerektiği kanaatine Adli Tıp Kurumu Başkanlar Kurulunun 4.12.1993 günkü toplantısında varılmıştır”.

Adli Tıp Kurumu Başkanlar Kurulunun söz konusu kararı gereğince;

1. Açlık grevine giden ve tedavi kabul etmeyen tutuklu ve hükümlülerden kurum doktoru tarafından uygun görülenlerin tam teşekküllü sağlık kuruluşlarına sevklerinin sağlanması

2. Mülki amirliklerle ve sağlık kuruluşu yöneticileriyle temasa geçilerek; Adli Tıp Kurumu Başkanlar Kurulu'nun kararında belirtildiği şekilde, tutuklu ve hükümlülerin rızalarına bakılmaksızın tedavi ettirilmeleri hususunda gerekli işbirliği ortamının yaratılması için bilgi ve gereği rica olunur.

Adalet Bakanlığı Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü 7.4.1993 gün 12796 sayılı yazısında;

16-Açlık grevine girenler için ilk gün yemek çıkartılacak, yemekler alınmadığı takdirde makul bir süre beklendikten sonra geri alınacak, durum tutanakla tesbit edilecek ve ancak yeniden talepleri halinde yemek verilecektir. Açlık grevini bir günden fazla sürmesi halinde ikinci ve devamı günler için yemek çıkartılmayacak, açlık grevinin devamı süresince iaşe bedeli karşılığında şeker, bal, tuz, ıhlamur, çay ve meyvesuyu verilmesi sağlanacaktır. Hükümlü ve tutuklular tarafından ücreti karşılandığı takdirde iaşe bedeli dışında bu uygulamaya yer verilecektir.

17- Hükümlü ve tutukluların açlık grevine gitmeleri halinde veya varsa halen sürdürmekte oldukları açlık grevi nedeniyle cezaevi tabipliğince muayeneleri yapılarak, her bir tutuklu için düzenlenecek ayrı ayrı raporlardan sonra, hastaneye kaldırılmaları gerekenlerin bekletilmeksizin tam teşekküllü sağlık kuruluşlarına sevklerinin yapılması, buralara sevkedilen tutuklulardan tedavi kabul etmeyenler olduğu takdirde yeniden cezaevine iade edilmeleri önlenerek gözlem altında tutulmaları ve hayati tehlike sınırı içine girenlere tıbbi müdahalede bulunulması sağlanacak, bunların sağlık durumlarını gösterir raporlar mutlak alınarak bakanlığımıza faks ile gönderilecektir...

Adalet Bakanlığı Ceza İnfaz Kurumları ve Tutukevleri Genel Müdürlüğü’nün 1.12.1993 gün, 51420 sayılı yazısı;

1-Açlık grevine giden tutuklu ve hükümlülerin sağlık durumlarının, her gün sürekli olarak, kurum doktoru tarafından takip olunması, her tutuklu ve hükümlü için günlük sağlık durumunu gösterir takip dosyası açılması.

2-Açlık grevi nedeniyle sağlık durumları ciddi görülenlerin mutlaka Devlet Hastanelerine sevklerinin yapılması

3-İlgili sağlık kuruluşlarıyla temasa geçilerek Devlet Hastanelerinde bulunan tutuklu ve hükümlü koğuşlarındaki fiziki koşulların bir an önce düzeltilmesinin sağlanması

4-Özellikle süresiz açlık grevlerinde

a)Kurumda bir ambulansın devamlı hazır bulundurulması, kurumda ambulans bulunmadığı takdirde, mülki amirliklerden bu konuda yardım talebinde bulunulması

b)Kurum revirlerinin ihtiyaçlarının biran önce giderilmesi, gerektiği takdirde Bakanlığımızdan bu husus için ödenek istenilmesi.

c)Kurum doktoru yeterli olmadığı hallerde, vardiya sistemi uygulanarak 24 saat doktor bulundurulacak şekilde düzenleme yapılması, eksik doktor ihtiyacı için mülki amirlik ve sağlık müdürlükleri ile işbirliğine gidilmesi

d)Hastaneye sevkedildiği halde, tedaviyi kabul etmediği için cezaevine geri gönderilen tutuklu ve hükümlülerin herbiri için "tedaviyi kabul etmediklerine dair" tutanak düzenlenerek, tutanakların aslının takip dosyalarında saklanması, bir örneğinin son sağlık durumunu gösterir bir raporla birlikte faksla Bakanlığımıza gönderilmesi...

XI- TABİP ODALARININ GÖRÜŞLERİ

Hekim mesleğini uygularken deontoloji, tıbbi etik, uluslarüstü nitelikteki belgeler, anayasalar ve yasalarda belirtilen kurallara vicdani, insani ve de yasal gerekçelerle uymalıdır. Uygulamada hekimler sağlık hizmetinden kaynaklanan sorunlar dışında ek olarak olağanüstü koşulların eklendiği durumları da sıkça yaşamaktadır.

Hekim mesleki uygulamalarından dolayı, işkence ya da kötü muameleye katılmayı reddettiğinde kendisi ve yakınları baskı, tehdit, işi kaybetme riski gibi sorunlarla karşılaşmamalıdır. Bu durumlarda hekimin tıbbi etiğe saygı duyabilmesi ve ihlallere karşı çıkabilmesi için kendisine hertürlü destek verilmelidir. Bu destek görevi Tabip Odalarına düşmektedir.

Hekimler hasta ile karşılaştığında hastanın ve koşullarının durumunu ayrıntılı olarak değerlendirmeli ve hastanın yararına olan her şeyi yapmakla yükümlü olduklarını bilmelidir. Hastadan müdahale izni aldıktan sonra bu yardımı yapabilmesi için "klinik özgürlük" koşullarını sağlamalı, kimliğini hastaya açıklamalı ve hastanın kimliğini de tespit etmelidir. Eğer hastada bilinç kaybı varsa hekim herhangi bir acil vakada uygulanacak etik kurallara uygun biçimde müdahale etmelidir. Tedaviyi kabul eden ve bilincini kaybetmiş hastaya tıbbi yardım yapmamak da işkence anlamına gelir. İşkence sırasında sağlık durumu bozulan kişiye tedavi istenebilir. Böyle bir durumda hekim hastaya müdahale etmezse ve bundan dolayı hastanın sağlığında düzelmeyecek bir sonuca yol açacak bir bozulma meydana gelirse sorumlu olur.

Acil müdahale durumunda kalan hekimin, başvurunun resmi olmasını, tıbbi müdahalenin kendi inisiyatifinde ve belirlediği ortamda yapılmasını, müdahale sonrası izleme olanağının verilmesini, muayene ve tedavi ortamında güvenlik görevlilerinin bulunmamasını sağlamaya çalışması ve en kısa süre içinde durumu meslek örgütüne bildirmesi ilkesel bir davranış biçimidir.

 

BAŞA DÖN