e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Haziran 2003  Sayı: 107

 

“Özlük haklarımızdan, sağlığımızdan ve ülkemizden vazgeçmeyeceğiz”

2.jpg (21218 bytes)Hükümetin hekimler dahil, emeğiyle geçinenlerin haklarına karşı bir saldırı niteliğinde olan yasaları arka arkaya yaşama geçirdiğini belirten Orhan Odabaşı, sonbahardan itibaren hükümetin bu tutumuna karşı daha etkin bir mücadeleyi başlatacaklarını bildirdi.

Tıp Dünyası - ANKARA - Türk Tabipleri Birliği (TTB) Genel Sekreteri Dr. Orhan Odabaşı, son yıllarda sağlık alanında uygulanan politikaların, özünde sağlığı bir hak olmaktan çıkarıp, alınıp satılan herhangi bir ürüne ve kamusal bir etkinliğin ötesinde “serbest piyasa”nın bir unsuruna dönüştürmeyi esas aldığını söyledi. Sağlıkta özel sektöre aktarılan kaynakların nitelikli emek sahibi hekim ve sağlık çalışanları yerine, büyük ölçüde ilaç ve tıbbi ürün başlığında uluslararası sermayeye aktarıldığının bilindiğini kaydeden Odabaşı, “Bu nedenle ‘özlük haklarımızdan, sağlığımızdan, ülkemizden vazgeçmeyeceğiz’ şiarı bugün çok daha fazla önem kazanmıştır ve gelecek dönem programının ana eksenini oluşturacaktır” dedi.

Odabaşı 21-22 Haziran tarihlerinde gerçekleştirilecek 53. Olağan Genel Kurul öncesinde, 50. yaşını kutlayan TTB’yi ve Merkez Konseyi’nin çalışmalarını Tıp Dünyası’na anlattı. Odabaşı’nın değerlendirmeleri şöyle:

Türk Tabipleri Birliği Merkez Konseyi olarak, göreve gelmenizin üzerinden yaklaşık bir yıl geçti. Geçen bir yılı nasıl değerlendiriyorsunuz?

Her insanın kendi içinde, dahası ülke ve hatta dünyada birbirine karşıt duygu, düşünce, eylemlerin iyice yoğunlaştığı bir dönemi yaşıyoruz. Tüm ülke insanının bir yıl boyunca çalışarak ödediği vergilerin, siyasi iktidarların politikaları sonucu son 20 yılda büyüyen borçların faizlerine bile yetmesinin akıl almazlığı aslında herkes tarafından fark ediliyor. Belki de bu yüzden bu politikaların sorumlusu olarak gözüken 57. Hükümeti oluşturan partiler 3 Kasım 2002 seçimlerinde Türkiye tarihinde ilk kez bu boyutta oy kaybına uğrayarak büyük bir tepkinin odağı oldular. ABD’nin Irak’a saldırısı karşısında Türk Tabipleri Birliği’nin de katkısıyla ülkede oluşan savaş karşıtı atmosfer ülkemizin doğrudan savaşa dahil olmasını engellediği gibi, moral anlamda bir umudun gelişmesine de yol açtı. Ancak öte yandan da, son dönem politikaların sonuçları bu denli açık ortaya çıkmışken, mevcut hükümetin geçmiş politikaları esas alarak sürdürmedeki ısrarı, ABD yönetiminin (IMF, Dünya Bankası, DTÖ, GATT, GATS vb. organları aracılığı ile de) dünyayı ve o arada ülkemizi de yeniden yapılandırma çabaları ülkemiz ve dünya açısından o denli büyük tehlikeleri ortaya koyuyor.

3 Kasım seçim sürecini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Aslında Nisan-Mayıs aylarında eski Başbakan Bülent Ecevit’in rahatsızlığı ile başlayan süreç, bütün bir yaz boyunca “birilerinin” arayışına dönüştü. Arayış Eylül sonunda netleşerek 3 Kasım seçimleri ile 2. ANAP iktidarından sonra yine bir tek partide ifadesini buldu: AKP. Seçim öncesi AKP ile ilişkilendirilen “yoksulların partisi”, “siyasal İslamın partisi”, “Anadolu sermayesinin partisi”, vb.’nin temsilcisi sıfatları gelinen noktada netleşmiş durumdadır. Güvenoyu aldıktan sonra Meclis’in ilk gündem maddelerinden biri; dokunulmazlıkların kaldırılmasıdır. AKP buradaki tutumu ile neye dokunup, neye dokunmayacağının işaretini vermiştir. Bugün geldiğimiz noktada; AKP de klasik ifadeyle; IMF, Dünya Bankası, ABD-AB’nin ya da uluslararası sermayenin ve yerli destekçilerinin verdiği görevleri yerine getirmektedir. Son bir yılda gazeteler incelendiğinde; mevcut siyasi aktörler olarak TÜSİAD, ordu, IMF direktörleri, TOBB öne çıkmıştır. TÜSİAD’ın geçmişten beri olan “perde arkası” pozisyonu yerine son bir buçuk yıllık süre içerisinde öne çıktığı, özellikle ABD saldırısında aldığı tutum dikkate değerdir.

TTB açısından hekimler ve Türkiye’de yaşayan, büyük çoğunluk emeği ile geçinen, işçisi, mühendisi, işsizi, yoksulları ise ne yazık ki geçmiş bir yıllık süre içerisinde temel kuvvet olarak yeterince sahnede yer alamadılar.

Meclis gündeminde yer alan çok sayıda yasa doğrudan sizi de ilgilendiriyor...

Önümüzdeki günlerde İş Yasası, Maden Yasası, Orman Yasası, İmar Yasası, Kamu Personel Rejimi, Yerel Yönetimler Yasası ya da tasarıları ile şekillenen/şekillenecek bütünlüklü saldırı bizlere yöneliktir. Hekimler dahil olmak üzere, emeği ile geçinenlerin bu saldırıya karşı tutum alışları 2003 Sonbaharı ve 2004’ün temel sosyal dinamiği olmaya adaydır.

Söz ettiğiniz tarihler için planladığınız birşeyler mi var?

Bu yasalar topyekün bütün çalışanları hedefliyor, yaz aylarını hazırlıkla geçirip, sonbahardan başlayarak, başta ücretlerimiz olmak üzere özlük haklarımıza yönelik daha etkin bir mücadeleyi başlatmayı planlıyoruz.

Sağlık Bakanı’nın özellikle özlük haklarına ilişkin tutumunu değerlendirir misiniz?

Son 25 yılın verileri hekimlerin nitelikli emeklerinin karşılığı elde ettikleri ücretin ne denli düşürüldüğünü ortaya koymaktadır. Hekimlerin ücretleri dahil özlük haklarında gerilemelere yol açan bu tutumlar uygulanagelen sağlık politikalarının doğrudan sonucudur.

Sağlık Bakanı’nın özlük haklarında iyileştirmeyi, en azından hak kayıplarının telafisini öncelemesi gerekirken, “hekimler benden toplu iyileştirme beklemesin”, “hekimler rekabet içinde ücretlerinde iyileştirme sağlayabilecektir” şeklindeki yaklaşımları ve Hükümet programlarında ve hazırladıkları bütçede “gerçekleri kabul etmeliyiz” gerekçesiyle esas aldıkları IMF, Dünya Bankası politikaları göz önüne alındığında 59. Hükümetin çalışanların özlük haklarına bakışı tüm çıplaklığı ile ortaya çıkmaktadır. Mevcut AKP Hükümeti de sağlıkla ilgili yeni hiçbir yaklaşım getirmemekte, çağdaş olmadığı bütünüyle açığa çıkmış, uluslararası sermayenin yönlendirdiği son 20 yılın politikalarını sürdürme ısrarını gütmektedir. Dahası, bu alandaki çalışmaları önceki dönem üretilen belgelerin kopyası şeklindedir

Bu politikalar halk sağlığını nasıl etkiliyor?

Bu politikalar özünde sağlığı bir hak olmaktan çıkarıp, alınıp, satılır herhangi bir ürüne dönüştürme, dolayısıyla sağlığın kamusal bir faaliyetin ötesinde “serbest piyasa”nın bir unsuruna dönüştürmeyi esas almakta. Hal böyle olunca da, aslında hiçbir özgünlük taşımayan basit sözcüklerden oluşan her türlü demagojik yaklaşımların ötesinde halkın nitelikli hizmete ulaşma hakkı da tahrip olmaktadır.

AKP de devleti küçülteceğini dile getiriyor...

Geçmişte de olduğu gibi, yeni hükümetin de benimsediği Kamu Yönetimi Temel Kanunu, Yerel Yönetimler Kanunu, Personel Rejimi Kanunu Taslakları göz önüne alındığında, “Devleti”, “merkezi” küçülteceğiz iddiası ile Sağlık Bakanlığı gibi Bakanlıklar taşra teşkilatı olmayan bakanlıklara dönüştürülmesi, personelin de sözleşmeli personel olması planlandığı anlaşılmaktadır.

Bu durumda “Şu anki Sağlık Bakanı kendi Bakanlığını tasfiye eden Bakan olma sıfatı ile tarihe geçmek mi istiyor?” sorusu akla gelmektedir.

Unutulmamalıdır ki, 57. Hükümet eşitsizlikleri daha da artıran benzer uygulamaları nedeniyle yakın tarihin en büyük kaybına maruz kalmıştı. Bugünlerde benzer politikaları eğitim alanında uygulama girişimleri gündemde olan Fransa’da eğitimciler bu yüzden etkin bir direniş içindeler. Bu örnek de, bu uygulamaların, uluslararası odakların temel politikaları olduğunu gösteriyor. Bu sebeple, iyi hekimlik ortamının korunup, geliştirilmesi konusu aynı zamanda halkın nitelikli sağlık hakkının korunup geliştirilmesi konusu ile bütünüyle örtüşmektedir. Bu doğrultudaki çabalarımızın halkın sağlık hakkı, insanca yaşam mücadelesi ile daha etkin birleştirilmesi gerekmektedir.

Sağlık Bakanı’nın özel hastanelerden kamu personelinin yararlanması için yaptığı düzenlemelere yaklaşımınız nedir?

Sağlığı bir hak olmaktan çıkartma girişimleri, hekim/sağlık çalışanına düşük ücret, bütçeden sağlığa ayrılan payın en düşük seviyelerde tutulması, sağlıkta kamunun yatırım ufkunun köreltilmesi sonuçlarına yol açmaktadır. Bu durumda kamu sağlık kurumlarını, kamudaki sağlık çalışanlarını bir yük görmeye başlayan anlayış, sağlık alanındaki sorunların çözümünü özel sağlık kurumlarına sevk, çalışandan, emekliden sağlık için kesintileri artırmayı önüne koymaktadır. Sağlıkta finansmanı adil bir vergilendirmeye dayalı genel bütçeden değil de, hizmeti alandan sağlamaya yönelik bu yaklaşım, “hekim seçme özgürlüğü” adı altında özel sağlık kurumlarına sevki teşvik ederek bir yandan kamudan özele kaynak aktarma, öte yandan da koruyucu hekimliği temel alan amaca uygun basamaklandırılmış sağlık hizmet sunumu ve örgütlenmesini daha da tahrip etmeyi hedeflemektedir.

Bilinmektedir ki, özele aktarılan kaynaklar nitelikli emek sahibi hekim/sağlıkçılara değil, büyük ölçüde ilaç ve tıbbi ürün başlığında uluslararası sermayeye aktarılmaktadır.

Bu nedenle “özlük haklarımızdan, sağlığımızdan, ülkemizden vazgeçmeyeceğiz” şiarı bugün çok daha fazla önem kazanmıştır ve gelecek dönem programının ana eksenini oluşturacaktır.

İyi hekimlik değerlerini TTB olarak sık sık vurguluyorsunuz. Gündem olan kimi tıbbi endüstri-hekim ilişkilerine bakışınızla biraz önce dile getirdiğiniz özele aktarılan kaynaklar arasında doğrudan ilişki kurabilir miyiz?

Türk Tabipleri Birliği geçmişten bugüne tıbbi endüstri hekim ilişkisi konusunda konuyu doğru saptamakta ve Türkiye’deki ilgili sermaye odakları ile uluslararası sermayenin kar amaçlı doğasını temel sorun kaynağı olarak değerlendirmektedir. Bu zeminde yükselen mevcut ilişki tarzının olumlu anlamda değiştirilmesi için çok yönlü çabaların (meslek ahlak kurallarının geliştirilmesi ve yaygınlaştırılması, eğitim programları, onur kurulları süreçleri, vb.) arttırılmasının yanı sıra var olan sağlık politikalarının değiştirilmesinde çaba harcanmalıdır. Türk Tabipleri Birliği bu soruna yol açan sağlık politikalarının değiştirilmesi konusunu öncelikli gündeminde tutmaktadır.

Kuşkusuz uygun karşılıklandırılmış tam süreli çalışma, hasta-hekim arasındaki para ilişkisinin ortadan kaldırılması açısından bu sorunun çözümüne de katkı sunacak bir yaklaşımdır. Mevcut hükümetin bu yaklaşımının temel gerekçesinin tam tersine hekim ile hasta arasında salt bir para ilişkisi, dahası salt para saiki ile hekimler arası rekabeti tesis etmeye yönelik uygulamaların doğuracağı tahribat göz önüne alındığında uygun karşılıklandırılmış tam süreli çalışma talebi doğrultusundaki çalışmaları kuvvetlendirme gereği ortadadır.

Sizin geçen bir yıl içerisinde “TTB’nin en önemli etkinliği/çalışması” diye niteleyebileceğiniz çalışmanız nedir?

Dünyada her düzeyde derinleşen eşitsizlikleri sürdürebilmenin esas yolunun baskı, şiddet ve savaş olduğu aşikardır. İnsanı esas almayan, dahası yok eden bu durumu sürdürmek isteyenler (başta ABD yönetimi olmak üzere) katlanılamaz bir noktaya ulaşan bu eşitsizlikleri sürdürmek için, herkesin tanıklığında binlerce yıllık insanlığın maddi, manevi birikimleri yok etme pahasına, Irak’a saldırıda görüldüğü gibi daha kanlı, şiddet içeren bir dönemi körüklemektedirler.

Bu şiddet ve savaş ortamları karşısında mesleğimizin ve insanlığın gereği Türk Tabipleri Birliği önemli bir çaba göstermiş, gelecekte daha büyük ihtiyaç duyulacak umudu yeşertmiştir. Bu konuda TTB adına, tüm hekimler adına mütevazı olunmaması gerektiğini düşünüyorum. En önemli halk sağlığı sorununa, savaşa karşı çıkmak, tüm olumsuzluklara, güçlüklere, savaş yandaşlarına rağmen hiçbir an bile bu mücadeleden vazgeçmemek çok büyük övgüye değer kanısındayım.  Görev sürmektedir, karşı tarafın iddiası, tezleri ortadadır. İşbirlikçileri yanlış bilgilendirerek, hayali senaryolar yazarak yeni çatışmaların, savaşların ortamını hazırlamaktadırlar. “Aslolan Barıştır” şiarı bugün daha büyük bir anlam kazanmıştır.

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön