e-posta

   Eski Sayılar | Künye | Ana Sayfa

TIP DÜNYASI
 

.

15 Mayıs 2003  Sayı: 105

 

TMMOB Başkanı Kaya Güvenç, insanları depremin yarattığı zararlardan koruyacak siyasi iradenin bulunmadığını söyledi

“Türkiye deprem gerçeğini kavrayamadı”

7.jpg (4762 bytes)Kaya Güvenç, imar, projelendirme ve yapım aşamasından oluşan yapılaşma sürecinin mutlaka ciddi bir kamusal denetimden geçirilmesi gerektiğini söyledi. Kaçak yapılaşmanın önlenemediğini belirten Güvenç, mevcut binaların depreme dayanıklılık açısından incelenmesine biran önce başlanmasının zorunluluğuna değinirken, önceliğin de hastanelere ve okullara verilmesi gerektiğini söyledi.

Tıp Dünyası - ANKARA - Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği (TMMOB) Başkanı Kaya Güvenç, Türkiye’de depremin zararlarını azaltıcı, insanların can güvenliğini sağlayıcı siyasi bir iradenin olmadığını söyledi. Yapılaşma konusunda ciddi bir kamusal denetime gereksinim bulunduğunu belirten Güvenç, mevcut binaların depreme dayanıklılık açısından incelenmesine hastane ve okullardan başlanması gerektiğini kaydetti.

Kaya Güvenç’in Tıp Dünyası’nın sorularına verdiği yanıtlar şöyle:

n Sayın Güvenç, her depremden sonra aynı şeyleri tartışıyoruz. Burada bir sorun, bir sıkıntı yok mu? Bu neden kaynaklanıyor?

Aslında deprem gerçeğini Türkiye son yıllarda en yakından  Marmara’da yaşadı. Ondan önce irili ufaklı bir dizi deprem oldu. Marmara’dan hemen önce Ceyhan depremi vardı ama depremin boyutlarını, depremin nelere mal olabileceğini esas olarak biz 17 Ağustos’ta gördük. Kasım depremi de onun bir parçası oldu. Bütün yaptığımız araştırmaların özü şu, bu alanda tam bir sistemsizlik var. Daha doğrusu bu alanda bir siyasi  irade eksikliği var. Depremin zararlarını azaltıcı, insanların can güvenliğini sağlayıcı bir siyasi irade yok. Uygulanan ekonomi politikalar kaçınılmaz olarak bunları getiriyor.

n Bu konudaki tespitleriniz neler?

Bizim incelemelerimizin  en çarpıcı sonuçlarından birisi, yerleşim alanlarının bilimin ve tekniğin gereklerine göre değil, tamamen arsa rantlarına yönelik olarak belirlenmesi. Ne yazık ki, birinci sınıf tarım arazilerinde bir yapılaşma söz konusu. İkincisi Türkiye’deki büyük göç hareketleri. Zaten kent nüfusundaki artışlara baktığımız zaman 1980’den sonra ciddi bir ivme olduğunu görüyoruz. Üçüncüsü 1980’lerle beraber Türkiye’de uygulanan liberal politikalar çerçevesinde her şeyin bir anlamda piyasanın ellerine terk edilmesi. Devlet bu alandaki görevlerini ve işlevlerini yerine getirme konusunda iradi bir çaba içine girmedi. İmar planlarının tamamen belediyelere terkedilmiş olması, zemin açısından uygun olmayan yerleşim bölgelerinin arsa rantları nedeniyle yapılaşmaya açılmasını hızlandıran bir etki yarattı, sık sık değiştirilen imar planları mevcut yapılara ek kat yapılması olanağını sağladı. Sosyal devletten uzaklaşma, devletin fonksiyonlarını yerine getirmeme, denetim fonksiyonlarının bir anlamda boş kalması, bizi sonunda bu noktaya getirdi.

n Denetim fonksiyonlarının yerine getirilmesi, buradaki sorunu ortadan kaldırma yönünde etkili olur mu?

Kamu yararı anlayışıyla yapılacak denetim, sorunun ortadan kaldırılması için temel koşul. Bu biliniyor. Ama uygulanabilir mi, tek başına yeterli mi, buna da bir göz atmakta yarar var. Öncelikle denetim fonksiyonları derken ben sadece yapının denetiminden söz etmiyorum. Sadece İstanbul bölgesi için, kaçak yapılaşmanın yüzde 60’ın üzerinde olduğu iddia ediliyor. Kaçak yapı demek, bu yapılarda mühendislik adına hiçbir şey yapılmıyor demektir. Özellikle de denetim yapılmıyor demektir. Ayrıca, 1980’lerden sonra piyasanın egemenliğinin her şeyin önüne geçmesinin getirdiği anlayışla Türkiye’de hep kamunun kaynakları gelir kaynağı olarak görüldü. Kamunun kaynaklarını haksız bir şekilde kendine mal etme olayı büyük ölçüde gündeme geldi. Bankaların hortumlanmasından, vergi yerine borç  para alınmasından tutun da, bütün ekonomik, politik sistem yapı alanına da kaçınılmaz olarak yansıdı. Dolayısıyla günah keçisi aramak yerine bu genel çerçeveyi çizmek gerekiyor. Öte yandan 1982 Anayasası kamuda çalışan mimarlar, mühendisler vs için -TTB için de öyle- oda üyesi olma zorunluluğunu kaldırdı. Dolayısıyla odanın kendi üyesi üzerindeki denetimi ortadan kalktı ya da zayıflatıldı. Bakanlık ve çok sayıda belediye Odalarımızın mesleki denetim yapmalarını bile engellemeye çalıştılar. Bütün bunların hepsi aslında aynı anlayışın parçaları. Türkiye deprem gerçeğini gördü ama kavrayamadı. En azından siyasi iktidarlar kavrayamadı. Kavranmış olsaydı, bu konuda bir takım önlemler alınması, politikalar geliştirilmesi, kaynak ayrılması gerekirdi. Öyle olmadı. Olay, binaları zorunlu deprem sigortasıyla sigortalayıp, evler yıkılırsa hasarı sigorta şirketlerinin karşılamasına indirgendi. Olayın boyutu bu. 1999-2003 arasında ne yapıldı diye sorduğunuzda, olayın ciddiyetiyle, boyutuyla orantılı bir şey yapılmadı. Tabii, komisyonlar kuruldu, raporlar hazırlandı. Ama bunlar yeterli değil ki, daha ileriye gidilmesi gerekiyor.

n Uzun vadede bir arayış içine girilmesi yerine günübirlik bir anlayışla birşeyler yapılmaya çalışılıyor ve doğal olarak bir yerde tıkanıyor... Bu noktada siz neler öneriyorsunuz?

Tıkanacak, yine tıkanacak. Çünkü dediğim gibi sorun siyasi irade eksikliğinden kaynaklanıyor. TMMOB, ağustos depreminden çok kısa bir süre sonra şunu söyledi: Türkiye’nin çok büyük bölümü birinci derece deprem alanında. Bir kere yeni yapılan binaların bilimin tekniğin gereklerine uygun bir şekilde yapılması ve denetlenmesi gerekiyor. Bundan önce yapılmış binaların önce bölgesel önceliklere göre, sonra da her bölgenin kendi önceliklerine göre incelenmesi gerekiyor. Sadece teknik bakımdan güçlendirilebilecek binaları güçlendirelim. Bunun için bir kaynak ayrılması gerekiyor. Şayet  bu güçlendirme toplumsal maliyet anlamında çok yüklü olacaksa, o zaman deprem yıkmadan biz yıkalım. Eğitim-Sen ile TMMOB bu konuda birlikte bir çalışma yaptılar İstanbul’daki birkaç okulda, neler yapılabileceğini, gözlemlerini gündeme getirdiler. Oysa bu öncelikle devletin yapması gereken bir şey. Başlanması gereken yerler de buralar, sağlık tesisleri, eğitim tesisleri.

n İktidar deprem konusunda hazırlıklı mıydı sizce? Ne yaptı iktidar?

Şimdiki iktidar partisinin ne seçim beyannamesinde ne de acil eylem planında deprem ve doğal afet sözcükleri yer almıyor. 58. Hükümet Programında konu “Deprem, sel, yangın, toprak kayması gibi doğal afetler … sonucunda ülkemiz büyük oranda can ve mal kaybına uğramaktadır. Bu kayıpların asgariye indirilmesi için her türlü tedbir alınacaktır” şeklinde yer alıyor, 59. Hükümet Programında ise “doğal afetlere karşı uygun tedbirler alınacaktır” deniliyor. Özetle, konu geçiştirilmiş. Bundan önceki iktidarlar da bu konuda ciddi bir çalışma içinde olmadılar. İktidarın yaptığı bir tek şey var: “Yapı denetimini iyileştireceğim” diyerek yeni bir yasa çıkardı. Ama aslında sistemi iyileştiremedi -çünkü sorunlar aynen devam ediyor-; iktidarın yaptığı kamusal denetimi özelleştirmek oldu. Zaten özel binaların denetimi özel kişiler aracılığıyla yapılıyordu. Onu iyice ticari bir anlayışla, ticari kurumlara devretti. Kar eden kuruluşlar eliyle kamusal denetimin bağdaşmadığını düşünüyoruz, bu nedenle karşı çıktık. Yapı denetimine ilişkin çıkan bu yasa, Ağustos ve Kasım depremlerinden sonra Türkiye’deki belli başlı depremlerin olduğu  yerleri dışlıyor. Kanunda 19 pilot il yer alıyor. Ama bu 19 il arasında Erzincan yok, Bingöl yok, Afyon yok; bunlar birinci derece deprem bölgesi, ama yasa kapsamında yok. Bu19 il, DİE’nin gelir düzeyi yüksek iller sıralamasının aynısı. Ankara dördüncü derece deprem bölgesi yasa kapsamında yer alıyor. Ama Bingöl yoksul bir il, birinci derece deprem bölgesinde ama yasa kapsamında değil. Buradaki anlayış yanlış. Türkiye gibi bir yerde, sermaye birikimi modeli, kamu kaynaklarının maledilmesine dayandığı için, bu anlamda sizin çok daha katı kurallar koymanız gerekir. Denetim sistemini çok iyi düşünmek zorundasınız. Bizim gibi meslek örgütlerinin bu alandaki yetkilerimizi kullanmamıza engel olunmaması gerekir, hatta bu yetkilerin daha da arttırılması gerekir.Ne Bakanlıkların bölge örgütlerinde ne de Belediyelerde yeteri sayıda ve nitelikte teknik eleman bulunmuyor. Kamudaki personel sayısını azaltmayı temel ve mutlak bir ilke olarak kabul ederseniz sorunu çözmek için önceliklerinizi uygulamaya sokamazsınız. Bütün bunlar bir yana, son depremde halkın en temel, en basit ihtiyaçlarının karşılanmasında dahi büyük sorunlar yaşandı. Hala mı demekten başka söz bulamıyorum.

n Çok teknik yönüyle sormuyorum ama binaların bakımı ve güçlendirilmesi noktasında belli başlı kriterler var mı?

Bir binanın depreme dayanıklılığının parametrelerini çıkarmak gerekirse bunun ilki zemin parametresidir. Dolayısıyla yapılacak olan güçlendirmelerde, ilk ele alınacak olan zemin koşullarının gözden geçirilmesi olacaktır. Bu incelemeden elde edilecek veriler projedeki verilerden farklıysa o zaman önce projeye bakmak gerekecektir. İkincisi proje doğru olabilir ama yapımı yanlış olabilir. Bunların incelenmesi teknik olarak hiç güç şeyler değil. Bir binanın şu anda depreme dayanıklı olup olmadığını ölçebilecek her türlü bilgi ve her türlü donanım var. Olay bir organizasyon olayıdır ve tekrar söylüyorum bunun için önce siyasi irade gerekiyor. “Biz bu işi yapacağız bunun da kaynaklarını bulacağız” demek gerekiyor. Bunu söyleyemediğiniz sürece olmaz. Ama teknik olarak mühendislik bilimi bütün bu konudaki sorunları çözebilecek düzeydedir.

n Bütün depremlerde kamu binalarının daha çok zarar görüyor gibi görünüyor....

Kamu binaları ön plana çıkarılıyor. Öyle değil. Ama tabii, son olayda özellikle 84 çocuğumuz yaşamını yitirdi. Dolayısıyla ister istemez kamu binaları öne çıkıyor. Ancak bu kamu binalarının özellikle depreme dayanıksız olduğu anlamına gelmez. Çok ilginçtir mesela. Bingöl depreminde aynı alan içinde üç bina var. Yatakhane yıkılıyor, okul binası hasar görüyor çok büyük ölçüde, ama lojmana hiçbir şey olmuyor.Bunun aktörleri o kadar çok ki. Araziden başlayıp oturma iznine kadar giden yapı üretim sürecinin kritik bütün aşamalarının denetimini ele alan sistematik bir bütünlük yok.

n Sistematik bütünlüğe ulaşmak için ya da siyasi iradenin oluşması için daha ne yapılması gerekiyor?

Siyasi iradenin ortaya çıkması  hak aramayla doğrudan ilintilidir. Hak arama da deprem bölgelerinde oturan insanların, bizim gibi örgütlerin görevidir. Biz söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz. Ama bir taraftan da insanların kendi can güvenlikleriyle ilgili taleplerde bulunmaları gerekiyor. Birinci derecede deprem bölgesinde oturan ve çocuğu okulda oturan bir anne babanın bu konuyu gündeme getirmesi gerekiyor. Sağlık Bakanlığı bir anlamda hastanelerin sahibi. Bu nedenle bir çalışmayı derhal başlatması ve hükümeti zorlaması gerekiyor. Siyasi irade hak arama mücadelesiyle oluşur. Siz hakkınızı aramazsanız bu olay böyle sürer.

n Bingöl depreminin ardından yeni bir çalışmanız, yeni bir hazırlığınız var mı?

Bizim önerilerimiz oluyor zaten. Her şeyin başına toplum yararı ilkesini koymamız gerekiyor. Genel konularla ilgili olarak, imar planlarının ulusal, bölgesel ve kentsel ölçekte arsa rantlarına göre değil, bilimin ve tekniğin gereklerine göre yapılması ve değiştirilmesi, kaçak yapılaşmanın önlenmesi ve imar aflarına son verilmesi, kamu kaynaklarının talanının önlenmesi gibi konuları göz önünde tutmamız zorunlu. Daha dar mesleki alanda ise kısaca söylediklerimizi yineleyelim.  3 aşamalı bir süreçten bahsediyoruz, imar, projelendirme ve yapım aşaması. Bütün aşamalarda hizmetlerin mesleki yeterliliği ve hesap verebilirliği olan meslek mensupları tarafından verilmesi gerekiyor. Her aşamanın mutlaka ve mutlaka denetlenmesi gerekiyor, bu alanda mesleki yeterliliği olan insanlar tarafından denetlenmesi gerekiyor. Kamu da bunları denetleyecektir. Daha doğrusu kamusal bir denetim anlayışı buraya egemen kılınacaktır. Sistemle ilgili temel anlayışın bu söylediklerimize dayanması durumunda ayrıntılara girilebilir. Sanıyorum ki ilk başta biraz katı kuralları da koymak koşuluyla Türkiye 3-5 sene içinde bunu çok rahat çözebilir. Ama Türkiye’deki risk şu anda yeni yapılacak binalarda değil, mevcutlarda. Türkiye’deki yapı stoku elden geçirilmek zorunda. Hem bölgelerin hem de her bölgenin kendi içinde bir öncelik sırası gerekiyor. Bu planlamada da okullar ve sağlık kuruluşları isteseniz de istemeseniz de en ön planda olmak zorunda. Stratejik öneme haiz olan yerler var. Onlar da bunun içinde olmak zorunda mutlaka. Bizim görevimizin şu anda, insanların oturdukları ya da  yaşadıkları binalarda can kaybının olmamasını sağlayacak önlemlerin alınması olmalıdır. Esas şu anda kaçak yapılar da dahil olmak üzere, kamu binalarının ve özel binaların bir şekilde elden geçirilmesi gerekiyor. Buna başlamamak için hiçbir neden görmüyorum.

n Bir de son olarak, yine bir imar affından söz ediliyor sanıyorum?

Türkiye’de kaçak yapılaşmanın mutlaka önlenmesi lazım. Kaçak yapılaşma, yani denetimsiz yapılaşma, imar aflarıyla neredeyse özendirildi. Bu nedenle de imar afları Türkiye’deki yıkımların boyutlarını etkiledi, yaygınlaştırdı neredeyse. Her türlü denetimden, mühendislik mimarlık hizmetinden yoksun binaları  nasıl affedebilirsiniz. Bu açıkça yıkıma davetiye çıkarmak demektir. 1980’lerden sonra çok şeylere mal oldu imar afları.

TIP DÜNYASI

Sayfa başına git         Başa dön