Sıradan Bir Doktorun Ardından...
Prof.Dr.Akın Yıldız*

Dr. Muzaffer Keçeci, ihtisas yaptığı sırada Halk Sağlığı'nın adı "Toplum Hekimliği" idi. O yıllarda bu tıp dalını ihtisastan saymayanlar vardı. Ülkemizde bu tıp dalını kuran ve gelişmesi için ölünceye kadar çırpınan Prof.Dr.Nusret Fişek, ileride bu ihtisası yapanlar mağdur olabilirler endişesi ile asistanlarının işe yarayacak (!) ikinci bir ihtisas yapmalarını sağlardı. O dönem Toplum Hekimliği ihtisası yapanların içinde bir tek Dr. Muzaffer Keçeci ikinci ihtisas yapmayı reddetti. Ona halk sağlığı sevgisini aşılayan hocaları Rahmi Dirican ve Nusret Fişek'in çizgilerini sürdürdü ve bütün ömrünü halk sağlığına adadı. 

Dr.Muzaffer keçeci, sağlık ocağı hekimliği yaparken de sıradan bir insandı, Sağlık Bakanlığı'nda Genel Müdürlük Müsteşar Yardımcısı iken de sıradan bir doktordu.
Yıllar önce, İl Sağlık Müdürü olarak görev yaparken Sağlık Bakanı'nın partisinin bir delegesi bir hemşireye askıntı olmuş, yüz bulamayınca da Bakan'a şikayet etmişti. Bakan, "Bu hemşireyi sürün" emrini vermişti. Araştırdı, evli ve çalışkan olan hemşirenin güzelliğinden başka suçu yoktu. Belki de bakan üstelemez, işin peşini bırakırdı, hemşireyi sürmedi. Bir akşam mesai bitiminde göğüs ağrısı ile yoğun bakıma yatırıldı. Yüreği bakanın ısrarına isyan etmişti.

Bu kalp krizini atlattıktan bir süre sonra, nadir görülen bir kansere yakalandı. Uzun süre, çelik gibi bir iradeyle bununla savaştı, kanser her yerine yayılmıştı ama o sadece ağrısını umursuyordu. Doktorlarına "ağrımı geçirin, bende bir şey yok, çok işim var, projelerim yarım kaldı, çalışmak istiyorum" diyordu.

Yine yıllar önce Dr.Muzaffer Keçeci, Genel Müdür Yardımcısı olduğu dönemde kanser ameliyatı olmuştu. Ameliyat sonrası ağrısı geçmeyince doktoru raporu uzatmasını önerdi, işleri kalacak diye reddetti. O sırada, milletvekili seçimini kaybetmiş, profesör ünvanlı bir doktor müsteşar olmuştu. Seçmenlerin doldurduğu odada müsteşarı beklerken ağrıya dayanamayıp bir sandalyeye ilişti. O sırada müsteşar odaya girdi ve avazı çıktığı kadar bağırmaya başladı. Bir Genel Müdür Yardımcısı, müsteşarın odasında "otur" demeden nasıl otururdu. Bu ne terbiyesizlikti?

Yıllar önce ortak bir arkadaşımız uyuşturucu bağımlısı olmuştu. Bıkmadan, usanmadan sevgi ile didinerek onu kurtardı ama kadere bakın ki, kanserin verdiği ağrılar yüzünden kendisi uyuşturucu bağımlısı olarak öldü.

Tedavisi için devlet olanakları ile yurtdışına gönderilmişti. Döndükten sonra özel sektörden cazip bir teklif aldı. Emekliliğini doldurmuştu, kabul edebilirdi. Hiç düşünmeden şöyle dedi: "Bu devlet benim sağlığım için döviz harcadı, onun için kaç gün ömrüm varsa onu devletime hizmetle tamamlarım" Ağrıdan oturamaz bir halde hastaneye götürülürken, yollardaki aşı kampanyası ile ilgili afişlere bakıp hayıflanıyordu. Bu sene aşı kampanyası ile yeterince ilgilenemeyecekti, sanki o olmasa çocukların aşıları tutmayacaktı.

Böyle düşünerek götürüldüğü hastanede "zorunlu bağış" yapmadan özel odaya yatırılmadı. 30 yıllık meslek hayatında doktorluktan devletin verdiği maaş dışında tek kuruş kazanmamış bir doktordan istenen "zorunlu bağış" maaşının yaklaşık yarısı kadardı.

Bu sıradan doktorun saçları çok erken ağarmıştı. Onu iyi tanıyanlar, "alnının akı başına vurmuş" derlerdi. 

* Kırıkkale Üniversitesi Tıp Fakültesi Öğretim Üyesi
 
 
 
 
 
 

mail9.gif (17469 bytes)buton2.jpg (1100 bytes)ANA SAYFAYA DÖNÜŞbuton1.jpg (1100 bytes)