e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Şubat 2005  Sayı: 131

 

aradabir...

Üniversiteler ve sağlık

Dr. Ramazan Aşcı*

Sermayenin küreselleşmesi ve neoliberal politikalar, pek çok ülkede eğitim ve sağlık gibi sosyal devletin tüm görevlerinin özel sektör eliyle yürütülmesini dayatıyor. Bu dayatma Dünya Ticaret Örgütü, IMF ve Dünya Bankası gibi kuruluşlar eliyle yürütülmektedir. Bir başka söyleyişle ileri kapitalist ülkeler, kendi piyasa şartlarına göre oluşturdukları sağlık sistemlerini ihraç ediyorlar. Ülkeler sağlık sistemleri bakımından da küreselleştiriliyor. Küreselleşmiş sağlık sisteminin en önemli özelliği sağlığın doğuştan kazanılmış bir hak olarak algılanmadığı, alınıp-satılan bir meta olduğudur.  Bu bağlamda sağlık hakkını, ücreti ve iş güvencesini savunanların yargılanması şaşırtıcı değildir. Uluslararası şirketler için ileri teknolojisi, ilaç ve sigorta sistemleri ile sağlık, artı değer yaratan önemli bir hizmet sektörüdür.

Küreselleşen kapitalizmin üniversiteleri de değiştirmemesi ve kendi üniversitelerini kurmaması düşünülemez. Son 30-40 yıl içinde, ideolojik anlamda, üniversiteler belki de küreselleşmenin en sadık müttefikleri oldular. Genel kural olarak gelişmekte olan ve gelişmesi engellenmiş ülkelerde kurulan üniversitelerin akademik kadroları merkez kapitalist ülkelerde eğitildiler. Kadrolar sadece eğitim aldıkları uzmanlıklarını değil, eğitim gördükleri ülkelerin ideolojilerini de kendi ülke ve üniversitelerine taşıdılar. Bu akademisyenlerin yazılı medya ve TV kanallarında sosyal hakları, insan haklarını, barışı ve çevreyi hiç gözetmeden piyasa ve ticareti nasıl da süslü sözlerle savunduklarını izlemiyor muyuz? 

Sağlıkta üniversitelerin işlevini üç başlıkta toplamak olasıdır. Bunlardan birincisi ileri uzmanlaşma ve tıbbi teknoloji ile 3. basamak sağlık hizmeti, ikincisi sağlık alanında araştırma ve üçüncüsü de mezuniyet öncesi ve sonrası tıp eğitimidir.  Dünyada olduğu gibi ülkemizde de 3. basamak sağlık hizmeti en pahalı olan sağlık hizmetidir. Bir yandan ilaç sektörü, diğer yandan ileri teknolojili tanı ve tedavi üniteleri, robotik ve bilgisayar destekli tedaviler ve aşırı uzmanlaşma hem talep yaratıyor hem de sağlık hizmetini pahalandırıyor. Sağlık hizmet arzının pazarlanması için çalıştaylar, fuarlar ve kongreler düzenleniyor. Koruyucu hekimlik ve toplum sağlığının görmezden gelindiği ileri teknoloji ürünü sağlık uygulamaları ve aşırı uzmanlaşma ilk önce üniversite hastaneleri ve öğretim üyesi hekimleri etkiliyor.

Tıp fakültesi bulunan üniversitelerde gelirlerin çoğu, tıp fakülteleri hastanelerinin döner sermayesinden gelmektedir. Dolayısı ile ileri teknolojili, bol ve pahalı ilaç kullanan tıbbi uygulamalardan etkilenmiş ve uzmanlaşmış öğretim üyesi hekimler, işletme mantığı ile sağlığın ticaretleştirilmesini daha kolay kabul ediyor. Üniversite yönetimlerinin “döner sermaye gelirleri olmasaydı size şu aleti alamazdık, bu kliniği açamazdık” gibi söylemleri de öğretim üyesi hekimleri sistemin içinde tutuyor. Ayrıca üniversiteler döner sermaye gelirlerini artırabilmek için birinci ve ikinci basamak sağlık hizmeti veren poliklinikler ve uydu hastaneler kurabiliyor. Bazı üniversiteler daha da ileri giderek sağlık talebi yaratmak ve para kazanmak için billboard ve uçaklara reklam verebiliyor. Öğretim üyesi hekimlere, eğitim ve araştırmadan daha çok, döner sermaye gelirlerini artırmak görevi yükleniyor. Şu anda Sağlık Bakanlığı’nın uyguladığı performansa dayalı döner sermaye dağıtımı, aslında üniversite hastanelerinin birçoğunda çok önceden beri uygulanıyor. Döner sermaye uygulamalarının ilk kez üniversite hastanelerinde başlatılması da tesadüf olamaz. Üniversiteler araştırma, hekim yetiştirme, ileri tanı ve tedavi hizmeti görevlerinin ne kadarını yerine getiriyor? Benim gözlemim üniversitelerde araştırma ve eğitimden daha çok, hizmet sektörünü geliştirmek öncelenmiştir. Bir başka gözlemim ise ülkemizde sağlığın piyasalaştırmasında üniversitelerin kilit rol oynuyor olmasıdır. Bir ulusal kongrede konuşan sağlık bakanlığı müsteşar yardımcısı, çok önemli ve etkili bir üniversite ile sanki tek bir kuruluş gibi çalıştıklarını açıklamıştır. Bazı üniversite öğretim üyesi hekimlerin sağlığın piyasalaştırılması projesinde çalıştıklarını biliyoruz, ancak üniversitelerin kurumsal olarak buna katıldığını ilk kez duymuş oldum.

Sağlık Bakanlığı üç yıl içinde tüm sağlık kuruluşlarının işletme, çalışanların sözleşmeli ve ücretlerinde işletmeler tarafından ödeneceğini planlamaktadır. Bu uygulamaya paralel üniversitelerde neler yaşanacaktır?

Bu sorunun yanıtı bir yıl önce hükümetin hazırladığı üniversiteler yasası kamuoyunda tartışılırken başbakanın “Hükümet parayı versin biz kullanalım diyorlar; dünyanın hiçbir yerinde böyle bir şey olmaz; her şeyini vereceğiz sonra da oranın (üniversitelerin) idaresinde bulunmayacağız” söyleminde gizlidir. Başbakan’ın sözlerini tersinden okuyalım “Ben size para vermiyorum, çok istiyorsanız üniversitenizi siz yönetin, kendi gelirlerinizi kendiniz oluşturun”.  Şu anda üniversite yöneticilerinin çoğu hükümetin uygulamalarına karşıymış gibi görünmelerine rağmen, icraatları hükümetinki ile çok benzerdir. Tıp fakülteleri hastaneleri birer işletmedir ve üstelik kamusal olma özelliklerini de hızla yitirmektedir. Bu durum tüm üniversite anlayışını ve iç işleyişini, Lima Bildirgesinin tersine, işletmeleştirmektedir. Üniversitelerde küreselleşen kapitalizmin süslü sözcükleri olan yönetişim ve toplam kaliteyi yaşama geçirmek birincil görev gibi algılanmaktadır. 

Kamusal özelliğini kaybetmiş, piyasacı anlayışla örgütlenmiş ve işletmeleştirilmiş üniversitelerde özerklikten, özgürlükten ve öğretim üyesi bağımsızlığından söz edilebilir mi? 

TTB ve hekimlerin yürüttüğü “sağlık hakkı, ücretimiz ve iş güvencemiz” mücadelesi aynı zamanda kamucu, özerk, demokratik bir üniversite mücadelesi programıdır. Bu mücadele günümüzde ve gelecekte dünden daha keskindir ve saflar daha da belirginleşecektir.

    *Samsun-Sinop Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi

 

 

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön