e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Nisan 2005  Sayı: 135

 

dışarıdangöz...

Perihan Sarı*

Sosyal Devlet Sosuyla Köfte-Ekmek Yer misiniz?

Soğuk Ankara gününde, Ulus’tan halk otobüsüne binen genç kadın bulduğu ilk   koltuğa oturarak, durakta başlattığı telefon konuşmasını, ses tonunu, konuşmasının içeriğini ve abartılı  biçemini değiştirmeden sürdürdü.

Otobüsteki diğer yolcularla birlikte, o gün telefonda konuştuğu kişinin aracılık ettiği anlaşılan bir randevuya gitmek için yaptığı hazırlığı, kuaförde uzayan işleri,  A Bey’in makamındaki konuşmaları, ayrıntıları ile dinlemek zorunda kaldım.

A Bey, beklediği gibi telefondaki  kişinin “en az kendisi kadar nazik ve ilgili” davranmış. Eniştesinin tayini ile gerçekten ilgilenmiş. Üstelik, öylesine güçlü bir ilişki ağı” varmış ki, istediğini yaptırması işten bile değilmiş. Ama, tam da o gün, SSK Hastanelerindeki personelin kadrosu  Sağlık Bakanlığı’na  geçtiği için, ne yazık ki yapılacak bir şey yokmuş. Bakanın kardeşi bile olsa bir şey değişmezmiş.  Hem daha önemlisi, atama için bu kadar uğraşmaya gerek de yokmuş. Zaten, hastanelerde döner sermaye uygulaması başlatılacakmış. Buradan alacağı para, muayenehane gelirini katlarmış. Gideceği yerde muayenehane açmasına gerek de yokmuş. O yüzden nereye gittiğinin bir önemi de olmayacakmış.

Telefon konuşması, “muayenehane ile uğraşmaya gerek kalmadan, döner sermayeden ‘temiz temiz’ alınacak payın” önemi,  karşı tarafın bu görüşü onaylaması üzerine, gelinen noktanın verdiği doyumun paylaşılması ile sürdü.  Abartılı sözcüklerle yapılan bir teşekkür ve veda faslı ile konuşma sona erdi.

Genç kadının Bakanlıklarda, üstündeki küçük montu, güçlükle yürüdüğü ince topuklu çizmeleri ile  otobüsten inmesini izlerken;  kendi adına yapılan bir girişime onay vermiş olduğu anlaşılan eniştenin, nasıl bir hekim olduğunu düşünmeye başladım. 

Bir otobüs dolusu insanın dinlemek zorunda kaldığı bu konuşma ile ilgili ne düşüneceğini, mesleğine yaklaşımını, hekimliği seçerken  ve sürdürürken var olan, artan ya da azalan beklentilerini, sağlıkla ilgili olarak geçmişte yapılan eylemlere katılıp katılmadığını, SSK Hastanelerinin devredilmesi sırasındaki tutumunu, bir güne başlarken neler duyumsadığını,  kapıda birikmiş olan hastaları nasıl nitelendirdiğini, hastalarına ne denli yakınlaşabildiğini, hastalıklarının nedenlerini sorgulayıp sorgulamadığını, içinde bulundukları koşulları bilmek ve anlamak için çaba harcayıp harcamadığını... Yakınımdaki hekim arkadaşlarımın, dostlarımın, inanç, umut, sevgi, direnç ve bilgece bir sabırla yaptıklarını,  yapıp yapmadığını düşündüm.

Geçtiğimiz hafta başında, televizyonlarda Bakanlar Kurulu toplantısı sonrasında , IMF ile görüşmelerin başlamasının ön koşulu olan Sosyal Güvenlik Yasa Tasarılarının imzaya açıldığı açıklandı.

Açıklamayı yapan  Hükümet Sözcüsü Bakan, yeni yasa tasarılarının, sosyal devletin gereğini yerine getirmek adına, halkın yararına ve kamusal nitelikte  bir sistem getirmek için düzenlendiğini anlatıyordu.  Sosyal güvenlik reformu olarak adlandırılan düzenlemeyi, içeriğini çok iyi yansıtan sözcüklerle özetledi: “...sağlıkta ve sosyal güvenlikte, her şeyi devletten bekleme dönemi bitmişti”.

Sayın Bakan, televizyon ekranlarından yansıyan pişkin gülümsemesi ile, özel sigortacılık mantığı ile kurgulanmış bir sosyal güvenlik ve sağlık sistemini,  halka pazarlamaya çalışan, üstelik sattığı malın kalitesizliğini gizlemek isteyen bir seyyar satıcıyı anımsatıyordu. Kameraları aşarak, yüzünde, gülümsemesinin gerisinde, her şeye karşın gizlenmiş olacağını düşündüğüm, var olduğunu umduğum;   görevini yerine getirememenin, verdiği sözü gerçekleştirememenin, daha da ötesi gerçeği söylememenin  verdiği bir rahatsızlık, bir sıkıntı ifadesi aradım. Ancak,   Sayın Bakan beni yanılttı, beklentimi boşa çıkardı ve söylediklerini daha özlü bir biçimde vurguladı: “... bundan sonra, ne kadar ekmek, o kadar köfte!”

Yani, sağlık artık hak olmaktan çıkmıştı. Sağlık hakkını karşılayacak sağlık hizmeti yerine, paran kadar ulaşabileceğin bir sunum söz konusuydu. Sigorta primlerini ödeyebilecek ve katılım payını verebilecek gelirin olduğu sürece, satın alabileceğin çeşitlilikte  sağlık  hizmeti dolduracaktı piyasaları. Bundan böyle, hastane koridorlarını doldurup sorun türeten yığınlar, haklarının karşılanmasını bekleyen “sıradan yurttaşlar” olmaktan çıkıp,  her biri üzerinden parça başına pay alınan “saygın müşteri” katına yükselecekti. Yurttaş, piyasa cangılında sağlığına parası kadar çözüm ararken, hekimler de bu kutsanmış sunum-istem koşullarında  parça başına iş üzerinden “ekmeklerini çıkaracak”, “dünyalıklarını doğrultacak”tı.

Bakanın açıklamalarını dinlerken, olağan bir günün sıradanlığında tanık olduğum o telefon konuşmasını,  hekim enişte ile onun yer değiştirmesini izleyen genç akrabayı  anımsadım. Genç kadın, acaba  “eniştesinin temiz temiz para kazanacağı” bu yeni dönemde, kendisinin ne kadar ödemek zorunda kalacağını biliyor muydu?  Onun kişisel bir konuyla ilgili görünen konuşmasını dinleyen halk otobüsünün yolcuları, duyduklarının kendileri için de anlamı olduğunun ayırdında mıydı?  

Anımsamaların  düşüncelerimde   çağrıştırdığı soruları engellemedim: Ya  hekim enişte, o ne düşünecekti ?  Sabah işine ya da nöbetine başlarken koridorlarda, polikliniklerde  bekleyen hastaları yoğun geçecek bir günün göstergesi  mi, yoksa döner sermayenin günlük hasılatı olarak mı algılayacaktı?

Birden, düşüncelerimde yarattığım bu “enişte”nin,  gerçeğe dönüşüp çoğalacağı ve sorularımın, “Ne kadar ekmek, o kadar köfte!” diye yanıtlanacağı korkusu ile kendimi susturdum. 

 

*DİSK Genel Sekreter Yardımcısı

 

 

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön