e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Eylül 2004  Sayı: 125

 

TTB Merkez Konseyi Genel Sekreteri Orhan Odabaşı, sağlık gündemini değerlendirdi…

“Sağlık Bakanlığı’nın çözüm diye önerdiği bütün modeller iflas etti”

4.jpg (9229 bytes)“Tek kelimeyle çok vahşi bir tablo önümüzde duran. İki yıldır TTB’nin hemen her türlü platformu kullanarak işaret ettiği tehlikelere ve önerdiği formüllere kulaklarını tıkayan Sağlık Bakanlığı, ne yazık ki 2005’te hekimler üzerindeki tahribatı bir kat daha artıracak adımlar atıyor. Denizli devlet hastanesinde gereksinim duyulan uzman kadrolar için açılan ihale tabloyu çok netleştirdi.”

Tıp Dünyası - ANKARA - Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi Genel Sekreteri Dr.Orhan Odabaşı, son iki yıl içinde sağlık alanındaki olumsuzlukların giderilemediğine dikkat çekerken, “Bugün gelinen noktada Sağlık Bakanlığı’nın çözüm diye önerdiği bütün modeller iflas etmiştir” dedi.

Dr.Orhan Odabaşı, Tıp Dünyası’nın sağlık gündemiyle ilgili sorularını yanıtladı:

- Şu anda sağlık alanında gündemde öne çıkan konular nelerdir?

Bu sorunun karşılığında son bir yılın değerlendirmesini yapmak durumundayız. 2003 yılının Temmuz ayında sözleşmeli çalışma gündem olduğunda saptamalarımız vardı: Zaman içinde tüm sağlık çalışanlarının sözleşmeli çalışmaya geçirileceğini, sonrasında da iş güvencesinin kalmayacağını bunun sonuçlarının da hem hekimlere hem toplum sağlığına ciddi zararlar vereceğini söylemiştik. O günlerde Hükümet ve Sağlık Bakanlığı sözleşmeli çalışmanın gönüllü olacağını dile getirmişlerdi ama aynı tarihlerde bugünlerde yürütmesi meclisten geçmiş olan Kamu Yönetimi Temel Kanunu, öngörü olarak 2005 yılına kadar başta sağlık olmak üzere bütün kamu alanlarının sırasıyla özelleştirileceğini, başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanlarının da bu özelleştirme furyasından ilk etkilenecek grup olduğunun altını çizmişti. Biz bunu meslektaşlarımızla paylaştığımızda, “başkasının başına gelecek”, “ötekinin etkileneceği”, “kendilerine uzak” bir konu olduğunu düşündüler. Hemen ardından performansa dayalı ücretlendirme söz konusu oldu. O günlerde Sağlık Bakanı’nın söylediğine göre, hekimler belki de kamuda aldıkları maaşın 6-7 kat daha fazlasını performans göstererek alabileceklerdi. Gerçekten de birinci basamak da dahil olmak üzere, kimi uzmanlık dallarında daha fazla, kimisinde daha az ücretlerle meslektaşlarımız performansa dayalı ücretlendirmeden yararlandılar. En son, Sağlık Bakanlığı’nın kendi ifadesiyle hekimler maaşlarının dışında, bunun 1.5-2 katı bu tür ödemeler aldılar. Ama yavaş yavaş değişik yerlerden haberler geliyor; geri ödeme kurumlarının ödeyemedikleri; dışardan hizmet satın almada olduğu gibi döner sermayenin özelleştirmede kullanılması nedeniyle, performansa dayalı ücretlendirme ödemelerinde yarı yarıya azalmalar olmaya başladı.

- Bu TTB’nin öngördüğü bir şeydi aslında değil mi?

Bu öngörünün ötesinde bir durumdu. Çünkü Kamu Yönetimi Temel Kanunu bunu çok net tanımlıyor aslında. Diyor ki, “2005 yılında kamu kurumları özelleştirilecek ve döner sermaye uygulamaları özelleştirmenin ilk sermayesi olacak”. Bu çok net ifade edilmişti. Sağlık Bakanlığı’nın birçok yasa hazırlığı var, bunların bir kısmı AB’ye hazırlık çerçevesinde değerlendiriliyor. Yasayla yapılması gereken kimi düzenlemeler, yönetmelikler ve genelgelerle yapılıyor. Bu ayrıntılara takılırsak tablo daha da fazla karmaşıklaşıyor. Bu ayrıntılara girmeden, çok kaba olarak, “ne oluyor” diye incelersek; önce vatandaşın sağlık kuruluşlarına dolayısıyla da sağlık çalışanlarına, hekimlere güveni sarsılıyor. Sonra güveni sarsılan kurumlardan hizmet kalitesinin düşüklüğünün sürdürülebilmesi için yatırımlar azaltılıyor. 2005 Sağlık Bakanlığı bütçesi incelendiği zaman yine görülüyor ki yatırımlara yeterli kaynak ayrılmamış. Kaynak ayırmıyorsunuz, yatırım yapmıyorsunuz, sağlık hizmetlerinin niteliğine dair eğitim hizmetlerini sunmuyorsunuz ve bir yandan da “sağlık hizmetini veren de alan da, bunu finanse eden kurumlar da memnun değil” diye bir söylem dillendiriyorsunuz. Sonra bunun nedenlerini araştırmak yerine, ülkenin birikimlerini, sağlık çalışanlarının, hekimlerin birikimlerini gözardı ederek bambaşka bir sistem getiriyorsunuz. Bunun da tek bir felsefesi var: “Kamu verimsizdir. Eğer siz özelin kaynaklarına yer açarsanız, burayı da rekabete açarsanız, isteyene istediği yerden sağlık hizmeti alabileceği bir altyapı oluşturursanız, rekabet doğar, rekabet doğan yerde nitelik artar.” Oysa ne yazık ki, Türkiye’de son 20-25 yıllık deneyim, dünya deneyimi bunun böyle olmadığını gösteriyor. Çünkü sağlık bir ekip hizmetidir. Siz sağlık çalışanlarını parçalarsanız, iki hekimi dayanışma ruhundan uzaklaştırıp birbirinin rakibi konumuna iterseniz, belki görünen yüzünde sağlık hizmetinin niteliği artmış gibi düşünülebilir ama uzun erimde başta bu rekabete giren hekimler, sağlık çalışanları olmak üzere herkes yıpranır.

- Şu anda yaşama geçirilen düzenlemeler bu ekip hizmetini parçalamaya dönük gibi görünüyor…

Basit bir örnek, aile hekimliği pilot uygulama çalışmasını TTB şöyle değerlendirdi: Deniyor ki, bir bölgede bir hekime 4 bin kişi bağlanacak ve hekim bunlara hizmet verecek. Başlangıçta bunu devlet dağıtacak ama belli bir zaman sonra hekim performansıyla bu kişileri tutacak. Buraya kadar anlatılanlara göre; sanılıyor ki her şeyi derli toplu yürütürsen, memnuniyeti de yüksek tutarsan hasta senden ayrılmaz. Ama biraz ilerliyorsunuz, diyor ki, eğer 4 bin kişiye istekli bir hekim bulunmazsa atanır. Oysa yaklaşık iki yıldır, Sağlık Bakanlığının çok ciddi tezlerinden biri olduğunu hep dile getirdikleri için biliyoruz; hekim seçme özgürlüğü deniliyor. Oysa daha işin başında, pilot çalışmanın en başında, pilot bölge olmanın bütün avantajlarını göz önünde bulundurarak, bütün kaynakların oraya aktarıldığını da gözardı etmeksizin söylüyorum ki, hekim bulunamazsa atanacağı söyleniyor. Deniyor ki, kamu çalışanları hekimler, eğer sözleşmeliye geçerlerse ve bir zaman sonra sözleşmeli koşulları beğenmezlerse eski ortamlarına dönebilecekler deniyor.

- Mümkün mü bu?

Şöyle mümkün olabilir; dönmek isteyebilir hekim. Sözleşmeliden 657’ye dönmek isteyebilir ama dönebileceği bir yer kalmayacak.

- Dışardan sağlık hizmeti satın alınması yönündeki düzenleme yaşama geçti ve ilk örneklerini de gördük. Siyami Ersek’de, Şişli Etfal’de ve son olarak Denizli’de. Bu söylediğinizi son derece somutlaştırıyor sanırım.

Firmalar, bugüne kadar hastanelerin  temizlik, güvenlik, bahçe-otopark işlerini aldıkları gibi, bugün hekimleri listeliyorlar, burada çeşitli branşlardan hekimlerle ihalelere giriyorlar ve bir taban ücret üzerinden hekimlere iş veriyorlar. Sonuçta ortada yeni bir tablo var; hekimlerin belki de gerçek tabloyu algılamasında çok daha çarpıcı bir durum var. Hekimler bugüne kadar sanıyorlardı ki, bir tarafla birebir oturacaklar, koşullar uygun olursa, daha uygun bir ekonomik ortam ya da daha uygun bir gelecek vaad ediyorsa onu tercih edecekler. Üstelik de Sağlık Bakanlığı’nın sürekli dile getirdiği gibi, memnuniyetsizliklerinde geri dönebilecekler. Ama artık bunun altyapısı kalmadı. İhaleyle ilgili sözleşmeyi incelediğiniz zaman; muhatabınız doğrudan ihaleye giren firmayla hastane yönetimi. Hastane, ihaleye giren firmaya “Şu doktordan memnun değiliz” dediği zaman firma onu geri çekmek zorunda. Bugün ihale firmalarının diğer alanlarda personeli nasıl çalıştırdığı çok iyi biliniyor. Farklı bir tablo oluşmayacak. Firma ile geriye çekilen doktor arasında bir süreç işleyecek ama çoğunlukla da hekim orada güçlü olmayacak tabii ki. Tek kelimeyle çok vahşi bir tablo önümüzde duran. İki yıldır TTB’nin hemen her türlü platformu kullanarak işaret ettiği tehlikelere ve önerdiği formüllere kulaklarını tıkayan Sağlık Bakanlığı, ne yazık ki 2005’te hekimler üzerindeki tahribatı bir kat daha artıracak adımlar atıyor. Denizli devlet hastanesinde gereksinim duyulan uzman kadrolar için açılan ihale tabloyu çok netleştirdi.

- TTB’nin bu konuda ne gibi girişimleri oldu?

Hemen Sağlık Bakanlığı’ndan acil randevu talep ettik. Sağlık bakanı, bu yöntemle daha çok sağlık personelinin istihdamının düşünüldüğünü, hekimleri ise Güneydoğu, Doğu Anadolu, Doğu Karadeniz gibi bölgelerde bu yöntemle istihdam etmeyi düşündüklerini söyledi.

- Peki bu yeterli mi ya da bundan sonra böyle olmayacağının garantisi mi?

Hayır. Kendisi zaten bizim sorduğumuz soru üzerine, sözleşmeli çalışma yöntemini benimsediğini söyledi. Burada kritik nokta şu. Denizli ve hemen sonrasında Manisa’da gerçekleşecek olan ihale yöntemiyle hekim istihdamından Sağlık Bakanı birebir haberdar değil. Biz hatta ihale şartnamesinin kimi maddelerini kendisine anımsattığımızda bunun kabul edilemez olduğunu kendisi de söyledi ve bunun üzerinde çalışacaklarını belirtti. Bunu şu yönden özellikle anlatmak istiyorum; Bu olay Denizli’de gündem olduğunda hekimler şöyle bir süreç yaşadılar. Üniversitede temizlik ve memur istihdamı için ihaleye giren bir firma, devlet hastanesinde temizlik işlerinde ihaleye giren bir firma Denizli’deki hekimleri tek tek dolaşarak bu ihaleye gireceğini ve hekimleri kendi yapısı altında toplamak istediğini söyledi. Hekimler bence gerçekle ilk kez yüz yüze geldiler. Evet ihale şartnamesinde hekimlerin de tek tek ihaleye girebilecekleri belirtiliyor ama aynı zamanda tüzel kişiliklerin de ihaleye girebileceklerine işaret ediliyordu. Yani söyleşinin ilk başında dile getirdiğim, sağlık alanında yaşama geçirilenlerin hep ötekinin başına geleceği duygusu, Denizli’deki hekimler için artık geçerli değil. İnsanlar yasalaşan ve hayatlarına değen noktalarda gerçeklerle karşılaştıklarında buna tepki verebiliyorlar. Bir ay sonra, üç ay, dört ay sonra başınıza şöyle bir şey gelecek dediğiniz zaman, ya kendi durumunu güvende hissettiği için ya da kendi başına böyle bir şeyin gelebileceğini öngörmediğinden çok tepki vermiyor. Denizli meselesi yalnızca ihale yöntemiyle hekimlerin istihdamının kapısını aralamıyor. Denizli’deki döner sermaye ödemeleri bu iş gündem olur olmaz yarı yarıya düştü. Çünkü bu ihaleyle hekim istihdam eden kurumlar, giderlerini de döner sermayeden karşılayacaklar. Yani herhangi bir şekilde merkezden ihale usulüyle istihdam ettikleri personel için ek bir para alamayacaklar. Döner sermayenin içinden bu giderleri karşılamak zorundalar.

- Ama öte yandan performans ücretlendirmesi de döner sermayeden karşılanıyor?

Tabii. Bu eğer bir pastaysa; pastanın bir kısmından personelin ücretlerini verdiğiniz zaman, pastanın diğer kısmını paylaşanların payları da düşüyor. Biz performansa göre ücretlendirmede başından beri bunu dile getiriyoruz. Ama bir diğer önemli çıktısı daha netleşti: Bugün hekimlerin performansta “kendilerini çok zorlayarak”, “kendilerinden çok ödün vererek” ulaştıkları nokta kendileri için bir baraj oluşturuyor. Ve bugün performans ücretlendirmenin bir kriteriyse, iki gün sonra iş güvencesinin bir kriteri olacak. Burada da yanılsamalı bir durum şu: Bugün itibarıyla “performansı en yüksek olan”, “en yüksek girdisi olan”, en yüksek ücreti alan kişiler belki de çok verimli kişiler olmayacak. Onun yaptığı işi ona verilen ücretin belki yarısına, belki üçte birine iki kişiye yaptırarak daha çok insan istihdam edebilecekler, ama sonuç olarak her zaman “iyi personel”, “verimli personel” iş yapan kişi anlamına gelmeyecek.

- Peki, bir yanda bütün bunlar olup biterken, diğer yanda gerçekten Sağlık Bakanlığı’nın iddia ettiği gibi memnuniyetler artıyor mu?

Bence en önemli sorulardan birisi bu. Bütün eleştirilerin çıkış noktası memnuniyetsizlikler üzerindendi. Bugün gelinen noktada, bu devlet, hekimlere maaşlarının biraz üzerinde ama bugüne kadar söylediğimiz gibi aslında almaları gerekli olan ücreti verebildiğini gösterdi. Yani aslında hekimler maaşlarının birkaç katını hak ediyorlar ve bir kaynak olduğu da ortada. Bir hekimin bir hastaya ayırması gereken bir zaman olduğunu biliyoruz. Ama hekimlerin bir gün içinde yapmak zorunda kaldıkları poliklinik sayısı, yapmak zorunda oldukları ameliyat sayısı gibi, Sağlık Bakanlığı’nca da ifade edilen öyle rakamlarla karşılaşıyoruz ki gerçekten akıl alır gibi değil. Oysa biz biliyoruz ki sağlıkta nicelik değil, niteliktir aslolan. Bir bu yanı var. Hasta memnuniyetine gelince; ben hastane kuyruklarının azaldığını düşünmüyorum. Hastanede bazı hekimlere ulaşmada kimi güçlükler giderilmiş olabilir ama sonrasında birçok formaliteyle, hastaların sağlık sonrasındaki hizmetleri de almakta güçlükler çektiğini biliyoruz.

Mesele sadece hekime ulaşmak değil. Hekime ulaştığınızda kendisini verebilen, yaptığı işin farkında olan, sonuçta hastaya yararlı olabilecek ve kendisini serbest ve özgür hisseden bir hekimlik ortamına ihtiyaç var.

Sağlık Bakanlığı da sağlık sistemini “can çekişen hasta” diye tanımlıyordu. Artık, ayağa kalkmak üzere olduğunu, bir iyileşme olduğunu dile getiriyor ama bunun sadece Sağlık Bakanlığı’nın görüşü olduğunu düşünüyorum. TTB, ne yazık ki çok umut verici bir tablo olmadığını ve sağlık ortamı, sağlık çalışanlarının durumu, gelecek kaygısı, yasal düzenlemeler ve her gün değişen anlayışların hekimleri, sağlık çalışanlarını dolayısıyla da onlarla her gün karşılaşan halkı çok ciddi yönde tedirgin ettiğini düşünmektedir

- TTB yaklaşık bir yıldır, bu tablo karşısındaki uyarılarını 5 Kasım’dan beri yürüttüğü eylemlilik süreci ile de dile getirdi. Önümüzdeki dönemde bu sürecek mi?

Kararlılığın son ifadesi 19 Haziran tarihindeki Genel Kurulumuzdu. Ben buna eylemlilik süreci demiyorum, sorumluluk süreci diyorum. 5 Kasım bir milat değil aslında. 5 Kasım’ın öncesi de var ama 5 Kasım’ın bu ülkede emekten yana olanların ve sağlık hizmetine bir hak olarak bakanların tarihe düştükleri çok önemli bir belge olduğunu düşünüyorum. Önümüzdeki günlerde yasal süreçlerin sürdüğü çerçeve, söyleşinin başından beri dile getirdiğimiz konular, eylemliliğin ötesinde, sorumluluklarımızı yerine getirmemiz gerektiğine işaret ediyor.

Sağlık Bakanlığının bugüne kadar çözüm diye önerdiği bütün modeller ne yazık ki iflas etmiştir. Biz Sağlık Bakanlığı’nı bu adımları atmadan, Türkiye’nin birikimlerine, TTB’nin önerilerine kulak vermeye çağırmıştık. Sağlık Bakanı ise hekimleri rencide eden sözler sarfeden, sağlık hizmeti sunalarla halk arasına mesafe koyan bir tarzı benimsemişti. Bugün belki siyaseten bu “sivri dilliği” bırakmış gibi görünüyor ama attığı adımlar yüreğimizi kanatacak kadar sivri ve geleceğimizi karartacak kadar da olumsuzdur.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön