e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Temmuz 2004  Sayı: 124

 

aradabir...

Prof. Dr. Gençay GÜRSOY*

Prof. Dr. Üstün Korugan’ın ardından...

Sanıyorum benden bir yaş küçüktü. 1940 yada 1941 doğumlu. Ama onu öğrencilik yıllarından anımsamıyorum. Fakülte mezuniyeti birkaç yıl gecikmişti. Nice sonra, bu gecikmenin yoğun tiyatro uğraşıları ile geçen imrenilecek birkaç unutulmaz yıl nedeniyle olduğunu öğrenecektim. Tanışmamızın belli bir tarihi yok. Öğretim üyeliği dönemimizin ta başlarından beri Cerrahpaşa’daki eski kulağı kesik Üstün Korugan hep vardı sanki. İleri miyop gözlüklerinin arkasından bakan muzip gözleri, yumuşak titreşimlerle garip bir içtenlik ve yakınlık duygusu yayan ses tonu ile hesapsız, kitapsız bir dostluğun simgesi gibi hep vardı Üstün Korugan.

Başarılı bir akademisyen, iyi bir metabolizmacıydı kuşkusuz. İşini ciddiye alırdı. Ama, yaşam ufku sadece hekimliğin ve öğretim üyeliğinin sınırları içine sığmayacak kadar genişti. Tiyatro uzantısı kabına sığamamanın sonucuydu. Neden tiyatro? Bilmiyorum. Ama bana öyle geliyor ki, “rahle-i tedris” inden geçtiği tıp ilminin (!) bütün o iddialı, tantanalı ihtişamının arkasındaki zavallılığı sezen bir ermiş tarafı vardı. “Oyun”u seçmesi belki de bundandı. Ama onunla yetinemezdi. Zaten mayasında mevcut isyan duygusu da eklenince, ortaya bir ömür boyu rahat yüzü görmeyen, üstüne vazife olmayan türlü işlere bulaşan, hiçbir zaman büyümeyen, ezeli muhalif bir çocuk çıktı ortaya.

Çocukluğu Çanakkale’de geçer. Çanakkale ve Kurtuluş Savaşlarına katılmış bir subayın oğludur Üstün. Baba emekli olunca aile oraya yerleşir. Anne tarafından dedesi Çanakkale eşrafından Bozcaadalı Şükrü Efendi’dir. Kentin ana caddelerinden biri olan İnönü Bulvarını üzerindeki Bebekli Evler diye tabir edilen evlerden birinde otururlar.

Üstün iyi Fransızca bilirdi. Oysa yabancı okul mezunu değildi. Fransızcayı çocukluğunda öğrenmiş. Çanakkale’de İlk ve Orta okul yıllarında Bayan Marie Özkanlı adlı bir hanımdan özel Fransızca dersleri almış. Hikayesini kendi anlatısından öğreniyoruz: Bayan Marie Özkanlı Marsilyalıdır. 1910’larda Osmanlı donanmasının son bir çaba ile modernleştirilmeye çalışıldığı yıllarda mülazim Halit Kaptan bir grup denizciyle birlikte Marsilya’ya bir gemi almaya gider ve orada rastladığı Bayan Marie’ye aşık olur. Daha sonra Çanakkale savaşında Nusret mayın gemisi olarak hizmet görecek olan gemi ile birlikte Halit Kaptan ve Marie Türkiye’ye gelirler. Çanakkale ve Kurtuluş savaşları derken emekli deniz subayı Halit kaptan Çanakkale’de kılavuz kaptanlık yaparken ölür. Bayan Marie yaşamını Çanakkale’de Fransızca dersleri vererek sürdürür. Üstün yaz tatillerinde 2-3 ay onun evinde kalır. Böylece Fransızcayı Marsilya ağzından çocukken öğrenir.

Prof. Üstün Korugan 1977’den sonra TTB Merkez Konseyi Yönetim Kurulu ve Yüksek Onur Kurulu üyeliği, 1981-1983 döneminde de İstanbul Tabip Odası Başkanlığı yaptı. Hepimizin bildiği zor yıllardı. 12 Eylül geldiğinde İstanbul’da Prof. Dr. Coşkun Özdemir Oda Başkanı, ben genel sekreterdim. Sıkıyönetim bütün meslek örgütleri gibi İstanbul Tabip Odası’nın da kapısına kilit vurmuştu. 1981’de yeniden açıldığında Üstün Oda Başkanı oldu.

1983’de bazı (?) öğretim üyelerine kısa aralıklarla birer birer Rektörlüklerden ünlü sarı zarflar gelmeye başladı. O günlerdeki deyimi ile “1402’lik” olmuştuk. Üniversitelerden toplam 90 öğretim üyesiydik. Cerrahpaşa’dan Prof. Üstün Korugan, Prof. Günsel Koptagel, İstanbul Tıp’tan Prof. Metin Özek ve ben, “Bir daha kamu hizmetinde çalıştırılmamak üzere” sorgusuz, sualsiz ve yargısız bir şekilde üniversiteden atıldık. Tabii daha yüzlerce kamu görevlisiyle birlikte. Kafa çekmek için bir vesile daha çıkmıştı: Prof. Aydın Aybay’la Prof. Rana Aybay bir taraftan kendilerinin ve bizlerin avukatı olarak uzun süre kapalı olan yasal yolları zorluyor, bir taraftan da “1402’likler” için meyhane toplantıları düzenliyorlardı.

Aradan 7 yıl geçti. Mahkeme kararıyla 1990’da üniversitelerimize döndük. O zamandan beri Cerrahpaşa Tıp Fakültesindeydi, muayenehanesindeydi, ona ihtiyaç duyulan her yerde ve dostlarının yanındaydı.

Tuhaf bir şekilde (başka bir sözcük bulamıyorum) kısa bir “hastalık” döneminin ardından apansız aramızdan ayrıldı. Tıbbi bir “sakarlık”, “kifayetsizlik”, “atlama”, “sakınılan göz” misali bir şeyler oldu mu hala bilmiyorum.

Aklıma sevgili Onat Kutlar geliyor. Sevgili Dr. Halim Dinç geliyor. Onat yaşam mücadelesi verirken, etrafında koşuşan hekimlere bakıp “Gençay bunlar ne yaptıklarını biliyorlar mı acaba?” diye sormuştu.

Cevabını   hala bilmiyorum.

  • İstanbul Tabip Odası Başkanı

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön