e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Ekim 2003  Sayı: 112

 

8. Halk Sağlığı Güz Okulu “bilim” gündemiyle toplandı

8. Halk Sağlığı Güz Okulu bu yıl “bilim” gündemiyle toplandı. İki gün süren toplantıda katılımcılar,  21. yüzyılda bilimle uğraşmanın, bilimin yaşamla, eğitimle ve iktidarla olan ilişkilerinin, bilim adamının toplumsal rolünün anlamını sorguladılar.

10.jpg (48651 bytes)Tıp Dünyası - İZMİR - İzmir Tabip Odası Halk Sağlığı Komisyonu’nca 24-28 Eylül tarihleri arasında “Bilim” konulu 8. Halk Sağlığı Güz Okulu’nu gerçekleştirdi. Bu yılki Güz Okulu’nda katılımcılar,  21. yüzyılda bilimle uğraşmanın, bilimin yaşamla, eğitimle ve iktidarla olan ilişkilerinin, bilim adamının toplumsal rolünün anlamını sorguladılar. İlk gün Osman Gürel’in “Bilim Tarihi” sunumuyla başlayan okul, öğleden sonra bilim tarihinden portreler ve film gösterimiyle devam etti.

İkinci gün programın ilk bölümünde Cemal Güzel’in “Bilim Felsefesi” sunumunu, Celal Saçaklıoğlu’nun “Mitoloji, Din ve Bilim” sunumu izledi. Öğleden sonra bilim kurgu türünde bir film izlendi ve Ege Üniversitesi, İletişim Fakültesi, Sinema Televizyon Bölümü’nden Burcu Balcı ile film tartışıldı. Balcı, bilim kurgu sinemasının yaygın olarak neye hizmet ettiğini ve bu filmlerdeki toplumsal cinsiyet rollerini tartıştıran bir sunum yaptı. Üçüncü gün Fikret Başkaya’nın “Bilim Politikası” sunumundan sonra Feride Saçaklıoğlu “Soğuk Savaşın Antropoloji’ye Etkisi”, Ali Osman Karababa “Nazi Döneminde Bilim ve Politika”, Nurcan Çakır “Camelot Projesi”, Nermin Erol “Truva Projesi:Sosyal Bilimlerin Soğuk Savaş Tarafından İlhakı” ve Raika Durusoy “Günümüzde Bilim Politikası, Eureka-AB, Vizyon 2023-TR” isimli bilim politikalarıyla ilgili olgu sunumlarını yaptılar. Son gün Afşar Timuçin tarafından “Bilim ve Sanat İlişkisi” sunumu yapıldı.

“Bilim adamları geniş ölçüde güdümlenmiş durumda”

Tıp Dünyası - İZMİR - Güz Okulu’nda “Bilim ve Sanat İlişkisi” sunumunu yapan  Afşar Timuçin 1939’da Akhisar’da (Manisa) doğdu. İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdi. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Dili ve Edebiyatı ile Felsefe bölümlerinde okudu. Kanada’da Montreal Üniversitesi Felsefe Fakültesi’ni bitirdi (1967). 1968-1970 arasında Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Fransızca Okutmanı olarak çalıştı. 1970’de İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nde dışarıdan başvurarak pekiyi dereceyle felsefe doktoru payesi aldı. 1975’e kadar çeşitli yayınevlerinde çevirmenlik ve redaktörlük yaptı. 1978’den 2001’e kadar Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda çalıştı. 1981’de gene dışarıdan başvurarak üniversite doçenti oldu. 1992’de profesörlüğe yükseltildi. Şimdi Kocaeli Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü başkanıdır. Telif ve çeviri elli kadar yapıtı vardır.

Aşağıda Afşar Timuçin’le yapılan kısa  röportaj yer almaktadır.

n  Sizce 21. yy.da bilimle uğraşmanın anlamı nedir? Bilimin yaşamla ve eğitimle ilişkisi nedir? Kendi bilim kurumlarınızda siz bunları ne kadar uygulayabiliyorsunuz?

21. yüzyılda bilim sanayinin büyük boyutlarda gelişmesinin ve işbölümünün iyiden iyiye çeşitlenmesinin bir sonucu olarak teknolojiyle bütünleşti ve bir anlamda da teknolojiye indirgendi. Özgür bir araştırmacı olan bilim adamı neredeyse tam anlamında teknisyen olup çıktı. Bilim insan yaşamının önünü açan, onu geleceğe bağlayan bir araştırma alanı olacak yerde gereksinimler üreten ve yeni gereksinimleri karşılamaya çalışan bir etkinlik oldu. Bu çerçevede gerçek bilimin tıkandığını, boğulduğunu, giderek bilim olmaktan çıktığını görüyoruz. Bir başka deyişle bilim sermayenin güdümüne girdi. Yaşamı üreten bilimin yerini yaşam için üreten bilim aldı. Bu durum elbet eğitimi de koşulladı: gerçek bilime göre eğitim değil de yaşamsal gereksinimlere göre eğitim yapılıyor bugün. Dünyanın her yerinde böyle bu. Bizim alanımızda yani felsefe alanında da benzer koşullar egemendir. Bilimi koşullayan sermayeci düzen felsefeyi ve sanatı da koşullayacaktı doğal olarak. Bütün dünyada felsefenin durumu hiç de iç açıcı değildir. Sermaye devletleri, devletler kültür alanlarını alabildiğine belirliyor. Bizim felsefe dünyamız genel gidişe çokça ayak uydurmuş görünüyor. Ben bunun dışında mıyım? Bu konuda benim bir şeyler söylememin doğru olmayacağına inanıyorum.

n  Pozitif bilimler teknolojiye indirgenerek, sosyal bilimler de antropoloji, sosyoloji, sosyal psikoloji gibi toplumları denetleme aracı olarak kullanılarak istismar edilebiliyor. Bu çerçevede Bilim ve iktidar ilişkisini nasıl değerlendiriyorsunuz? İktidarla bağlantısız bir bilim tahayyül edilebilir mi?

İktidarlar doğal olarak dünya sermaye güçlerinin güdümünde varolabiliyorlar. Özellikle çokuluslu ortaklıkların ilişkileri sermayeci güçleri devletlerin çok üstüne çıkarıyor. Bilim adamları, daha geniş çerçevede düşünürsek tüm kültür adamları geniş ölçüde güdümlenmiş durumdalar. Bunlar devletlerin ve sermayenin maaşlı insanlarıdırlar. Bilim Yeniçağ’ın başlarında zaman zaman bağımsız olma özellikleri gösterebiliyordu. Ancak güdümlenme devlet ve din çerçevesinde her zaman sözkonusu olmuştur. Gerçek kültür insanları yani bilim, felsefe ve sanat adamları ancak kurulu düzenlerin buyruğuna girmedikleri zaman gerçek anlamda yapıcı ve kurucu olabilmişlerdir. Bugün bu olanaklar yani bağımsız olma olanakları pekaza indirgenmiştir.

n  Hükümetin getirdiği yeni YÖK tasarısı gündemde. Bu tartışma bir tarafında YÖK ve rektörlerin diğer tarafında hükümetin bulunduğu iki kutuplu bir sorunmuşcasına yürütülüyor. Pek çok kişi ise sessizliğini koruyor. Bu tartışmada kendinizi nerede tanımlıyorsunuz, nasıl bir üniversite tahayyül ediyorsunuz?

Üniversitelerde öğretim üyeleri nasıl bir üniversite istediklerini bugüne kadar çoktan tartışmaya başlamış olmalıydılar. Üniversite dışında ilericilik adına kaba bir YÖK düşmanlığı varlığını sürdürürken üniversitelerde YÖK konusunda tam bir suskunluk vardı. Toplumun her kesimden aydınları, bu arada elbette özellikle üniversite öğretim üyeleri üniversiteler için bir düzen taslağı geliştirmeliydiler. Bu yapılmadığı için bugünkü sonucu olağan karşılamak gerekir. Birilerinin gelip bir tutarsızlığa kendi hesapları doğrultusunda yanlış bir biçimde el koyması bizi şaşırtmamalıdır. Yürürlükteki YÖK yasası gelmeye hazırlanan YÖK yasasından daha kötü değil elbette. Bazı şeylere üzülürüz, ama bu üzüldüğümüz bazı şeylere yakından baktığımızda onların bir takım yetersizliklerin zorunlu sonucu olarak ortaya çıktığını görürüz. Üniversite olmak ciddi iştir, biz toplumca bu işin ciddiliğini pek kavrayamadık. Varolan çok sayıda üniversitenin ülke gereksinimleri için ne kadar yeterli olduğu kökten tartışılmalıdır. Tabelalar, etiketler ve cüppeler her zaman bilimsel yetkinliğin tanığı değillerdir. Siyaset dünyası bilim dünyasının bir takım boşluklarını gidermeye mi yoksa bu boşluklardan kendi adına yarar sağlamaya mı çalışıyor? Ben üniversite denildiği zaman her öğretim üyesinin gerçek bir bilim adamı olduğu bir bilgi yuvası düşünüyorum. İnsanların hırslarını çoktan altetmiş olduğu, ünlerin ve unvanların bir takım kurum içi ilişkileri kolaylaştırmaktan başka bir anlama gelmediği, kitapların ve kapı zillerinin ve mezar taşlarının “profesör” unvanlarıyla donatılmadığı bir bilim ortamı göğsünü gere gere üniversite sıfatını taşıyabilir. Bu böyle değilse birilerinin birilerini altetmeye çalışması anlaşılır olur da birilerinin birilerini suçlaması pek anlaşılır bir şey olmaz. Ortada suç yok ki, yetersizlik var. Olsa, olsa yetersizliklerin kışkırttığı suçlar var.

n  Üniversitelerde, toplumda bilim adamının işlevi, misyonu nedir? Bilim adamı aynı zamanda aydın mıdır?

Bilim adamının işi her şeyden önce bilim üretmektir. Bilim üretmek bir bilgisayarın başında sabahtan akşama kadar pineklemek değildir elbet. Bugün üniversitelerimiz gençlere diploma adı altında karşılıksız umut dağıtmak gibi bir işi yüklenmişlerdir. Her aydın kişi bilim adamı değildir ama her bilim adamı zorunlu olarak aydın olmalıdır. Aydın olmayan bilim adamı anlaşılır bir şey değil gerçekte. Aydın olmayan bilim adamları var mı? Vardır belki de. Yetersiz insanların çoğunlukta olduğu ortamlarda her türlü kötülük üreyebilir. Ne yaparsınız, toplumsal düzeyde de kişisel düzeyde de her olumsuz durumdan kaçma olanağımız yok yazık ki. Olumluluklarıyla ve olumsuzluklarıyla belli bir ortama doğuyoruz, bu ortamda her şeyi gönlümüzce yönlendirme gücümüz yok elbette. Niteliksiz insan sorunu bizim toplumumuzda olduğu gibi başka toplumlarda da çok önemli bir sorun. Bize elimizden geleni yapmak düşüyor. Küçük insanı yani tembel ve korkak insanı içimizde yoketmeden  hiçbir yere varamayız

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön