e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Aralık 2003  Sayı: 115

 

Prof. Dr. Yaman Örs, hekimleri 5 Kasım’a götüren süreci ve sonuçlarını değerlendirdi

“Seçilenler atananları haksız biçimde yargılıyorlar”

7.jpg (10634 bytes)Deontoloji Uzmanı Prof. Dr. Yaman Örs, hekimlerin 5 Kasım’a gelinceye kadar sorumlulukları ve hakları açısından öteki bütün yolları tükettiklerini söyledi. Sağlık Bakanı Akdağ ve Başbakan Erdoğan’ın hekimlere yönelik sözlerini de değerlendiren Örs, demokrasi kültürü ve eğitiminden yoksun kişilerden hekimlerin sorunlarını algılayabilmelerinin beklenemeyeceğini kaydetti. Örs, “Sağlık konusunda kendi sorumluluklarını ne kadar yerine getirdiler ki, kendilerinde bizlere bunları söyleme hakkını buluyorlar?” diye konuştu.

Tıp Dünyası - ANKARA - Deontoloji Uzmanı Prof. Dr. Yaman Örs, hekimlerin 5 Kasım’a gelinceye kadar sorumlulukları ve hakları açısından öteki bütün yolları tükettiklerini söyledi. Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın “Bu eylem ahlaki değil. Bunu yapanlar ideolojik ve marjinal grup” sözlerini değerlendiren Örs, Sağlık Bakanı’nın hekimlerin sorunlarını algılamakta güçlük çektiğini belirtti. Örs, hekimlerin son derece haklı koşullarda 5 Kasım’da iş bırakma eylemini gerçekleştirdiklerine dikkat çekerken, “İktidar sağlık alanında kendi sorumluluklarını ne kadar yerine getirdi ki, bizlere bunları söyleme hakkını buluyor?” diye konuştu.

Prof. Dr. Yaman Örs’ün Tıp Dünyası’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

- Sayın Örs, Sağlık Bakanı Recep Akdağ’ın hekimlerin 5 Kasım eylemine ilişkin olarak “Bu eylem ahlaki değildir” biçiminde bir açıklaması oldu. Sizce böyle bir yaklaşım nasıl değerlendirilebilir?

Her insan eylemi etik açısından değerlendirilebilir. Sağlık çalışanlarının grevi de ciddi bir konudur. Bakanın böyle bir kaygısı olması bence yanlış değil. Ama vardığı yargı tartışılabilir. Her türlü grevin zaten ahlaki bir yönü vardır. Etik yargıda bulunmayı şöyle düşünebiliriz; örneğin bir yargıç herhangi bir vakada karar verebilmek için konuyla ilgili bütün bilgileri önce toplar, ondan sonra bu bilginin üzerine yargısını yerleştirir. Şunu demek istiyorum; herhangi bir alanda etik yargıya varabilmek için önce onun geçtiği bağlamla ilgili olarak bilgilenmek gerek.

İsterseniz biraz dolaylı başlayayım. Yıllar önce Amerika’da hekimlerin etik sorumlulukları ile ilgili bir metinde onların grev ve iş bırakma eylemleri üzerine yapılmış bir yorumu anımsıyorum. Orada deniyordu ki; “Özellikle hekimler, sağlık çalışanları olarak grev yapmamalıdırlar. Grev siyasal bir eylemdir. Hekimler haklarını almak amacıyla toplumda greve gelinceye kadar başka yolları deneyebilirler”. Bu da pek yanlış bir görüş değil. Ama Türkiye’de acaba bu koşullar işliyor mu? Her durumu koşullarına göre değerlendirmeniz gerekir.

Dünyanın neresinde olursanız olun, yönetici böyle bir toplu eylemi kendi varlığına tehdit gibi algılayabilir. Bu da çok doğal. Ama Türkiye’nin koşullarında hekimler bir defa kolay kolay iş bırakma eylemine hemen gidecek kadar sorumluluktan uzak insanlar mıdır? Şunu anlamak gerekiyor. Bakan bu işin arka planında ne olduğunu ne yazık ki yeterince araştırmıyor ya da böyle bir araştırma bir siyasetçi (ya da politikacı) olarak onun işine gelmiyor.

- Hekimler oldukça uzun süredir bu konuda rahatsızlıklarını dile getiriyorlardı ve bu amaçla Bakanla görüşmeler de yapılmıştı. Bakana “Başka çaremiz kalmadı” denildi ve bu hem özlük haklarıyla hem de halkın sağlık hakkıyla ilgili istekler için yapıldı...

İzlediğim ölçüde diyebilirim ki, Sağlık Bakanı’nın da bir üyesi olduğu bu iktidar, “Biz büyük bir çoğunlukla seçildik ve -neredeyse- istediğimizi yaparız” düşüncesindedir. Türkiye’de çok popülist bir siyaset anlayışı var. İktidara gelen seçilenler, kendilerini her türlü tasarruf hakkına sahip görüyorlar. Adamı oraya sürebilir, atayabilir. Bunun son derece yanlış ve demokrasiye aykırı bir durum olduğunu düşünüyorum. Seçilmek kimseye hukukun ve demokrasinin çizdiği sınırların dışına çıkma hakkını vermiyor. Bu iktidarın böyle bir algılaması yok, ancak ve ancak direnç gördüğü zaman vazgeçiyor. Bu iktidar demokrasi algılayışına sahip bir yönetim sergilemiyor. Böyle bir iktidarın bir bakanı, büyük bir olasılıkla doktorların sorunlarını algılamakta, anlamakta iyi niyetli bile olsa -varsayalım ki iyi niyetli- güçlük çekecektir. Başbakandan başlayarak iktidarın havası da böyle ve bunu bazı popülist gazeteciler de destekliyorlar. Demokrasi bir kültür, eğitim işidir, gerek bireysel gerek toplumsal düzeyde. Vurgulamak gerekir ki bu kişilerin demokrasi kültürü ve eğitimi yoktur.

İkincisi, “atananlar”, atanmayı ilke olarak hak etmiş kişilerdir, öyle olmalıdırlar. Eğitim görmüş, uzmanlık almış ya da yetişmiş, hakederek, bir takım nitelikler, bir takım özveriler ve bir takım yaşanan sıkıntılar sonucunda bulundukları yere gelmişlerdir. Milletvekilleri -ki bunların bir bölümü bakan oluyorlar- parti başkanına yakın olarak bunu sağlayabiliyorlar; 35-40 yaşlarında oluyor bu iş. Bir kısmı kendi uğraş alanlarında başarısız kişiler de olabiliyor. Onlar da, hekimler gibi ülkemizde zaten duyarlı olan, 12 Eylül’den sonra büyük darbe almış bir uğraş kesimini ahlaki olmayan davranışla itham ediyor, yorumluyor, suçluyor. Yeniden ilk başa dönmek gerekirse, bu davranışı ahlaki bulmayan pek çok kişi vardır dünyada. Bakan, ilke olarak ya da konunun genelinde böyle bir yargıda bulunabilir, ama bakan olarak konumu gereği bunu nasıl ortaya koyuyor? İkincisi bakan bu yargıyı verirken, muhatap aldığı kitlenin daha önce kendisiyle olan temasları konusunda ne diyor? Hem iyi bilgilenme sorunu var, hem de kendi sorumluluğu nedir? Bakan bunları gündeme getiriyor mu? Bunun dışında bence birçok şey ahlak dışı bugün Türkiye’de; laikliğe karşı çıkmak, demokratik olmayan bir biçimde davranmak gibi.

- Bu ithamı bir yana bırakırsak, genel olarak iş bırakma eylemi hekimlik sorumluluğuyla uyumlu mudur sizce?

Kuşkusuz bu çok duyarlı bir nokta. Bu, bakkalların dükkanlarını kapatması gibi bir eylem değil, ister toplumsal düzeyde ister bireysel düzeyde olsun. Hangi koşullarda bu eylem ortaya çıkıyor? Ya da bizim bu eylemin ahlaki olup olmadığını sorguladığımız durumu yaratan koşullar nelerdir? Türkiye’de siyasal açıdan hekimler kimi sorumlulukları ya da hakları yönünden öteki yolları tükettiler. Çünkü iktidar görebildiğim kadarıyla herhangi bir konuda dirençle karşılaşmadığı taktirde herşeyi istediği gibi ortaya atıyor, ondan sonra da gidebildiği kadar gidiyor, gidemiyorsa da uzlaşma yolunu arıyor. Oysa bunu daha önceden paylaşmak gerekir. Demokrat olan insan herhangi bir konuyu, ilgili sürecin başlangıcında paylaşmaya başlar. Ama her yetki sahibinin şöyle bir hakkı da var; kim olursa olsun, bütün danıştığı kişilerin görüşlerini aldıktan sonra yine kendi düşüncesinde ısrar edebilir. Ancak o, iyi niyetli olacak, siyaseti toplum çıkarının üstüne koymamış olacak. Bu çok temel noktalardan biri siyasal yaşamda. Kendisini aynı zamanda topluma hizmet verecek bir kişi olarak görecek. Bakan ama siyasetçi olarak değil.

- Peki, hocam dediniz ki yargıda bulunabilmek için önce bilgilenmek gerek ve bu iş bırakmanın oluştuğu koşullara da bağlı. Bunun dışında başka ögeler de var mı?

Başka bir durum daha var. Acil durumlar. Poliklinikte öyle bir hasta olabilir ki, hafif görünür ama zaman içinde ağırlaşabilir. Her eylem hiç olmazsa bir noktadan sonra, toplum sağlığını, varlığını tehdit edici bazı noktalara gelebilir. Ama grevin, iş bırakmanın doğasında bu var. Olabildiğince kötü olasılıkları en azda tutmak, olabilecek en iyi olasılığı bunun üzerine çıkarmak. Ne yitiriliyor, ne kazanılıyor, sorun burada... Eyleme giren hekim diyor ki; ben önce toplumun genel sağlık hakkını savunuyorum, bunun sağlanmasını istiyorum, olabildiğince iyi sonuçlar elde etmek istiyorum. İkincisi, en merkezdeki sağlık çalışanı olarak, en temel sağlık hizmeti yürütücüsü meslek grubu olarak, biz kendi haklarımızı, maddi ya da başka türlü, bunları almak istiyoruz. Hiçbir risk almadan, böyle bir ciddi eylem yapamazsınız. Tablonun, topluma getireceği yararlarla, getiriyle, götürdükleri, eksileri arasında bir denge kurmak zorundayız. Zaten böyle bir durum bütün etik yargılarda vardır. Bunlarda yüzde 100 doğru ya da yanlış gibi bir durum söz konusu değildir.

- Peki böyle bir durumda, olası zarar umulan yarardan daha büyükse bu bir eylemin etik açıdan haksızlığını gösterir mi?

Eğer bu önceden öngörülebiliyorsa, evet... Hekimler iş bırakma eylemi yaparken deprem oldu örneğin. Ya da -uzun süreli bir iş bırakma diyelim- poliklinikler yavaş yavaş bazı hastalıklarla dolmaya başlarsa; zamanında müdahalesi gereken bir salgın hastalıkla dolmaya başlarsa. Ama bunların hepsi daha önceden kestirilemez.

- Bu tür bir eylemin ahlaki olup olmadığını konuştuk. Bir de şöyle tartışmalar var; eylemin gerekçesine göre -burada örneğin iki gerekçe öne çıkarılmıştı, toplumun sağlık hakkı ve hekimlerin özlük hakkı- başka bir eylem de sadece sağlık hakkı ya da sadece özlük hakkı isteğiyle yapıldı diyelim?...

İkisinin bir arada olması eylemin haklılığını kuşkusuz güçlendiriyor. Tek özlük hakları için de olabilir. Yine böyle, hekimler ve meslek örgütü bütün yolları tüketmişlerdir, o zaman tek başına bile özlük hakları için iş bırakabilirler. Belki daha sınırlı olmak üzere.

- Peki bunun gerekçesi ne olabilir?

Sen benim sağlık gibi son derece önemli bir işte çalışmamı istiyorsun, başarılı olmamı istiyorsun, yararlı olmamı istiyorsun, kendimi yetiştirmemi istiyorsun, becerimi yeni tekniklerle zenginleştirmemi istiyorsun. “Tamam” diyorum ben de, “O zaman benim özlük haklarım... İktidarlar başa geldikleri zaman beni istedikleri gibi atamasınlar sağa sola. Hatta özel girişime karşı da sen beni koru” diyorum. “Paramın iyi olmasını sağla” diyorum. “Birtakım yan yararlardan yararlanmamı sağla”. Örneğin hekimlere lojman verilirse bu büyük ölçüde rahatlatabilir onları. Gerekçeler ne ölçüde yüzeyel, sığ, ne ölçüde çıkar, ne ölçüde hak? Çıkardan çok hak önde ise o zaman böyle bir istekler bütünü son derece doğaldır. Bir de şu var: Bunlar birbirine bağlı. Hekimin maddi-manevi koşullarının iyileşmesi sağlık hizmetine olumlu olarak yansıyacaktır; bunlar doğrudan doğruya istek olarak belirtilmemiş olsa bile.

- Bakanın sözlerinden biri de “ideolojik” ifadesi oldu. “Bu eylemler, 1960’ların modelini savunmak üzere bir araya gelen marjinal ve ideolojik bir grubun eylemidir, söylemidir” dedi ve ideolojik vurgusu öne çıktı...

Burada şöyle bir soru sormak gerekiyor. Hekimler öğrenci değil, çabuk heyecana kapılsınlar. Onlar belli bir yaşa gelmiş, belli bir bilgi birikimi olan, sorumluluk sahibi ve toplumun güvenmesi gereken kişiler. Türk Tabipleri Birliği de mi marjinal? Kaç kişi bunlar, kimler destekliyor, kimler desteklemiyor? Bunlar bence düşünülerek kullanılmış sözler değil. Yargıda bulunurken birtakım gerekçeler olması gerekir. Bakan’ın klasik sağın da çok dışında, derinliği olmayan bir biçimde konuştuğu kanısındayım. Çünkü durup dururken hangi kişiler ne elde edecekler ki böyle bir eylemde bulunsunlar? Bakanın kendi yargılarında ideoloji mi yok? Görebildiğim ölçüde diyebilirim ki; iktidarın hekimlere en yakın üyesi olarak bakan bu konuda hiçbir çözüm üretebilmiş değildir. Bakanın sözleri çok ama çok klasik siyasetçi sözleri. Paylaşmacı, demokratik değil. Kimin ideolojisi yok ki? Ama bu kişiler eylemi yapanları nereden biliyorlar? Eylemi yapan kişiler gerçekten tek bir siyasal düşünceye mi sahipler? Ayrıca 60-70’lerde kalan siyasal düşünce ne? Hangisi? Kendisininki ne ki, buna karşı çıkabiliyor?

- Başbakan da “Hekimler eylem yapacaklarına, muayenehanelerinde para almasınlar” diye açıklama yaptı biliyorsunuz...

Başbakan’ın bu sözleri üzerine ayrıca yorum yapmaya hiç gerek görmüyorum. Kendi sorumluluklarını ne ölçüde yerine getirdiler ki, sağlık konusunda bize bunu söyleme hakkını buluyorlar? Herşeyden önce Başbakan ve Sağlık Bakanı, “Bu ülkede bütçeden sağlığa ayrılan pay nedir ve bu dünyadaki öteki ülkelerdeki durumla karşılaştırıldığı zaman Türkiye ne durumdadır?” sorusunu yanıtlamalıdırlar.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön