e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

1 Haziran 2003  Sayı: 106

 

dışarıdangöz...

 

Sunay Akın*

Paçaların Sıvanmadığı İstanbul

Masallardaki prenses tarafından öpüldüğünde prense dönüşen kurbağa, İstanbul’un Kadıköy yakasındaki bir dereye adını verir.

Kurbağalı Dere yıllar öncesinde, içinden geçtiği çayırın adıyla anılırdı. Kuşdili Çayırı’ndan dolayı “Kuşdili Deresi” denilirdi bu güzel dereye...

Güneşli İstanbul günlerinde kıyısında toplanan insanlar azaldıkça, şarkılar, türküler kurbağa seslerine bıraktı yerini. Derenin kenarında gezinip, piyasa yapan “Kavuncu Güzeli” lakaplı kara kaşlı, kara bıyıklı adamın güzel sesini kimse anımsamıyor artık...

Yeşil gözleriyle yürüdüğü dere boyunca tüm erkeklerin gönlünü çalan “Çayır Güzeli” de yaşamıyor ne yazık ki. Attığı kahkalarla herkesi güldüren gazete satıcısı “Akbaba Suad”ı bilen kaç kişi yaşıyor ki Kadıköy’de?..

Eski bir Kadıköylü olan Adnan Giz, kıyısında çocukluğunun geçtiği Kuşdili Deresi’ni şöyle anımsıyor: “Derenin nerede denize döküldüğünü gördüğümüz halde nereden ve nasıl geldiğini bilmezdik. Sandallar, en çok bugünkü kömür deposunun bulunduğu yere kadar gider, ötesi sığ olduğu için geri dönerlerdi. Çocukluğumda bu derenin çok uzaklardan geldiğini hayal eder ve bir sandalın güçlükleri göze aldıktan sonra o bilinmez yere  kadar gidebileceğini düşünürdüm.”

Kurbağalı Dere’nin kıyıları 1950’lere kadar kır kahveleri ve gazinolarla doluydu. İstanbulluların en çok rağbet ettikleri mesire yerlerinden biriydi. En güzel elbiseler giyilir, en güzel kokular sürünülür ve dere kenarına gidilirdi. Kiralanan kayıklarla dere boyunca gezinenler birbirine selam verir, aileleriyle gelen aşıkların gözleri birbirini görme umuduyla etrafta fır dönerdi...

Tüm bu olup bitenleri uzaktan seyredenlerden biri de Oktay Rifat’tır. Şairin “Kuşdili” adlı şiirini okuyacak olursak, kalabalık arasına karışamayışının nedenini öğreniriz:

Param olsa satar mıydım / Kahverengi elbisemi / Damalı gömleğimi giyerdim / Alaca medili takardım / Kuşdili’nden geçerdim / Param olsa satar mıydım / Kahverengi elbisemi

Suyu öylesine mavi, öylesine berraktı ki derenin, üstünde gezinen kayıklar beyaz renkli olduğundan birer kuğuyu andırırdı. 1926’dan sonra dansın moda oluşuyla, Kuşdili Çayırı’nda gazinosu bulunan Hamdi Bey, kocaman bir dans pisti yaptırır. Hem de, derenin tam kıyısına...

Akşam güneşinin kızıllığı çayıra serilirken, dans edenlerin akisleri de derenin suyuna yansırdı...

Dere kenarında boy gösteren tanınmış simalardan biri de “Kanarya” lakaplı kadındı. Rengarenk elbiseler giyinip, aşırı makyaj yaptığı için “Kanarya” diye anılan kadını kıskanmazdı dere... Çünkü o da, en az kadınlar kadar süslü ve güzeldi o günlerde. Dere kenarında başlayan aşklar da çoğunlukla yuva yıkan türdendi. Kanarya gibi nice gösterişli kadını yüreğine hapsetmek isteyenlerin dramı Mehmed Celal’in “Kuşdili” adlı kitabında anlatılır...

İçinden derenin geçtiği Kuşdili Çayırı’nın en önemli yapılarından biri de Kuşdili Tiyatrosu’ydu. Alaturka temaşanın ve bir halk sanatı olan Tuluat’ın merkezi konumundaki tiyatroda film gösterileri de yapılmaktaydı. Naşid Bey’in gösteriside boş sandalye bulmak neredeyse olanaksızdı. Tuluat sanatının bu büyük ustası Arap, Azeri, Kürt, Tatar, Laz, Ermeni, Yahudi, Rum ve Arnavut gibi bir çok kültürden oluşan Anadolu insanının taklitini başarıyla sahneliyordu.

Kuşdili Tiyatrosu’nda Naşid Bey’den başka Kel Hasan Efendi, Dümbüllü İsmail ve Şevki Şakrak da sahne almışlardır. Kuşdili Çayırı’nın gösterişli günlerini yitirmesiyle tiyatronun ters çevrili sandalyelerine, pencere kollarına asılı kaldı kahkahalar. Bir ara müze olarak kullanıldı. Müzede nelerin sergilendiğini öğrenmek için Melisa Gürpınar’ın “İstanbul’un Gözleri Mahmur” adlı kitabına göz atalım:

birinci mevki ve yanları açık bir tramvay / duruyor kuşdili çayırında bir müzede / gider gibi fenerbahçe plajına / içinde unutulmuş istanbul yüzleriyle

Taşıt Müzesi olan tiyatro binası yeni işleviyle beklediği ilgiyi göremez. Bakımsızlıktan dolayı toz yığını arasında kalan onca güzel tramvay müzenin kapanmasıyla sırra kadem basar. Sahi, nereye gitti o güzel tramvaylar?.. Biri, Hasköy’deki Sanayi Müzesi’nde. Peki ya diğerleri!?.

Derenin üstünde beton binaların gölgelerinin teker teker düşmeye başlamasıyla sular karardı. Suların kararmasına neden  yalnızca binaların güneşi engellemeleri değildi. Kanalizasyonların dereye bağlanmasıyla beyaz renkli kayıklar kirlendi öncelikle...

Sonra, çakıltaşları görülmez oldu. Etrafı saran pis koku yüzünden dans pisti de yalnızlığa terkedildi...

Uzun bir süre sivrisineklerin hükümdarlığı boy gösterdi derede...

Ve, kaşınmaların önünü almak için ıslah edilen derenin üstü kapatıldı... Oysa, ıslah edilmesi gereken dere değil, sömürgeci politikalarıyla İstanbul’u yöneten insanlardı!..

İstanbul’da yazıldı bu yazı...

Paçaların sıvanmadığı İstanbul’da!..

Çünkü görülecek, sularından geçilecek bir deresi kalmadı bu kentin.

* Şair, yazar

 

 

 

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön