e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Ekim 2004  Sayı: 126

 

5 Kasım’da biraraya gelen 11 örgütün 85 yöneticisinin yargılanacağı dava 13 Ekim’de…

Sağlık hakkı yargılanıyor!

“GöREV” etkinliği’ne dava

TTB Merkez Konseyi’nin çağrısıyla 5 Kasım 2003 tarihinde gerçekleştirilen ve tüm ülke çapında yoğun destek bulan “GöREV” etkinliği nedeniyle, başta İstanbul Tabip Odası yöneticileri olmak üzere, bu süreci sahiplenen tüm kuruluşların temsilcileri hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca dava açıldı.

85 kişi yargılanıyor

11 sendika, meslek kuruluşu ve sivil toplum örgütünden 85 yönetici, TCK’nin “iş bırakma”yı düzenleyen 236. maddesine göre toplam 255 yıl hapis cezası istemiyle yargılanacaklar. Duruşmanın gerçekleştirileceği 13 Ekim 2004 Çarşamba günü, duruşma saati boyunca tabip odalarınca Türkiye çapında etkinlikler gerçekleştirilecek.

1.jpg (43697 bytes)Tıp Dünyası - ANKARA - Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi’nin çağrısı üzerine 5 Kasım 2003 günü gerçekleştirilen “GöREV” etkinliği kapsamında, “sağlık hakkı” talebiyle İstanbul’da birayaya gelen 11 kuruluşun 85 yöneticisi hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca dava açıldı. TCK’nin “iş bırakma”yı düzenleyen 236. maddesine dayandırılarak açılan dava, 13 Ekim 2004 Çarşamba günü saat 10.00’da İstanbul 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde gerçekleştirilecek. Duruşma süresi boyunca tüm Türkiye çapında etkinlikler düzenlenecek ve tabip odalarınca hazırlanan ortak deklarasyon açıklanacak.

İstanbul Duruşması’nda, Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD) Yönetim ve Denetim Kurulu asil ve yedek üyelerinin tamamı, KESK Genel Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı, DİSK Genel Merkez Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı, Türk-İş 1. Bölge Temsilcisi, Hak-İş Marmara Bölge Başkanı, DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İş Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı, İstanbul Diş Hekimleri Odası Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı, İstanbul Eczacı Odası Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı, İstanbul Veteriner Hekimler Odası Başkanı, Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İstanbul-Aksaray, Bakırköy, Şişli Şube Yönetim Kurulu üyelerinin tamamı ve İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu üyelerinin tamamından oluşan 85 kişi yargılanacak.

Söz konusu örgütlerin temsilcileri, Tıp Dünyası’nın davaya ilişkin sorularını yanıtladılar. Örgüt temsilcilerinin “Böyle bir hak arama eyleminin dava ile sonuçlandırılması”, “iddianamede gerekçe gösterilen kamu sağlığının, kamu güvenliğinin bozulması”, “meslek örgütü, sendika ve sivil toplum örgütlerinin birlikteliği” ve “AB girişimleri” yönünden 13 Ekim İstanbul Duruşması’na ilişkin değerlendirmeleri şöyle:

“Sağlık hakkı istemek suçsa, biz hergün suç işliyoruz”

Hasta ve Hasta Yakını Hakları Derneği (HAYAD) Başkanı Leyla Ezgi

Dava açılan örgütler içinde, tamamen sivil toplum örgütü diyebileceğim tek biziz. Diğerleri meslek örgütleri ve sendikalar. Bu eyleme katılırken “Sağlık hizmeti bir ekip hizmetidir. Bunun içinde hastalar da, sağlık çalışanları da, hekimler de vardır. Bu ekip içinde birimizin yaşadığı bir problem diğerlerimizi de ilgilendirir” diye düşündük. Hastaların da gerçekten iyi bir sağlık hizmetine kavuşmak istiyorlarsa bu eylemi göze almaları gerekiyordu. Bu nedenle de biz tabip odasının yanında yer aldık. Hekimler sadece kendi özlük hakları için değil, çalışma şartlarının iyileşmesi ve sağlık hakkı üzerinden bir eylem yürüttüler. “Eşit, ücretsiz, herkesin ulaşabileceği sağlık hizmeti istiyoruz” dediler.

Bize davanın açılması ilginçtir. Bu davanın ana öznesi olan tabip odasından 5 kişi yargılanırken, bizden 20 kişi yargılanıyor. Diğer örgütlerin sadece yönetim kurulu hakkında dava açılmışken, bizim derneğimiz için yönetim kurulumuz, yönetim kurulumuzun yedeği, denetleme kurulumuz ve denetleme kurulunun yedeği hakkında açıldı.

Bu davadan zaten bir şey çıkmaz. Biz sağlık hakkımızı istedik, hastaların sağlık hakkını istedik. Eğer bunu istemek suçsa biz sürekli bu suçu işliyoruz o zaman.

Bu davanın tabii ki başka bir amacı var. Siyasi bir amacı var. Sağlık Bakanlığı’nın tabip odasını sürekli suçlaması ideolojiktir. Ama bizim derneğimizin siyasi bir yaklaşımı yok. Biz tamamen bir sivil toplum örgütüyüz. Biz sağlık hakkını savunurken söyleyeceğimiz şey şudur; sağlıkta ideoloji olmaz. Sağlık Bakanlığı’nın yaklaşımı yanlıştır. Sağlık tüm 70 milyonu ilgilendiren bir konu. Bunun partisi, ideolojisi olmaz. Bakanlığın yaklaşımı şimdi bu; kendisine karşı olan grubu kırmak. Bizim derneğimizin ideolojik bir yaklaşımı yok.

Halkın desteği vardı; ben hasta hakları derneğinin içinde olan ve bu eylemlerin içinde yer alan biri olarak, yaşlı teyzelerden amcalara kadar yanımızda yer aldıklarını gördüm. “İyi yapıyorsunuz” dediler. Sağlık Bakanlığı vatandaş için en zayıf noktadan girdi aslında, bıçak parasını kullandı. Ama bu da zaten sistemin doğru işletilmemesinden kaynaklanıyor, birinci basamağın etkin bir şekilde kullanılmamasından kaynaklanıyor. Halkımız uzman hekimlere yönlendiriliyor. Uzman hekim bile tatmin etmiyor, profesöre gitmek istiyor. Bu yanlış bir şey, bizim halkımızda bu var. Ben uzman hekime değil de profesöre gidersem daha çabuk iyileşeceğim gibi bir düşünce var. Birinci basamak etkin bir şekilde çalıştırılsa, böyle bir sorun kalmayacak.

“Hükümet halkı görmezden geliyor”

KESK Başkanı Sami Evren

Türkiye’deki demokrasi ile ilgili bir sorun bu. Çalışma yaşamına ilişkin bütün düzenlemelerde çalışanların aleyhine düzenlemeler söz konusu. Özellikle bu davanın da dayandırıldığı TCK’nin 236. maddesi, bu tür hak arama eylemlerine dava açılmasına neden olmaktadır. Hükümetin de imzaladığı uluslararası birçok sözleşmede, hak arama mücadelesi önündeki engellerin kaldırılması gerektiği belirtiliyor. Türkiye’deki iç hukukla uluslararası hukuk arasında bir çelişki ortaya çıkartıyor aslında. Bunun ötesinde, meseleye siyasi iktidarların yaklaşımı da önemli. Sadece üretimden gelen gücü kullanmak değil, doğal, normal, kamuoyuyla paylaşmak istediğiniz basın açıklamaları bile davayla sonuçlanabiliyor.

TTB’nin ve SES’in ortaya koyduğu eylem aslında hükümeti ve siyasileri çok rahatsız etmiştir. Çünkü Sağlık Bakanlığı, “Sağlıkta Dönüşüm Projesi” gibi hem sağlık çalışanlarını hem de halkı ilgilendiren bir projeyi sağlık örgütlerinin hiçbirini dikkate almadan uygulamaya koymuştur. Ama TTB’nin ortaya koyduğu tavır, Türkiye açısından çok olumlu sonuçlanmıştır. Halk TTB’nin ortaya koyduğu bu demokratik tepkiyi sevinçle karşıladı. Çünkü kamuda sağlıkta çalışanların sorunları dışında, hasta haklarını savunan bir yapı ortaya çıktı. Birçok devlet hastanesinde kamusal sağlık hizmetleri artık tamamen özele devredilmişti. Buna normal demokratik kriterleri esas alan bir örgütün ses çıkarması gerekiyordu, TTB de bunu yaptı. Bu tür tepkiler ortaya konduğu zaman siyasal iktidar bunu algılamak zorunda. Ama algılayabilmesi için de siyasal iktidarın demokratik bir yapıya sahip olması lazım. Mevcut seçim sistemine baktığımız zaman, bunun sonucunda oluşan parlamentoya baktığımız zaman, çoğunluğu elde etmiş bir hükümet, halkın ve TTB’nin demokratik tepkilerini görmezden geliyor. Hadi onu anladık; görmüyor çünkü siyasi tercihini halktan yana kullanmayan bir iktidar. Bu defa da halkın çıkarları doğrultusunda davranan bir örgütün yöneticilerine baskı yapıyor. Bu baskı soruşturma şeklinde olduğu gibi, adli olarak da dava biçiminde yıldırma politikası öne çıkıyor. Tabii ki demokratik tepkileri örgütleyen örgütler, demokrasi mücadelesinden vazgeçmedikleri sürece, bu tür baskıları göğüsleyecekler demektir. TTB de bunu göğüsleyecek güçtedir ve göğüslemelidir.

Nitelikli kamusal hizmetin yapılabilmesi için biz mücadelemizden vazgeçemeyiz. Biz mücadelemizden vazgeçersek, örgütlerimizin varlığı anlamını kaybeder. Toplumun en örgütlü kesimlerinin susturulması demek toplumun susturulması anlamına gelir.

Siyasal iktidar dayanışma içinde olan örgütlerden rahatsız. Kamuoyu, halk örgütlerin yanında, üyelerimiz bizimle beraber. Haklı bir mücadele toplumsallık kazanmış. Ve siyasal iktidar bütün olanaklarına rağmen, bütün baskılarına rağmen, bu eylemleri engelleyememiş. Dolayısıyla rahatsızlık duyuyor. “Ben devletim, hükümetim, asarım, keserim, ses çıkarmayın” diyor; biz de buna “Hayır, bu ülkenin gerçek sahipleri halktır, onların örgütlendiği örgütlerdir. Siz bunlara kulaklarınızı tıkayamazsınız, onları dinlemek zorundasınız” diye karşılık veriyoruz. Bu çığlıktan rahatsızlar ama bu çığlık daha da büyüyecek.

İddianame gerekçeleri olan “kamu düzeni bozuluyor, kamu sağlığı bozuluyor” kavramlarına son derece katılıyoruz. Biz de öyle diyoruz, bu hükümet kamu düzenini, kamu sağlığını bozuyor. Bizim de tepkimiz buna… Kamu sağlığını, kamu düzenini bozanlara zaten. Halk sağlığını bozanlara, hastayı müşteri olarak algılayanlara. Eğer hukuk doğru işlerse, mahkemede zannedersem, kimin kamu düzenini bozduğunu, kimin kamu sağlığıyla oynadığı açığa çıkacaktır. Bunu açığa çıkarmak bizim görevimiz olacaktır.

“Türkiye halkı yargılanıyor”

DİSK Başkanı Süleyman Çelebi

Türk Tabipleri Birliği’nin verdiği demokratik tepkiyi yeterince algılamayanların, bütün diyalog çağrılarına rağmen işin bu noktaya taşınmasına neden olanların bu konuda sorumlu olduğunu düşünüyorum. TTB’nin bu konudaki talepleri kendi talepleri değil. Temsil ettiği kesimin ve halkın talepleridir. TTB, bunu algılamayan iktidara karşı bir meslek örgütünün vermesi gereken asgari demokratik tepkiyi vermiştir. DİSK Başkanı olarak, bu verilen mücadelenin içinde olmaktan onur duyduğumuzu belirtmek istiyorum. Böyle bir davada yargılanmaktan da onur duyuyoruz. Yargılanmamız gerektiği için değil. TTB’nin bu konuda ortaya koyduğu mücadeleye destek vermemiz ve bundan dolayı yargılanıyor olmamız, bir kere Türkiye’de meslek örgütlerinin hangi baskı altında tutulduklarının kanıtıdır, tescilidir. Bu Türkiye’nin ayıbının, Türkiye demokrasinin vardığı noktanın anlatıldığı gibi olmadığının kanıtıdır. Bu dava skandalları beraberinde getirecek, Türk hukuku açısından yeni bir sorgulamaya neden olacak bir davadır.

Hükümetin bugüne kadar yaşama geçirdiği ve gelecekte yapacağı düzenlemeler kamu sağlığını yakından ilgilendirmektedir. Özelleştirme adı altında sağlık hizmetlerinin artık sadece parası olanlar tarafından satın alınabileceği, parası olmayanların ölüme terk edileceği bir mantığın sonuçlarıdır bunlar. Hekimler mesleki açıdan sadece kendileriyle ilgili bir mücadele vermiyorlar, toplumla ilgili bir mücadele veriyorlar. Toplumun bu konuda duyarlılığı ortadadır. Toplumun bütününü ilgilendiren konularda; “Bunlar doktorlar, eylemlerini kendileri yapsınlar” ya da “Bu sadece kamu çalışanlarını ilgilendiren bir konu kendi başlarının çaresine baksınlar” gibi bizleri yalnızlaştıran bir ilişkiyi biz doğru bulmayız. Meslek örgütleri, sivil toplum örgütleri ve sendikalar olarak, her alanda ülkenin genel çıkarları için olan mücadelede birlikte hareket ederiz. Onun için bu mücadeleyi ben sadece hekimlerin özlük hakları ile sınırlı görmüyorum. Türkiye’nin geleceği ile ilgili, Türkiye’nin sağlık sisteminin yeniden organizasyonuna dönük bir uyarıdır, bir haykırıştır, bir ses duyurmadır. Bu mesajı algılamayanların iş kazası yaptıkları bir olay olarak görüyorum.

“Uslu olun, uslu olmazsanız ceza tehdidiyle karşı karşıya kalacaksınız” diyen bir sindirme operasyonu… Yapılmak istenen budur. Biz bu işi yaparken bedelleri olduğunu biliyoruz. Bu bizim tayin ettiğimiz bir görev değil; bize verilen bir sorumluluk. Burada bize bu sorumluluğu verenler yargılanıyor. Yalnız biz yargılanmıyoruz. Biz bu işi yapacaksak bu mücadeleyi vereceğiz. Yapmayacaksak, kuzu kuzu oturacaksak zaten anlamı yok. Bu davada yargılananlar zaten TTB, KESK, DİSK ya da diğer meslek örgütleri değil. Bu davada, onların temsil ettiği bütün kesimler yargılanıyor. Bu davanın sanığı Türkiye halkı. Türkiye halkı sanık sandalyesine oturtuluyor.

Hükümet birçok alanda, özellikle temel hak ve özgürlükler konusunda ve diğer yaşam standartlarında tamamen sınıfta kalmış durumda.Yani sendikal hareket açısından baktığımız zaman 12 Eylül hukuku yani hukuksuzluk devam ediyor. Düşünebilir misiniz? Türkiye’de birçok yasa değişikliği yapılıyor ama iş sendikal yaşamla ilgili düzenlemelere geldiğinizde generaller tarafından yürürlüğe konan baskı döneminin yasalarında değişiklik yok. Bu noktada, AB standartları demek yalnız yasalarda makyaj değişiklikleri yaparak fotoğraf vermek değildir; vitrine oynamak değildir. Buradaki amaç, gerçekten bunu içselleştirmek ve bunu hayata geçirmektir. Bu bir eğitim olayıdır, kültür olayıdır. Yalnız model sunmak değildir, modeli uygulamaktır. Avrupa istiyor diye değil. Ülkemizin insanlarını hak ettikleri medeniyet çerçevesine oturtmamız gerekiyor. O nedenle burada da ikiyüzlü bir yaklaşım olduğunu çok açık yüreklilikle söylüyorum.

“Başbakan’ın olumsuz tavırları tetikledi”

Hak-İş Marmara Bölge Başkanı Celal Özdoğan

Çok fazla şaşırmadım… Benim çok garipsediğim bir şey değil. Böyle şeyler olabiliyor Türkiye’de. O nedenle çok fazla garipsemedim. Çünkü, TTB’nin hükümetin dikkatini çekmeye yönelik olarak yürüttüğü süreçte hem Başbakan’ın hem de Sağlık Bakanı’nın olumsuz bir takım tavırları oldu. Sanırım davanın açılmasında bu da tetikleyici olmuştur.

Dava, bu tür meslek örgütleri, sendikalar ve sivil toplum örgütlerinin bir araya gelmesini, birlikte hareket etmesini engelleyecek bir tavır olarak görülebilir ama bunun doğru olmayacağını sanırım herkes görüyordur.

Özellikle konfederasyonlar olarak biz böyle şeylere alışığız. Geçtiğimiz 1 Mayıs hariç, 93’ten bu yana bütün işçi konfederasyonları 1 Mayısları birlikte kutluyoruz. Her 1 Mayıs’tan sonra hakkımızda sürekli dava açılıyor. Ama bu davaların açılması, bir sonraki 1 Mayıs’ı birlikte kutlamamızı engellemiyor. Bu nedenle, davanın bu örgütlere caydırıcılık yönünde bir etkisi olamaz. Kafalarda öyle bir düşünce varsa bile bu düşüncenin yaşama geçmesi asla mümkün değildir. Bunlar engellemez bizi, devlet engelleyemez.

Bu davanın hiçbir haklılık payı yok. Davaya gerekçe olan “kamu düzenini bozma, kamu sağlığını bozma” gibi iddialardan bahsetmek mümkün değildir.

Hükümetin hedefi AB. Ama bu hedefle hiç bağdaşmıyor. Bu, bir takım şeylerden kurtulamıyorlar demektir. Orada, “bize rağmen nasıl böyle bir davranış sergilenebilir” düşüncesinin tam tersi bir davranış sergilemesi gerekiyordu hükümetin. Tabip odalarıyla bir diyalog ortamı oluşturup onları dinlemesi gerekiyordu. Başbakan da, Sağlık Bakanı da muhatap almama gibi ters bir davranış gösterdi. Bu çok kötü. AB’yi hedefleyen bir çizgiyle bağdaşan bir tavır değil bu.

 “AKP’nin uygulamalarına sessiz kalamayız”

Türk- İş 1. Bölge Temsilcisi Faruk Büyükkucak

Doktorlarımız, sağlık alanında yaşanan olumsuzluklara demokratik tepkilerini dile getirmek için Türkiye genelinde diğer sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte hareket ederek, gerçekten meslek örgütüne yakışır, o ağırbaşlılık içinde ve haklılıklarını dile getirme açısından da bana göre son derece başarılı bir eylem ortaya koymuşlardır. Bu başarılı eylem içinde, hiç de yasalara aykırı bir olay yaşandığını -ben İstanbul’da bir kere- görmedim. Emniyetin en ufak bir müdahalesi olmadı. Gayet vakur geçen bir basın açıklamasının ardından, gayet demokratik bir biçimde dağıldı insanlar. O halde savcılığın soruşturma açması nereden kaynaklandı? Ben o zaman da söyledim. Bu bir yıldırma politikasıdır, belki valiliğin bu şekilde -işte yargıya müdahale dediğimiz noktalar bunlar- baskıyla, İstanbul’daki sivil toplum örgütlerinin hareketinin artmaması açısından verdiği bir gözdağı olarak da değerlendirilebilir bu. Çünkü yapılan hareketin savcılıkta uzaktan yakından ilgisi olduğu, mahkemeye sevkedilecek bir olay yaşandığı kanaatinde değilim. Ama şunu söyleyeceğim; hak arama, ülkenin demokratik cumhuriyet kazanımlarına sahip çıkmak açısından biz yolumuzdan dönmeyeceğiz.

Şu hareketin yargıya intikal etmesi kadar komik bir şey yok. O kadar çok olayların olduğu bir ülkede, yolsuzlukların, organize suçların işlendiği bir ülkede, demokratik hak talebi için sesini çıkaran insanlara karşı bu baskı, zulüm niye? Ben bunu çözemiyorum. Bana göre Türkiye hala demokrasiyi hazmedememiş. Bu sivil toplum örgütlerinin sosyal hukuk devletine, cumhuriyetinin kazanımlarına sahip çıkma olayıdır. İnsanlar, insanca yaşama hakkını, çalışma hakkını en iyi şekilde kullanmak zorundadır. AB sürecinin aldatmaca olduğu ortadadır. Avrupa sosyal şartlarına tamamen ters bir olay yaşanıyor şu anda. 2911 sayılı toplantı ve gösteri yürüyüşleri kanunu değiştirildi. Avrupa’ya gösteriş için değiştirildi ama yönetmelik ve tüzük düzeyinde hiç birşey yapılmadı. Medya da doğruları yansıtmıyor. AB için takvim aldık diyelim ama takvim almak olayları çözmüyor ki. Avrupa’nın bir sosyal şartı var. Türkiye zannediyor ki takvim almak için siyasal ve ekonomik kriterleri çözmek gerekiyor. Peki bunun sosyal boyutu ne? Avrupa kamuoyu bunun sosyal şartına çok önem veriyor. İnsan haklarına çok önem veriyor. Burada da maalesef en fazla çiğnenen insan hakları; işkence ve insanın en doğal hakkı olan çalışma hakkının gasp edilmesi söz konusu. Buralarda ilerleme değil, tam tersine gerileme var. Bu kafayla AB bizi almayacaktır, almaz. Sendikal özgürlüklerin önü kapalı. İnsanlar anayasal hakkını kullanıyor diye işinden oluyorsa bunu AB ile nasıl bağdaştıracaksın? Bugünkü siyasal iktidar IMF’nin kucağına oturmuş, onun uslu bir çocuğu olmuş. Hiçbir siyasal iktidar, AKP kadar IMF’ye teslimiyetçi olmamıştır. Böyle bir siyasal iktidara karşı da bizlerin sessiz kalmaması gerektiğine inanıyorum. Emeğe saygı yok. Kamu çalışanlarına düşmanca bir tavır varmış gibi değerlendiriyorum.

Ben senede en az 3-4 kere 2911’den mahkemeye çıkıyorum. Avrupa’da yok böyle bir şey. Bizim her hareketimizi bununla değerlendiriyorlar. Sivil toplum örgütleri bu şekilde yargılanıyor. Fakat ben 1974’ten bu yana -30 yıl geçti- böyle bir davayla ilk kez karşı karşıya kalıyorum. Ortalama ayda 3-4 davaya gitmeme rağmen, böyle bir davayla ilk kez karşılaşıyorum.

Bu siyasal iktidarın antidemokratik uygulamalarına karşı birlikte hareket etmek zorundayız. Bana göre Avrupa’nın da gündemine oturacak bir davadır. Bu baskılara karşı, demokratik hak arayışlarımız karşısındaki bu müdahaleleri AİHM başta olmak üzere bağlantılı olduğumuz kuruluşlarla görüşüyoruz. Bu da Avrupa’ya taşınacak bir davadır. İnşallah sağduyu galip gelir. Bu kambur, bu demokrasi kamburu yok olsun diyoruz.

“Baskının ötesinde bir tehdit”

Devrimci Sağlık İş Sendikası Başkanı Doğan Halis

Gösterilen tepki, demokratik sınırlar içinde, çağdaş tüm ülkelerde olduğu gibi, ortak bir duyarlılık ifadesiydi. Karşı davayı açmak, yıldırmaya çalışmaksa tahammülsüzlük olarak değerlendirilebilir. Hükümetin göreve geldiği tarihten bu yana AB normları ya da demokratikleşme konusunda başı çekiyoruz tarzındaki yaklaşımıyla çelişen ve tutarsızlık içeren bir durum. Ve Türkiye’de hak aramanın önündeki engellerin hala devam ettiğini gösteren bir durum.

Biz bu sürecin böyle yaşanabileceğini bilerek adım attık. Eğer, etkin olmayan, toplumdan destek görmeyen, yüzeysel bir hareket olarak kalsaydı belki bu tepkiyi göstermeyebilirlerdi. TTB’nin yürüttüğü mücadelenin başından itibaren Başbakan ve Sağlık Bakanı’nın yaptıkları açıklamalar bunun devamında soruşturma ve kovuşturmalara gidileceğinin işaretini o zaman vermiş oldu. Ama bunun haksız bir iş olduğunu, tahammülsüzlüğün tasvip edilecek bir yanı olmadığını kabul etmek gerekir.

Sağlık ve eğitim Türkiye’nin sorunlu olduğu temel alanlardan ikisi. TTB ve diğer meslek örgütlerimizin, sendikalarımızın ortak tespitleri sağlık alanında ortak bir toplumsal talep olduğudur. Hükümet de bunun farkındadır. Bize saldırmalarının sebebi halk nezdindeki kabul görmedir. Bir uyaran görevi yapmış olmamız onları rahatsız ediyor. Çünkü biz de bu taleplerin üzerine yatmış olsaydık, günübirlik davranmış olsaydık, toplumsal sorunlara sahip çıkmamış olsaydık herhalde hükümetten bu tepkiyi almamış olacaktık. Toplumsal muhalefet alanının bir önemli birleşeni oldu sağlık alanı. Tüm kısıtlamalara rağmen, Başbakanın kısıtlayıcı konuşmalarına rağmen, meslek örgütünü halkla karşı karşıya getirme çabalarına rağmen bu tutum toplum tarafından kabul görmedi.

Parayla sağlığın olamayacağını, olmaması gerektiğini anlatıyoruz halka. Herkesin insan olmaktan gelen hakkıdır sağlık hakkı. Bizim gücümüz buradan geliyor. Eylemin büyüklüğü buradan geliyor. Bu süreç devam ediyor, bu sürecin tarafları olarak hepimiz bedelleri göze alarak yola çıktık. Tabii ki kazasız belasız sonuçlanmasını, sürgünlerin olmamasını, sağlık çalışanlarının mağdur olmamasını temenni ediyoruz. Çünkü bizim istediğimiz akla ve mantığa uygun bir harekettir.

DİSK davasında 126 idam davası gündeme getirilirken de biz bunu hak etmemiştik. Bu ülkenin bağımsızlığı için, bu halkların mutluluğu için mücadele eden insanlar da saldırılara uğradı. Bu saldırılar da hak edilmemiş saldırılardı. Aradan geçen yıllara rağmen, Türkiye’nin demokratikleşme sürecinin önemli bir evresinde bulunduğumuz bir dönemde, üstelik AB kapsamında çok laf eden bir hükümetin atmaya çalıştığı adım ile fiili uygulama arasındaki çelişki bu dava girişimiyle çok açık olarak ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla bu yeni bir süreçtir. Baskının da, sindirmenin de ötesinde gelecekte atılacak adımların önünde önemli bir barikat oluşturmak ve bir tehdit niteliği taşıyor. Bir kamusal hakkın kullanımının önündeki tehdit olarak algılamak lazım ve büyük bir saldırıdır.

Bu davanın sonucu kadük de olsa ve biz sınırlı düzeyde cezalarla bu süreçten çıksak da her halükarda önemli bir baskıdır. Tabip odalarının geniş toplumsal ilişkilerine, üyelerinin haklarına yönelik ve toplumun kendisine yönelik, toplumun sağlık hakkına yönelik bir tehdittir. Sıradan bir olay değildir, basit bir saldırı değildir. Önemli bir hak gaspıdır, bilinçli, programlı. Çünkü hükümet teslimiyetçi, halka karşı bu politikaları sürdürecek. Biz de bu politikaların karşısında mücadele ettiğimize göre, bizim de buna göre davranmamız gerekiyor.

Bu davanın sonucunda hükümet yargılanacaktır. Yasallıktan ve meşruiyetten uzaktır. İdarenin keyfi bir tasarrufudur. Savcılara direktifle yerine getirilmiş bir davadır bu. Bu dava kadük olmaya mahkumdur.

“Bu dava Türkiye’nin demokrasi sorunu ile ilgilidir”

İstanbul Diş Hekimleri Odası Başkanı Rıfat Yüzbaşıoğlu

Türk Tabipler Birliği böyle bir eylemi başlattığında, diğer sağlık meslek birlikleri gibi Türk Dişhekimleri Birliği de bu olaya destek verdi ve odalarına bu eylemin desteklenmesi konusunda talimat verdi. İstanbul’da ise çok daha hoş bir gelişme yaşadık; İstanbul’daki etkinlik sağlık meslek odalarının ve sendikaların çoğunluğunun katılımıyla ve desteğiyle gerçekleşti.

Böylesine güçlü bir destek bulan ve kamuoyu nezdinde de kabul gören bir etkinliğin bir davayla sonuçlanmasını Türkiye’de tüm hak arama eylemleri çerçevesinde değerlendirmek mümkün: Türkiye’de tüm hak arama eylemleri ilk önce bir takım yasal engellerle karşılaşır ve daha sonra bu yasalar gelişir, bir “engel” olmaktan çıkar ya da daha sonra tekrar zorlanır. Yani meşru hak arama eylemleri, yasal platformda yerini alıncaya kadar bu sürer. Böyle bir süreçten geçiyoruz. Türkiye geçmişte çok daha zor süreçlerden geçti, şimdi de bu zorlukları az veya çok yaşıyoruz. Ama sanıyorum Türkiye tam demokrasinin hakim olacağı bir ülke oluncaya kadar bu zorlukları hep birlikte yaşayacağız. Bunlar Türkiye’nin demokrasi sorunuyla ilgili. Çünkü yasalar meslek odalarının kendi görev alanları içinde herhangi bir hak arama taleplerini sınırlıyor. Bunların hızla değişmesi lazım.

İddianamede bu etkinliğin “kamu sağlığını, kamu huzurunu” bozduğu iddia ediliyor ama biz tam tersini söylüyoruz. Kamu sağlığı zaten bozulduğu kadar bozulmuş durumda. Kamudaki sağlık hizmetleri neredeyse her anlamda iflas noktasında ve ne yazık ki bunun sorumlusu hekimler ve sağlık çalışanları olarak gösterilmeye çalışılıyor. Tabii ki bu çok yanlış ve çok haksız bir suçlama. Tam tersine sağlık personeli ve hekimler sağlık ortamının toplum için daha iyi haline getirilmesini savunuyorlar. Bu etkinliklerin başlıca amacı bu.

Sağlık hizmetlerinin yeteri kadar verilememesinin nedenleri var. Kaynak sorunu var, altyapı sorunu var. Bunlar yıllardır çözülemiyor. Bir kere bu sorunları hekimlere veya sağlık personeline karşı olarak çözmek mümkün değil. Onlarla birlikte çözmek gerek. Onların seslerine kulak vererek çözmek gerek. Yıllardır sağlık ortamının ülkemize yaraşır bir hale gelmesi için bizim örgütümüzün, tabip odalarının, eczacı odalarının pek çok somut talepleri oldu. Ama ne yazık ki bu konuda kulaklar tıkalı ve sürekli olarak bir takım reform iddialarıyla ortaya çıkış var ve tam tersine daha da kötüye bir gidiş var. Sağlığı bir ticaret metası olarak görme perspektifi söz konusu. Bunu görüyoruz ve bunlara karşı çıkıyoruz. Sağlık personelinin yaşadığı olumsuz koşulların düzeltilmesi ilk adım olmak zorunda, fiziki koşulların düzeltilmesi ilk adım olmak zorunda, insanlar için ulaşılabilir, eşit ve nitelikli sağlık hizmetini sağlamak ilk adım olmak zorunda. Biz herkesin eşit ve nitelikli sağlık hizmetine ulaşmasını insan hakkı olarak görüyoruz ve bu da bizler için geçerli olan en temel istek.

Bu zamana kadar ülkemizde de, dünyadaki birçok ülkede de hak arama istemleri sonsuza kadar sınırlanamamıştır. Eninde sonunda insanlık bugünkü özgürlük taleplerini adım adım gerçekleştirmiştir. Bu alanda da bence daha ileri adımlar atılacaktır. Örgütlerin sağlık alanının düzeltilmesi, toplum sağlığının iyileştirilmesi talepleriyle başlattıkları bu hareketler, bu eylemlilik, bu tepkiler daha da canlanacaktır. TTB’nin ifadesinde olduğu gibi bunun dünyaya duyurulması söz konusu olacaktır.

“Bu dava Türkiye’nin ayıbı ve yüzkarasıdır”

İstanbul Veteriner Hekimler Odası Başkanı Tahsin Yeşildere

Biz bu sürece Veteriner Hekimler Odası olarak yönetim kurulu kararıyla katıldık. Yasal bir hak arama olarak değerlendirdik. Çünkü bu sadece sağlık çalışanlarının sorunu değildi Türkiye’de. Sağlık çalışanları gibi önemli bir yapının konuyu kamuya aktarmasıyla, diğer kamuda çalışanların sorunlarını da dile getirmekti. Biz öğretmenlerin de, diğer kamu memurlarının da çok büyük sıkıntıları olduğunu biliyoruz. Sağlığın Türkiye’de yıllardan beri ihmal edildiğini, sağlığın çok büyük çıkmaz içine girdiğini de biliyoruz. TTB’nin önderliğinde ve İTO’nun çok büyük katkılarıyla, diğer meslek kuruluşları ve sendikaların verdiği destekle çok önemli, demokratik bir eylem yapıldığı kanısındayım. Bu eylem ses getirmiştir. Vatandaşlar da bu eyleme destek vermiş, katılmışlardır çünkü hizmeti alan onlardır. Bu hizmetin doğru olarak, sağlıklı olarak alınması ancak sağlıkçının sağlıklı olarak yaşam koşullarına eriştirilmesiyle sağlanabilir.

Bizim burada sadece destek değil, eylemin içinde olduğumuz kanısındayım. Sağlık eylemini tek taraflı düşünmüyoruz. Sağlık hizmetinin halka ücretsiz ve sağlıklı yansıması için bunun vergilendirme politikalarının da yeniden gözden geçirilmesinden yanayız. Bu gibi nedenlerle biz bilfiil içinde olarak katıldık bu eyleme. Ama bu eylem sonrası açılan dava bence Türkiye’nin çok büyük ayıbıdır, bir yüz karasıdır. Ancak davayı şu açıdan önemli görüyorum: Bu tür eylemler sonrası pek çok davalar açıldı. Bundan önce de yaşadık biz bunu. Düşünce suçu olarak da yargılandık; daha sonra aradan geçen yıllar, düşüncenin suç olmadığını artık yasalarımıza yerleştirdi.

Meslek örgütlerinin, ilerici düşüncelerin, aydınların; siyasilerin ve hükümetlerin toplumu geri bıraktırma konusundaki yasalarına dikkat çekmek gibi bir görevleri var. Hala davalar açılıyorsa, bu dikkat çekme görevini yerine getirmişiz demektir. Bizi yargılasınlar ama ileri senelerde bu maddeler kalkacaktır diye düşünüyoruz. Bu nedenle yargılanmaktan çekinmiyoruz. Bu yasal bir hak aramaydı. Öyle zannediyorum ki mahkeme bütün sorgulanan kişilerin beraatiyle sonuçlanacaktır.

Hukukçuları, bu konuları irdelerken, Türkiye’nin önüne set çeken yasaları yok etmeleri konusunda düşünmeye davet ederim. AB’ye giriş süreci içinde bu tip davaların Türkiye’nin önünde önemli bir set olacağı düşüncesindeyim. Hak aramanın korkulmaması gereken bir olay olduğu düşüncesindeyim. Önümüzdeki günlerde de bu eylemlere devam edeceğiz. Bizi yıldıracaklarını düşünmesinler.

Türkiye çelişkiler ülkesi gerçekten. Şimdiki başbakan şiir okudu diye yargılandı, belediye başkanı görevinden alındı, ama şimdi başbakan oldu. Ancak yasalar konusunda kendi çıkarları doğrultusunda kararlar veriyorlar. Baktığımız zaman o zaman kendisine şiir okuduğu için ceza verilen yasaların karşısında dik olarak duramıyor. O yasaları uluslararası normlarda değiştiremiyor. Bu Türkiye önünde önemli bir engeldir. Yani kendi çıkarlarınız doğrultusunda demokrasiyi kullanırsanız, yarın bu size ters dönebilir. Halkın ve toplumun çıkarları doğrultusunda kullanmak gerekir. Özgür düşüncenin önünü açmak gerek, bunun önündeki setleri kaldırmak lazım. Bizim yargılanmamız, hak aramanın önündeki engelin kaldırılması açısından önemlidir diye düşünüyorum. Bunu açanlar, bundan geri döneceklerdir. Bu nedenle olumlu görüyorum. Biz yanlış bir şey yapmadık. Bizi engelleyemezler, yıldıramazlar, daha çok birleşiriz, daha çok güçleniriz. Toplumun yararına, çıkarına varız biz.

“Bu dava siyasi bir baskı amacı taşımaktadır”

İstanbul Eczacı Odası Başkanı Zafer Kaplan

Türk Tabipleri Birliği’nin düzenlediği etkinliklerde dile getirilen hekimlik mesleği ile ilgili gerçekçi ve haklı talepler, ülkede sağlığın özelleştirilmesi çabalarına yönelik demokratik eleştirilerdir. Bu etkinliklerden dolayı dava açılması, basın toplantısına katılıp görüş açıklayan tüm meslek örgütlerinin sanık durumuna getirilmesi demokrasiyle bağdaşır bir durum değildir.

İstanbul Tabip Odası’nda yapılan basın toplantısında kamu düzenini veya kamu sağlığını bozmaya yönelik herhangi bir durum ya da teşebbüs söz konusu değildir. Basın toplantısına katılan 11 sivil toplum örgütünün ve bunların 85 yönetim kurulu üyesinin davaya dahil edilmesi bu davanın siyasi bir baskı amacı taşıdığını düşündürmektedir.

AB sürecindeki ülkemizde, böyle bir gerekçeyle bu tip bir davanın açılması insan haklarına saygılı ve demokratik bir ülke hedefi ile çelişmektedir.

“Sendikal örgütlenme hakkına saldırı”

Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası İstanbul-Aksaray, Bakırköy, Şişli Şube YönetimKurulu üyelerinin tamamı adına SES Aksaray ŞubeBaşkanı Songül Beydilli

Bu davanın TCK’nin “iş bırakma” ile yargılanacak 236. maddesinden açılmış olması en başta kamu emekçilerinin grev hakkına, sendikal örgütlenme hakkına yönelik bir saldırıdır. Davanın bu süreçte açılmasının özel bir anlamı var. Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile başlayan/ete kemiğe bürünen, arkasından gündeme gelecek olan Kamu Personel Yasası ile sağlık ve sosyal güvenliği özelleştirerek hak olmaktan çıkaracak olan yasal düzenlemeleri dikkate aldığımızda bu dava bir ceza niteliği taşımaktadır. Çünkü bu sürecin püskürtülmesi emekçilerin grev haklarını kullanarak direnişe geçmesinden geçiyor. Bugün böyle bir davayla “siz böyle davranırsanız cezalandırılırsınız” mesajı veriliyor.

Yaptığımız eylemin temel amacı, sağlık hakkının savunulmasıdır. İddianamede iddia edilen “kamu sağlığının bozulması”nın tersine biz bugüne kadar ve bundan sonra yapacağımız etkinliklerde de kamu sağlığının ortadan kaldırılmasına yönelik bir tepkiyi ortaya koymak için yaptık. Biz tam tersine kamu sağlığını koruma görevini yapıyoruz. Bugün, söz konusu yasaları çıkaranlar aslında kamu sağlığını ortadan kaldırıyorlar.

AB’ye uyum adı altında bir takım değişiklikler yapıldı, “demokratikleşme” vs. gibi çok büyük laflarla öne sürülüyor. Bu değişiklikler içinde Anayasa’nın 90. maddesinde de bir değişiklik yapıldı. Uluslararası sözleşmeler ilgili bir düzenlemedir bu. Uluslararası sözleşmeler iç hukukun üstündedir. Anayasaya aykırılığı iddia edilemez. Ayrıca iç hukukla çatışma halinde ise, uluslararası sözleşmenin geçerli olacağına dair bir düzenlemedir. Uluslararası sözleşmeler aralarında insan hakları beyannameleri, Avrupa sosyal şartı, İLO sözleşmeleri dahil olmak üzere kamu çalışanları dahil olmak üzere tüm emekçilerin sendika, toplu sözleşme haklarını içermektedir. Hatta AİHM’de grev nedeniyle yapılan bir başvuru sonucu mahkemede verilen karar -yani iç hukukta bir düzenleme olmasa bile İLO sözleşmesinin bu hakkı tanıdığı yönündedir, kazanılmış bir dava da söz konusudur. Aslında ikiyüzlülük şurada hem demokratikleştiriyoruz ülkeyi diyorlar, hem de anayasada göstermelik de olsa değişiklik yapılıyor; ama TCK’de 236. madde ya da en azından sendikal özgürlüklere yönelik baskı içeren hükümler kalkmıyor ve biz bugün hak ve özgürlük olması gereken bu konuda, bu sendikal faaliyette bulunduğumuz için yargılanıyoruz. Bu bir ikiyüzlülük. Kamu sağlığına yönelik aldığımız tavra yönelik bir baskı, grev ve sendikal örgütlenme hakkına yönelik bir saldırı. Bilinmelidir ki, çok defa bu tür eylemler yaptık; bundan sonra da bu baskılar meşru olan, demokratik olan bu hakkımızın kullanılması konusunda bizi yıldıramayacaktır.

Kamuoyunda bu etkinliklere sahip çıkılmasının hükümetin müdahalesinde etkisi var. Çünkü AKP hükümeti sağlık alanında uygulanan bu popülist politikaları halka iyi şeylermiş gibi anlatmaya çalıştı. Aslında bunların iyi şeyler olmadığını halk da yaşadı. Bu eylemlerde halkın hastanelere bile gelmemeleri, bu noktada bizi haklı gördüklerinin bir göstergesidir. Bu eylemin halkın sağlık hakkı için yapıldığını anlamış olmalarıdır.

 “Haklı taleplerimiz önlenemez”

İstanbul Tabip Odası Başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy

Bu dava, Türkiye’deki sağlık sisteminin bozukluğuna karşı, hekimlerin ve sağlık çalışanlarının en uzun soluklu, en kitlesel mücadele süreçlerinin bir parçası olmuştur. Taleplerimizi zaten çok daha önce ortaya koymuştuk. Bu taleplerin haklı olduğuna sonuna kadar inanıyoruz. Kamuoyu da bize hak verdi. Taleplerimizin yerine getirilmesi ya da sağlık ortamındaki olumsuzlukların düzeltilmesi yerine ortada “kriminal” bir olay varmışçasına dava açılması hiçbir şekilde kabul edilemez. Böyle davalarla haklı taleplerimizin önlenmesi mümkün değildir. Bu dava yalnız hekimlerin, sağlık çalışanlarının değil, sağlık hakkının geliştirilmesi için çaba sarfeden tüm yurttaşların davasıdır.

İddianamede yer verilen “kamu sağlığını bozma” gerekçesi trajikomiktir. Bu ülkenin sağlığının bozuk olduğunu yıllardır biz söylüyoruz. Bu ülkede insanların yaşam sürelerinin gelişmiş ülkelere göre ne kadar sınırlı olduğu biliniyor. Bebek ölüm oranlarının yüksekliği, insanların hastane kapılarında çektiği çeleler biliniyor. Bütün bunların gerçek sorumlusunun Sağlık Bakanlığı olduğu bilinirken, savcılık bizlerin kamu sağlığını bozduğunu iddia ediyor. Bu kabul edilemez.

İddianamenin ortaya koyduğu şöyle bir gerçeklik var: Aslında sağlık hakkı bütün toplumu ilgilendiren bir hak. Toplumun bütün kesimleri de, TTB ve SES’in taleplerine sahip çıktılar. Zaten “sanık” listesine baktığımız zaman birleşik emek cephesi gibi. Bunların hepsine dava açılması hak arama mücadelesinin önüne çıkarılan bir engel olarak kabul edilebilir. Tamamen barışçı bir şekilde hakkını arayan insanlar bile yargılanıyor. Bunun örgütleri ve yandaşlarını baskı altına alma ve yıldırma amacı taşıdığı görülüyor.

Hak arama mücadelesi Avrupa Birliği’nin tam da temelini oluşturan kategoridir. Hak arayan insanların bu şekilde yargılanması AKP hükümetinin yürüttüğü AB’ye uyum sürecinin aslında ne kadar samimiyetsiz olduğunun bir göstergesidir. Avrupa ülkelerinde hekimlerin gerekli koşullarda rahatça grev yaptıkları ortamlara karşılık, Türkiye’de topluma, halka, hastalara hiçbir şekilde zarara vermemek için en üst düzeyde özen gösterilerek gerçekleştirilen etkinlikleri bu şekilde saptırmaya çalışmak, toplam 255 yıla varan hapis cezalarıyla bastırmaya çalışmak samimiyetsizliğin çok açık bir göstergesidir.

Bu davayı kriminal bir dava, kendimizi de suçlu olarak görmüyoruz. Haklı talepleri dile getirmek için etkinliklerimizi yaptık, bugün de bu nedenle yargılanıyoruz. Bizim savunmamız, bütün bu süreçte ortaya koyduğumuz taleplerimizdir. İnanıyoruz ki bu dava, yalnızca haklılığımızın bir kanıtı olacaktır. 13 Ekim’i ve ondan sonraki her günü sağlık hakkının savunulacağı günler olarak devam ettireceğiz.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön