e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Ekim 2005  Sayı: 138

gündem...

Dr. Füsun Sayek

Ziller kimin için çalıyor?

Ağustos’ta üniversite sınav sonuçları açıklandı ve gençler istekli/isteksiz, kararlı/kararsız, “tercih”lerini yaptılar. İşte ziller çaldı ve onlar okullu oldu. Ziller gerçekte kimin için çalıyor?

Kimi göreve çağırıyor, kimi uyarıyor? Tıp eğitimi “zillerin” ilk çaldığı gün başlıyor, ancak hekimlik yaşantısının sonuna (çoklukla yaşamın sonuna dek) dek sürüyor. Ne yalnızca eğitilenin, ne yalnızca eğitenin, ne yalnızca ailelerin sorunu; tüm toplumun sorunu. Öyle mi algılanmakta bir bakalım:

Yıllardır tıp eğitiminin tüm eğitimlerden farklı bir yönü olduğunu söyleriz. İyi bir tıp eğitimi için altyapı yeterliliğinin önemini vurgularız. Bu altyapı eğitici sayısı, eğitici niteliği, eğiticinin eğitime ayırdığı zaman, eğiticinin maddi-manevi doyumu, istekliliği, laboratuvar, internet/kütüphane erişimi, kadavra sayısı, yerleşkelerdeki sosyal ortam, öğrenci harçları, öğrenci istekliliği, sağlığın tüm yönlerinin öğretileceği eğitim alanlarının varlığı, kısacası pek çok alanı ve elbette devletin büyük katkısını içeriyor.

Günümüzde tıp eğitiminin her biri sorunlu alanlardan etkilendiğini biliyoruz. Buna karşın, tıp fakültelerini kaynaksız bırakan, düşmanca davranan iktidarın yeni fakülteler açmaktaki ısrarını anlamakta güçlük çekiyoruz. Bu anlamsız ısrarın hekim gereksinmesine (doğrusu düzgün dağılımına) asla katkıda bulunmayacağını bilerek, sağlık ortamına ekonomik/etik büyük sorun getireceği açıktır. Bilimsel bir gerekçe göstermeden çeşitli ülkelerdeki hekim sayıları ile karşılaştırarak alınan kararlar toplum için uyarı zillerinin çalmasına neden olmalıdır. Toplum bu konuya daha derinden bakıp ilgilenmeli, ses çıkarmalı ve uyarmalıdır. Varolan tıp fakültelerinin kaynakları artırılmalıdır. Bu isteklerimizi yinelerken “her türlü eksikliklere karşı nasıl daha iyi hekim yetiştiririz?” sorusunu daha sık ve içten soran, öğrenci merkezli eğitime önem veren, eğitimin ilk yıllarında hasta/sağlıklı kişi iletişimini öğretmeyi hedefleyen, sosyal bilimleri tıp eğitimi içine daha çok koyan tıp eğitimi birimleri aracılığıyla “iyi hekimlik uygulamalarını” başlatan fakültelerimize, tıp eğitiminin zorluklarını bilerek, sevgi temelli, adanmışlık mesleği hekimliği seçen genç meslektaşlarımıza başarılı bir eğitim yılı diliyor ve her zaman önemsediğimiz tıp eğitiminin sorunlarının çözümü için meslek örgütümüzün elinden geleni yapmak isteğinde olduğunu iletiyoruz.

Sarı kart, kırmızı kart, yeşil kart

Sarı ve kırmızı kart futbolcuları, yeşil kart ise tüm toplumu ilgilendiriyor. Sağlık Bakanlığı’nın bu yaşamsal alana bakışını gazetelerden okuyoruz: “1 Mart’tan bu yana mükerrer veya ihtiyacı olmadığı halde yeşil kart alanları belirlenerek, 4 milyon 453 bin 367 kart iptal edildi. Yeşil kart sayısı 9 milyon 843 bin 271. Yeşil kartlıların Türkiye’ye maliyeti 2004 yılında 1.4 katrilyon lira olmuştu.” Bu maliyet meselesinin konuşulması canımı sıkıyor. Devletin tüm yurttaşları için sorumluluğu olan sağlıktan, bunun en yoksulların hak ettiği yeşil kartlılara verilen hizmetten “maliyet” olarak söz edilmesi gerçekten üzücü.

Konu ile ilgili haberi okumayı sürdürelim:

İşte bazı illerde yeşil kartlı sayıları: Bingöl nüfusunun yüzde 56’sı, Hakkari’nin yüzde 48’i, Siirt’in yüzde 48’i, Batman’ın yüzde 45.7’si, Van’ın yüzde 45.4’ü, Ağrı’nın yüzde 44.5’i. Devam ediyoruz; Adıyaman’ın yüzde 40, Kars yüzde 32.9, Muş/Diyarbakır yüzde 32.7…

Şaşırmadık değil mi? Ne “ihtiyacı olmadığı halde yeşil kart alanlar”, ne de “yeşil kartlıların Türkiye’ye maliyeti” yorumları gerçeğin acısını örtebiliyor.

Çünkü ülkemiz hem yoksul, hem eşitsizliklerin giderek derinleştiği bir ülke ve yönetimler bu sorunu çözmek yerine, günde bir/iki dolardan az gelirle yaşantısını sürdürmek durumunda kalanların, bu gerekçelerle katkı payı ödememe yollarını arayanların derdine eğilip çözüm üretiyorlar ve “bazı manevralar, bazı tilkilikler yapılıyor, (buradan) ciddi bir fatura gelmeye başladı. İnsaf ya… Kimin parasını alıyorsun? Tüyü bitmemiş yetimin hakkını alıyorsun. İşte yeni hortumcular. Hepsini lanetlemek, ayaklarımızın altına almak zorundayız” diyerek Başbakan soruna ne denli yüzeysel ve sevgisiz yaklaştığını gösteriyor hem de sanki sorun tüm toplumun canını yakan paralı sağlık değilmişçesine bir de vatandaşlardan “sizden istirham ediyorum, haksız yeşil kart kullananları yetkililere bildirin” diyerek muhbir olmalarını talep ediyor. Başta şaşırmadım demiştim, bu sözlere hem şaşırdım, hem üzüldüm.

İki düşünce geçiyor aklımdan: 1- Kırmızı kartı hükümete göstermek,  2- GSS taslağını da bir maliyet meselesi olarak düşünüp, yalnızca yeşil kartlıları değil, hepimizi ilgilendiriyor yorumumla “ziller toplum için çalıyor” demek. Burada içimi ferahlatan bir araştırmayla karşılaşıyorum: Sağlık Bakanlığı’nın yaptığı bir ankete göre, soruyu yanıtlayan 230 katılımcının yarısından fazlası (yüzde 64’ü) uygulamanın hizmete erişime katkısı olmayacağını, yüzde 50’si GSS’nin sağlık hizmetine erişimi zorlaştıracağını, yüzde 14’ü bir katkısının olmayacağını düşünüyor. Umarım Sağlık Bakanlığı daha sağlıklı düşünür ve toplumun görüşünü önemser.

Z(s)orunlu hizmet

Zorunlu hizmet geri döndü. Başkentteki (ve diğer pek çok ildeki) hastanelere 15 başhekim yardımcısı atayarak bürokrasiyi küçülten hükümet nedense istihdam sorununu bir türlü çözemiyor. Türkiye’nin her yerinde halen hizmet veren ve vermeye hazır hekimlere “görevden kaçıyorlar” diyerek, hiçbir meslek için düşünülmeyen mesleğini uygulayabilmek hakkını elinden almak insan haklarıyla bağdaşmaz. Altyapısı olmayan özel üniteleri (diyaliz gibi) değişik amaçlarla açıp, valilere, kaymakamlara hekimleri ezdirenler, nüfusun çok büyük kısmının yoksulluk sınırı altında olduğu Hakkari’ye döner sermayeden katkı vereceğim diyerek sözleşmeli hekim atayıp, sonra para göndermediği hastanenin gereksinmelerini hekimlerin gelirinden karşılayıp “işte bize böyle doktor lazım” diyenlere de kırmızı kartı gösteriyor, gelin akıllı çözümlere birlikte ulaşalım diyorum.

 

 

 

 

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön