e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Ekim 2004  Sayı: 126

 

dışarıdangöz...

Şahsi bir yazı

Rıdvan Akar*

“Bizim zamanımızda” (!) üniversite sınavlarında her isteyen her istediği okulu tercih ederdi. Tercih ederdi etmesine ancak kazanamazdı. Bu satırların yazarı da tıp fakültesini tercih edip, kazanamayanlardan biridir.

Neden doktor olmak istediğim konusunda bugün için hiç bir fikrim yok. Ebeveynlerimin “Oğlum doktor olacak, mühendis olacak” böbürlenmesini doğrulama çabası mıydı yoksa 25 yıl önce çok daha saygın ve geçerli meslek olarak çekim merkezi miydi bilemiyorum. Ancak tıp okumanının her baba yiğidin harcı olmadığının canlı kanıtı oluverdim.

Sonraki yıllarda öğrencilik döneminde ev arkadaşlarım ve dostlarım arasında tıp öğrencileri vardı. Onların hepimizin hayret ve ibretle izlediği ders çalışma (o günlerin tabiriyle ‘inekleme’) tempoları biz haylazlar için ciğere ilk mundar deyişimizdi.

12 Eylül cuntası sevgili ev arkadaşlarımı bizlerden farklı bir biçimde etkilemişti. Tıp fakültelerinin kontenjanları öylesine artmıştı ki kantinde oturacak yer bulamamaktan yakınıyorlardı.

Sonrası malum, “zorunlu Şark hizmetleri”, üniversite seçme sınavlarından beter uzmanlık sınavları, azalan umutlar, yükselen arz, düşük ücretler, giderek artan doktor arzı, sağlık sektörüne ayrılan paydan kaynaklanan  düşen kalite ve ülkenin en parlak mesleki kariyerinin neredeyse umacı haline getirilişi...

Ancak bütün bu sorunlara karşın o beyaz önlüğün ayinsel karizması değerinden hiç bir şey yitirmedi.

GFK Araştırma şirketinin 19 ülkede yaptığı araştırmaya göre Türk halkı öğretmenlerden (yüzde 92) ve askerlerden (yüzde 91) sonra en çok doktorlara (yüzde 87) güven duyuyor.  Amma velakin şimdiden sonrası dost acı söyler kabilinden devam edecek.

Sağlık sektöründe özelleştirme furyası bu mesleğin itibarını zedeledi. Biliyorum ve şahidim ki kimi özel hastaneler hastalara uygulanacak standart prosedürlerde faturayı şişirecek kararların doktorlar tarafından uygulanmasını istemeye başladı. Yani öyle “iki tık tık, bir şık şık” diye tabir edilen tedavi dönemi bitti. Grip de olsanız şöyle bir tomografiniz çekilmeden bırakmıyorlar!

Şaka bir yana bu fevkalade şahsi yazıda kendi yaşadığım ilginç pratikler bana yol gösteriyor. Eğer ki amaç doktorların “dış dünyadan” nasıl algılandıkları ise bu yaşadıklarım çarpıcı meseller içeriyor.

Eşimin 32 yaşından sonra bir sabah alnında -düşmekten mütevellit- kocaman bir kanamayla    

İstanbul’un en saygın x hastanesine kaldırılmasıyla epilepsi kabusu ile tanıştık. O korku dolu bilinmezlik -teşhis- anlarında belki inanmayacaksınız ama tam 3 tane MR’ı çekildi. Tanesi 1998 fiyatlarıyla 250 milyon liraydı. Kalbiyle ilgili bütün tetkikler yapıldı. Bilumum kan ve idrar tahlilleri yapıldı. Bugün hiç anlamadığım biçimde tam bir hafta hastanede “dur bakalım ne olacak” tetkiki için   yatması sağlandı. Sonunda ortaya çıkan faturayı ödemesi gereken sigorta şirketi “kral çıplak” dedi de biz milyarlarca liralık o faturanın bir bölümünden kurtulabildik.

Bu mesleki yozlaşma tehlikesinin müssebbibi olan özel hastanelerin yaklaşımına itiraz ederek, parlak ücretlerini terk eden dostlarımı şükranla anıyorum.

Bir başka tecrübe ise “hak ihlalini” içeriyor. Aynı hastalıkla boğuşma sürecinde eşimin bütün umudunu bağladığı bir nörologu esefle hatırlıyorum. Sadece bir başka doktora -benim ısrarımla- MR filmlerini gösterdiği için muayehaneden nasıl kovulduğunu ve haftalarca yemeden içmeden kesildiğini hatırlıyorum.

Sevgili doktorlar, biz hastalar kırılganız.

 Çoğumuz “hasta hakları” konusunda bilgi sahibi değiliz. Daha da önemlisi hastalığımızı tedavi edecek doktoru adeta ilahlaştırma ve kutsama yanılgısıyla maluluz. İşte bu haleti ruhiye içindeki bir insana nasıl davrandığınız, onunla kurduğunuz empati tedavi kadar önem taşıyabiliyor.

Ve bir başka tecrübe, yaşamımdaki en önem verdiğim insanlardan biri olan genel cerrah bir yakınım karaciğer kanseriydi. Onun yüzündeki çaresizliği ve meslektaşlarından beklentilerini hiç unutmuyorum. Bir ameliyatta kaptığı Hepatit-C virüsünün mağduruydu. Derdine derman aramak için başka doktorları da denedi. Ve Sevgili Yaman Tokat sayesinde öğrendi ki onu tedavi eden doktor doğru yönlendirmiş olsaydı karaciğer trasplantasyonu ile kansere yakalanmadan ömrünü en az beş yıl daha artıracaktı. Ancak kanser artık terminal döneme geldiğinde, yeniden onu tedavi eden doktoru aradığım. Çapa’da o son günleri için yer olmadığı söylendi. Aslında yer vardı ama nasıl olsa ölecekti! Sahi o mesleki deontoloji de etik anlayışın bir parçası değil miydi?

Öznellikten nesnel ve genel sonuçlar çıkarmanın ne kadar eklektik olacağını bilenlerdenim. Ama madem ki doktor olamadım ve bir hasta ya da hasta yakını olarak sizlerle temastayım. O halde benim yaşadıklarımızdan çıkarılması gereken sonuçların takdirini sizlere bırakıyorum. Sahi o yukarıda anlatılanlardan hiç mi başınıza gelmedi?

Unutmayın ki o ankette doktorlardan bir sonraki sırada yer alan meslek grubu (yüzde 76.5 ile) polislerdi.   

  • Gazeteci

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön