e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Ocak 2003  Sayı: 96

 

Yeni Şişede Eski Şarap*

Doç. Dr. İlker Belek - Akdeniz Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Anabilim Dalı

8.gif (67812 bytes)Bu yazıyı, yeni Sağlık Bakanı’nın çeşitli basın organları aracılığıyla dile getirdiği görüşleri nedeniyle yazma gereği duyuyorum. Bunlar hep “yeni hükümetin, yeni dönemin, yeni Bakanın, yeni politikaları” başlığıyla sunuldular. Dolayısıyla, şimdilik, politikaların içeriğinden önce, bu “yeni”nin analiz edilmesinin gerekli olduğunu hissediyorum.

Yeni Bakan sağlık sisteminde aile hekimliği ve genel sağlık sigortasına geçileceğini, hastanelerin özerkleştirileceğini, sağlık kurumları ve hekimler arasına rekabet sokulacağını, hekimlerin performanslarına göre ücretlendirileceğini, hastalara hekim seçme hakkının verileceğini belirtiyor. Türkiye sağlık sektörünün sorunlarını çözecek asıl stratejinin rekabet olduğunu söylüyor ve bütün bunlar basına “yeni dönemin rüyası” olarak yansıyor.

Oysa, yukarıda sıralananların tümü, 1980’lerin sonuna doğru ortaya atılmış, 1990’ların başında da, o dönemin Sağlık Bakanı (ve yine bir hekim) Yıldırım Aktuna ve ekibi tarafından Sağlık Reformları olarak isimlendirilen bir bütünsellik içinde gündeme getirilmişti.

O Bakan’ın, bu Bakan’dan tek farkı, O Bakan’ın hastanelerin özelleştirilmesinden çok daha net biçimde söz etmesiydi. Şimdi ise, özelleştirme stratejisinin yerini, özel sektörün desteklenmesi, özel sektörden yararlanma gibi söylemlerin aldığı ve özerkleştirme stratejisinin öne çıkarıldığı görülüyor. Ancak, ikisi arasındaki bu farkın kendilerinden kaynaklandığı zannedilmemelidir. O dönemde uluslararası finans kuruluşları daha fazla özelleştirmeciydiler ve “Bizdekiler” de yalnızca Onlar’ın dediklerini yineliyor ve yapıyorlardı. Her zaman ve şimdi olduğu gibi.

Aile hekimliği de, özerkleştirme de, sağlık kurumları ve hekimler arasına rekabet sokulması da, bütün bunların tümü, esasen, sağlık hizmetlerinin piyasaya açılması olarak nitelenebilecek bir paradigmanın bileşenleridir. Son 20 yıllık geçmişimizde, hep, sağlık sektörüne piyasa kurallarının sokulması planlanmıştır. Piyasacı politikacıların önlerine aldıkları örnek ABD’dir ve “yeni” diye söyledikleri de, son 15-20 yıldır sağlık politikalarına el atmaya başlamış bulunan Dünya Bankası teknokratlarının geliştirdiği şeylerdir. Sağlık politikalarındaki sürekliliği görmek isteyenler bir önceki Bakanın ve MHP’nin seçim sonrası söylediklerine ve seçim programına bakabilirler.

Sağlık Reformları olarak bilinen süreç Türkiye ile sınırlı da değildir. 1980’lerin başından beri ve Dünya Bankası’nın yönlendirmesiyle bütün dünyada eş zamanlı olarak ve sosyal devletçi siyasal sistemi benimsemiş bulunan Batı Avrupa sınırlarını da kapsayacak biçimde uygulamaya sokulmuşlardır.

Sağlık Reformları ile temel olarak hedeflenen şey, yüksek ve orta-düşük gelirli ülkelerde biraz farklılık gösterir. Yüksek gelirli ülkelerde giderek artan kamu sağlık harcamalarını ve kamunun sağlıktaki sorumluluğunu sınırlamak-azaltmak öncelikli hedeftir. Buna karşılık diğer grupta sağlık harcamaları eskiden beri düşük olduğu için böyle bir şey zaten söz konusu olamazdı. Ancak, bu ikinci grup kapitalist ülkelerde, düşük olan sağlık harcamaları, aynı zamanda son derece dağınıktı. Dolayısıyla sağlık reformlarıyla bu grupta öne çıkan hedef, sağlık harcamalarının merkezileştirilmesi ve kamu eliyle palazlandırılan özel sağlık sektörüne yönlendirilmesi oldu. Bir başka ifade ile sağlıktaki piyasacı yönelimler daha genel kapsamlı neoliberal politikaların gereği olarak gündeme getirildiler.

Piyasacı düşünceyi kabul ettirebilmek için, bütün dünyada, kamu sektörünün içinde bulunduğu büyük çökkünlük kapsamlı bir ideolojik bombardımanın zemini olarak kullanıldı. Özel olan her şeyin güzel olacağı yanılsaması yaratıldı. Değişik alanlardaki özelleştirme ve piyasalaştırma politikalarının ortaya çıkardığı işsizlik, denetimsizlik, kalitesizlik, koruyucu sağlık hizmetlerinin ihmal edilmesi gibi sorunlar, sağlıkta ve sağlık hizmeti kullanımında giderek artan eşitsizlikler görmezden gelindi. Özelleştirme politikalarının Dünya Bankası tarafından da eleştirilmeye başlanması, ancak, özelleştirme sürecinde yoksulların sağlık hizmeti kullanma haklarının ellerinden alınması sonrasında (zoraki) gerçekleşebildi. İşte, özerkleştirme, tam bu noktada, özelleştirmenin yerine konulmak üzere, uçları törpülenmiş bir başka özelleştirme politikası olarak sunuldu ve “Bizdekiler” bu kez daha az özelleştirmeci, daha çok özerkleştirmeci oldular.

Kısacası yeni Bakan’ın andığı politikaların hiç birisi yeni değildir. Ne aile hekimliği, ne sigorta, ne rekabet, ne özerkleştirme... Yıldırım Aktuna döneminde Dünya Bankası danışmanlığında üretilen resmi dokümanlar sürekliliğin diğer kanıtlarıdır. Bu nedenle “yeni” saptaması ya ciddi bir cehalet durumunu ya da toplumda boş beklentiler yaratmaya yönelik büyük bir yalanı ifade etmektedir.

Anlaşıldığı üzere, bu politikalar yeni olmadığı gibi milli de değildir. Bunların tümü yurt dışındaki finans kuruluşları tarafından ve tamamen Amerikancı bir bakışla üretilmiştir. Temel amaçları, sağlığın devlete yük olduğu gerekçesiyle, kamusal düzenlemeleri ortadan kaldırmaktır. Bireylerin kendi sağlık sorunlarını, piyasa içinde kendilerinin “çözmesi” istenmektedir.

Yeni diye nitelenebilecek tek şey, uluslar arası sermaye çevrelerinin, para babalarının, Amerika’nın, Dünya Bankası’nın ve Avrupa Birliği’nin Türkiye üzerindeki sömürgeci planlarını sürdürmeye niyetli olduğu anlaşılan siyasal aktörün kendisidir.

 

*Bu bir Ecnebi deyişidir ve ben bu başlığı bu yazıda kullanmakla, aslında şaraba haksızlık etmiş oluyorum.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön